Tarih geçmişte geçen bir romandır
‘Lanetli Krallar’ serisi Fransız Capet Hanedanı’nın çöküşünden Yüz Yıl Savaşları’nın başlangıcına uzanan çalkantılı dönemi anlatıyor. Büyük bir hanedanın çöküşüne şahit olan okurun beklediği her şey var: Savaşlar, ihanet, büyü ve bolca entrika.
SERKAN MURAT KIRIKCI
Game of Thrones dizisinin popülerleşerek fenomen haline gelmesi, gözleri fantastik kitaplar raflarına çevirirken, tarihi kurgu romanlarına da ilgi yaratmıştı. Tam bu ilginin ortasında George R.R. Martin 2013 yılında verdiği bir röportajda bir isim telaffuz etmişti. ‘Buz ve Ateşin Şarkısı’ için ilham kaynağının ‘Lanetli Krallar’ serisi olduğunu açıklarken, serinin yazarı Maurice Druon için de “Benim kahramanım” demesi yeni bir fenomene kapı açmıştı. Yedi kitaplık ‘Lanetli Krallar’ serisi 1955 yılında başlamış ve 1977 yılında tamamlanmıştı. Romanları pek çok dile çevrilen, milletvekilliği ve kültür işleri bakanlığı da yapan Fransız Akademisi üyesi saygın bir isim olan Druon böylece yıllar sonra yeniden keşfedilmiş oldu. Ülkemizde de hatırı sayılır bir okur kitlesinin yayımlanmasını beklediği seri nihayet dillere düşmesinden sekiz yıl sonra Epsilon etiketiyle raflarda yerini aldı. Beklendiği gibi şık bir kapak ve edisyonla dilimize kazandırıldı. Elbette beklendiği gibi tuğla kalınlığında. 539 sayfalık kitabın yirmi sayfasını romanda geçen karakterlerin biyografileri oluşturuyor.
Kapakta da yer alan “Gerçek taht oyunları nasıl olurdu diye düşünüyorsanız, yanıtı Lanetli Krallar” cümlesiyle Martin’in işaret ettiği izi sürmek isteyen okurları karşılayan ‘Lanetli Krallar’ın ilk cildi serinin ilk iki kitabından oluşuyor. Birinci kitap ‘Demir Kral’ ve ikinci kitap ‘Boğulan Kraliçe’ kısa girişlerin ardından fasıllar şeklinde ilerliyor. Yazının başlığı da ilk kitabın okura hoş geldin niteliğindeki alıntısı. Gerçeklik olgusunu pekiştirmek için Edmond ve Jules de Goncourt’un sözünü kullanan Druon, ikinci kitabın başınTarih geçmişte geçen bir romandır da da Michelet’in “Bu zamanın tüm tarihi, hukukçu ile baronun ölümüne savaşıdır” sözüyle karşılıyor okuru. Bir yandan dönemi yansıtırken diğer yandan tarihi olayları anlatan Druon’un alameti farikasının da gerçekçilik olduğunu söylemek mümkün. Adeta yanlarında, şahit olmuş gibi kuruyor ve yazıyor. Okurun gözlerini kapattığı anda kendisini on dördüncü yüzyıl Fransası’nda bulmasını sağlıyor. Elbette can alıcı dönem olduğu ve entrikaların ardı arkası kesilmediği için gözlerini yeniden açmaya fırsat bulamıyor okur.
HANEDANIN ÇÖKÜŞÜ
‘Lanetli Krallar’ serisi Fransız Capet Hanedanı’nın çöküşünden Yüz Yıl Savaşları’nın başlangıcına uzanan çalkantılı dönemi anlatıyor. Büyük bir hanedanın çöküşüne şahit olan okurun beklediği her şey var. Savaşlar, ihanetler, yalan, şehvet, kandırmaca, cezalar, idamlar, boğdurmalar, zindana kapatmalar, sorgular, işkenceler, kılıçlar, bebekler, lakaplar, mevkiler, dokunulmazlıklar, sapkınlıklar, lanetler, büyü ve bolca entrika. Hemen hemen tamamı kronolojik olarak işlenirken tarih kitaplarından alınıyor. Druon, seçtiği dönemin tarihini romanlaştırarak sunuyor.
