Lisede tarih hocamız herkese bir araştırma konusu vermişti. Konularını alan herkes hazırlanacak ve tüm sınıfa anlatacaktı

Lisede tarih hocamız herkese bir araştırma konusu vermişti. Konularını alan herkes hazırlanacak ve tüm sınıfa anlatacaktı. Tarih derslerinde her şeye itiraz eden çaylak muhalifi olan bana da Şeyh Bedreddin’i uygun görmüştü. Bu uygunluğun altında bir sinsilik olduğunu düşünmek için henüz çok toydum. Koşa koşa kütüphaneye gitmiş ve Şeyh Bedreddin ile ilgili bir şeyler bulabilmek umuduyla kasabamızın kütüphane müdüründen yardım istemiştim. O ise beni yukardan aşağıya süzmüş ve gözlüklerinin altından gözlerini kaldırarak  “Bu seni aşar oğlum” deyivermiş ardından da köhne bir yerden bulabildiği bir kitabı elime tutuşturmuştu. Kitapta Şeyh Bedreddin ile ilgili tek sayfalık bir anlatım vardı. Osmanlıya baş kaldıran bir zındık olarak tarif ediliyordu Bedreddin. Oysa Nazım Hikmet ondan bir başka bahsediyordu. Karışan kafam ve elde sıfır bir araştırmayla okula dönmüştüm. Hocamız ilk beni kaldırmıştı. “Anlat bakalım kimmiş bu Şeyh Bedreddin” diyerek sandalyesine kilosunu yükleyip gıcırdatarak kurulmuştu. Kem küm etmiş, onun bir İslam âlimi olduğundan dem vurmuş ve ardından sihirli sözcüğü söylemiştim. “Osmanlıya başkaldırmış bir zındık olduğu yazıyor tarih kitaplarında” deyivermiş ama devamını getirememiştim. Oysa böyle olmadığına dair en güçlü kanıtım Nazım Hikmetti. Ortada bir haksızlık olduğunu biliyor ama bunu anlatacak bilgiye ve cesarete sahip olamayışımdan dolayı hocanın keskin bakışları altında eziliyordum. O ise yerinden fırlamış gür bir sesle “Evet Şeyh Bedreddin Osmanlıya karşı ayaklanmış bir zındıktır. Şairlerin anlattığı gibi değildir mesele. Anlamadan, araştırmadan elinizde öyle destan mestan dolaştırmayın.” Ama’lı bir itiraz çıkmıştı ağzımdan sessizce. Onu da kimseler duymamıştı.
Tarihin Arka Odası adlı programı izlediğimde, Pelin Batu’yu benim bu lisedeki o halime benzetiyorum. Murat Bardakçı ve Erhan Afyoncu’nun arasında, her ağzını açtığında ‘biri mi konuşuyor acaba’ havasına bürünen ağır topların hafifleşerek yandan yandan kaykılmaları bir yana, bilmişliklerinin daniskalığı insanı çileden çıkardığı gibi yürek de burkuyor. Çok iyi bir tarihçi, araştırmacı, yazar olabilirsiniz ama insan bir kez daha anlıyor ki adap okumakla olmuyor. Programı ilgi ile seyrederken, araya girmeye çalışan ve düşüncelerini aktarabilmek için çabalayan Pelin Batu’ya “Kızcağız” muamelesi yaparak onu masa eğlencesine dönüştürmeye çalışan görgüsüzlük birbiriyle hiç ama hiç uyuşmuyor. Daha doğrusu Pelin Batu oraya yakışmıyor. Onun yeteneğini, zekâsını ve eğitimini bir araya getirdiğinizde “Orada ne yapıyor, neden buna katlanıyor?” sorusunu sormadan edemiyorsunuz. Özgür iradenizin elinizden alınması kadar korkunç bir şey olamaz diye düşünüyorum. Onu bir kere kaptırırsanız, sürekli kurtulabilmek, yeniden kazanabilmek için boğuşur durursunuz. Sonra tersini yapabilmek için hırslanır, hırslandıkça da işin içinden çıkamaz, daha kocamadan kurtların maskarası oluverirsiniz ki en kötüsü budur. Fatih Altaylı’nın “Zavallı Yaa” göndermesi, Bardakçı ile olan bu ruh ikizliğinin refleksi olsa gerek. Tüm bunlar eğer bir oyun değilse –ben oyun olmadığını düşünüyorum-  evin cici kızı muamelesine daha ne kadar katlanacak Batu?
Birçok iyi işe imza atmış ve kendisini kanıtlamış olan Batu, tüm bu olup biteni hangi entelektüel izanla tarif ediyor merak ediyorum. Okuduğu ve önerdiği kitapları beğenilmeyen, bir sinir harbi ile kendisine sıranın gelmesini bekleyen, konuştuğunda küçümsenerek kenara iteklenen, susturulan, dalga geçilen, alay edilen ve tüm bunları nezaket sınırlarının içine alarak dayanabilen bir Pelin Batu gerçek olan mıdır? Eğer böyle ise iyi niyet adına söylenebilecek bir şey yok demektir. Böyle olduğuna inanmak istiyorum. Çünkü ben yıllar önce tarih hocamın gözlerinde gördüğüm sinsiliği, yıllar sonra programın içinde başkalarının gözünde görmekten ürküyorum. Sen de ürkmelisin. Çünkü ürkmüyormuş gibi yapmak, farklı olduğunu ispatlamaya çalışmak hayatın belalı bir ironisidir.