Tarihe not düşelim...
Fotoğraf: AA

Serdar KARCILIOĞLU

Sevgili dostlar, bir önceki “olmak ya da olmamak” adlı yazımızda ülke turizmimizin önümüzdeki beş yıllık süreçte nasıl bir noktaya evrileceği konusunda bakanlığa bazı sorular yöneltmiştim.

Tabii ki bir dönüş alamamakla birlikte temmuz ayı verileri ile ortaya konulan rakamların bizim yönlendirdiğimiz hedef altyapılarının ne kadarının başarılabileceğine bakılmaksızın açıklandığı konusunu sektörün değerlendirmelerine bırakıyorum.

Hal böyle iken, her türlü olumsuz düşünce ve açıklamalar kapılarını açmayan TV kanallarında görünebilmek adına turizmin gidişatı ile ilgili pembe tablolar çizen sektör içerisinden kartvizitinde turizmci yazan bu birtakım arkadaşları da Allaha havale ediyorum.

Bakın an itibariyle yaşanan bazı verileri sizinle paylaşmak istiyorum; turizmin başkenti Antalya’dan başlayalım.

Ülkemizdeki çıldıran dövize, astronomik düzeye gelen enflasyon nedeniyle maliyet kar dengesinde kurumsal ve profesyonel yapılarından taviz vermeyen özellikle Belek otellerinin doluluk oranları temmuz ve ağustos aylarını alışılanın ötesinde yüzde ellilerde seyrediyor!

Düşük talepler nedeniyle paniğe kapılan küçük oteller ve standart her şey dahil 4/5 yıldızlı oteller fiyatlarında yaptıkları yüzde altmış beşlere varan indirimlerle biraz hareket yaşamalarına rağmen tur operatörlerinin kucağına oturmuş olmalarının keyfini sürüyorlar.

Bu otellerde de doluluk oranları geçen yılın yüzde 50 altında seyrediyor. Yabancı tur operatörleri ellerindeki rezervasyonları bir açıp bir kapatıyorlar. Özellikle Antalya turizminin amiral gemisi Rusya’da durumlar hiç iç açıcı değil.

Ruble /dolar paritesi 100’lere yaklaşmış… Yani 1 dolar = 100 ruble

Bir Rus turist geçen yıl kaldığı aynı otelde fiyat artışları ile birlikte bu yıl yaklaşık iki buçuk kat daha fazla para harcama zorunda kalacağından antenlerini daha ucuz ülkelere ve/veya içeriye çevirmiş durumdalar… Yani her yıl kurtarıcı olarak görülen Ruslardan da hayır yok gibi görülüyor.

Güney Ege’ye gelince durum yukarıdan hiç de farklı değil. Bir de Güney Ege’nin Antalya’ya oranla sezonunun kısalığı göz önüne alınacak olursa buralardaki otelcilerimizin Allah yardımcıları olur inşallah!

Asrın felaketi ile sarsılan Güney Anadolu otelleri en pik sezonlarını kaybetmiş ve bu önemli sorun ile boş geçirmiş olmalarına ve hemen akabinde tüm kültür turlarının gölgede 40/50 derecelere ulaşan yaz sezonu nedeniyle gerçekleşme imkânının bitmesi ile eylül sonrasını bekler hale gelmelerini de üst üste koyacak olursak varın siz ülke turizmimizin gerçeklerinin nasıl olduğunu değerlendirin.

Zaten pandemi ile çok ciddi bir banka kredi yükü altında olan ve hayatiyetlerini sürekli ertelemek yolu ile sürdüren otellerimize bu yukarıda bahse konu birtakım aklı evvel arkadaşların açıklamaları ile zaten objektif gerçekleri görmek istemeyen Ankara otelciler üzerine bindirme üzerine bindirme yapıyor.

TGA, Güvenli Turizm Sertifikası, Konaklama Vergisi derken bir süre önce; sürdürülebilir Turizm Sertifikası adı altında ne olduğu ve neye yarar sağlayacağı anlaşılamayan bir programın belirlenmiş birkaç firmadan önce otel çalışanlarına eğitim satın alınması mecburiyeti getirilerek, ardından bir diğer firmadan programın “Belgelendirilmesi” için ayrı bir hizmet alınmasının mecbur edilmesi,

İkinci olarak, yıllardır sanat ve sanat eserlerinin otellerde çalınmasına yönelik ve müzik besteci ve yorumcularının çok haklı talepleri doğrultusunda kurulmuş birtakım dernekler aracılığı ile konaklama sektörü arasında belirlenmiş gayet uygun şartlardaki anlaşmalar ile otellerimiz bu zorunluluklarını yerine getirirlerken ve bu konuda hiçbir sorun yaşanmaz iken şimdi Bakanlık tarafından kurdurulan iki yeni federasyon ile mevcut tarifelerden yaklaşık üç kat daha fazla yeniden bir anlaşma yapmaya zorlanılması, hep bu mikrofonu ve beyaz camı önlerinde gören sektör temsilcileri arasında sağlanamamış bir konsensüs varlığı ile ilgilidir.

Siz, olmayanları oluyor gibi gösterirseniz, açıkladığınız bu afaki ve gerçekleşmesi matematiksel olarak mümkün olmayan turist sayı ve turizm gelirlerini ballandıra ballandıra anlatırsanız, ben de Ankara’dan bakıyor olsam benim de ağzım sulanır. Bende bindirme üzerine bindirme yaparım. Gelin biz bunları buraya, tarihe not düşelim… Ak mı? Kara mı? Hep birlikte yaşayıp görürüz.