Birinci Haçlı Seferi’nden sonra Kudüs’te kurulan ve iki asra damga vuran Tapınak Şövalyeleri Tarikatı’nın son üç üyesinin kaderinin belli olacağı günlerde açılan roman, Fransa Kralı IV. Philippe’nin vereceği kararla ülkenin değişen kaderini işliyor. Üyelerden birinin okuduğu lanetin yansımaları, aldatan eşlerin yakalanması, ülkedeki fakirlik ve kıtlık ile parayı elinde tutanların güçlerini konuşturduğu bir kader bu. Elbette çok sürmeden ölümler ve güçlü tarafın baskılarıyla şekilleniyor. Druon bu tarihi gereksiz ayrıntılarla boğmadan yalın ve sürükleyici olarak işlerken, hiçbir şeyin altını çizmiyor, tekrarlamıyor ve parlatmıyor. Böylece şaşırmayı okuruna bırakıyor. Yazar olarak da lafa girmiyor, hiç başrole soyunmuyor. Bunca karaktere rağmen hepsini ete kemiğe büründürmeyi başarmasına da şapka çıkarmak gerekiyor. Keyifli bir tarih kitabı okuma hissini sonuna kadar veriyor. Örneğin, “Nasıl olmuş da zaaflarımı bu kadar iyi gizleyebilmişim? Başkaları ne kadar az tanırsa gelecekte de o kadar kötü bilineceğim” diyor Demir Kral Philippe.
TANRI’NIN SİLLESİ
Romanın sunduğu gerçekliğe ek olarak okur da “tarihin tekerrürden ibaret olduğu” görüşüne memnuniyetle katılabilir. Romanda geçen pek çok cümle bugün de kurulabilir. Ülke ve dünya siyasetine her baktığında bir entrika gören, komplo teorisi üretenler bugünü on dördüncü yüzyılda görebilir. Zira aynı güç odakları ve paranın etrafındaki değişim bugün de geçerliliğini koruyor. Elbette sürekli artan vergilerle halkın açlığa mahkûm oluşu da kalkmadı lügatten.
“Fransız meclislerinin kralın kararlarını tartışmaya açması henüz söz konusu bile değildi, sadece kararların gerekçeleri dinleniyor ve onaylanıyordu” cümlesi tanıdık geliyor değil mi? “Utanın! Utanın! Masumların ölmesine göz yumuyorsunuz. Hepinize yazıklar olsun! Tanrı sizleri yargılayacak” cümlesi de bugün kullanılabilir, hatta öylece ortaya söylense bir sahibi çıkar. “Tarihte düzen ve nizam fanatiklerinin her zaman yenilenen tek bir soyu vardır. Kendilerini soyut ve mutlak bir puta adayanlar için, kurumların dogmalarına saldıran insanların hayatlarının değeri yoktur. Hizmet ettikleri topluluğun insanlardan oluştuğunu unutmuşlardır” cümlesi de halen geçerli. Ve herkes için geçerli cümleyi analım: “Dünyanın kendi doğum anında yaratıldığına inanan her insan ölüm anında evreni eksik bırakmış olmanın acısını çeker. En çok da krallar.”
“Güç sarhoşu insanlar her şeyden önce evrene biçim verme, olaylara öncülük etme ve hep haklı çıkma arzusuyla hareket ederler. Şan, şeref, servet ve imtiyaz onların gözünde sadece eylemleri için birer araçtır” diyor Druon. İşte bu araçların bolca kullanıldığı, tarihi kurgu romanları sevenlerin aradığı her şeyi fazlasıyla bulacağı ‘Lanetli Krallar’, “İnsan eli yardımcı olduğunda, Tanrı’nın sillesi daha tez gelir” diyerek okurunu çağırıyor.