2022 yılında yapılan bir araştırmaya göre 2012 yılından beri intihar eden atanamayan öğretmen sayısı 300. Fırsatını bulabilen binlerce genç iş bulabilmek için yurtdışına gidiyor. Türkiye, halkın çocuklarının insan onuruna yaraşır bir geleceğe sahip olabilmek için ülkeden gitmek zorunda kaldığı bir ülke haline geldi.

Tarikat kadrolaşmalarının şifreleri

Hazırlayan: Yol Politika Kolektifi

Devlette tarikatların güçlenmesi, tek adam rejimine geçilmesi ile hızlandı, ancak başlangıcı çok daha eskiye dayanıyor. Şifreli sınavlar, sonucu belli mülakatlar, isme özel kadrolarla ilerleyen kadrolaşma süreci ülkeye ilk olarak AKP ve Fethullahçıların müttefik olduğu dönemde girmişti. Geçtiğimiz on beş yılda cemaat ve tarikatlar hilelerle, şifrelerle devlete egemen olurken, gençler ise kendi ülkelerinde emeklerinin karşılığını alabilecekleri bir geleceğe sahip olamayacakları fikriyle umutsuz. 

Türkiye, bugün tarikatların devlet kadrolarında, hukuk bürokrasisinde birbiriyle kadro yarışına girdiği günlerden geçiyor. İsmail Ağası, Süleymancısı, Menzilcisi, bakanlıkları, yargıyı bölüşememenin mücadelesini veriyor. Öbür yandan geleceği çalınan milyonlarca genç, emeğin ve liyakatin ülkede bir karşılığı olmadığı için çözümü yurtdışında arıyor. 

Türkiye’den yurtdışına beyin göçü AKP iktidarı döneminde rekor seviyelere ulaştı. Bunda ağır ekonomik buhran ve İslamcı faşizm koşullarının yanında, gençlerin emekleri ve yeteneklerinin karşılığı olarak hak ettikleri geleceğin tarikat ve cemaatlere peşkeş çekiliyor olması da önemli bir faktör. Özellikle devlet bürokrasisi ve kamuda ülkücülerin ve tarikatların kadrolaşmasının geldiği düzey, 2022 KPSS skandalında da görüldüğü üzere birbirlerinin ayağını kaydırmak için milyonların geleceği ile oynayabildikleri bir safhaya gelmiş durumda. 

Fethullahçılarla Başladı 

2007-10 döneminde, iktidardaki AKP ve Fethullahçı kadrolar, liberallerin de desteği ile Ergenekon davalarıyla başlayan bir süreçle yargı ve bürokrasideki kritik kadrolarda muhalifleri darbe mütalaaları ile tasfiye etmiş, ardından 2010 referandumu ile yargıyı bütünüyle yürütmenin etkisi altına almıştı. Böyle bir dönemde, önce 2010 KPSS sınavında ortaya çıkan hile, ardından 2011 üniversite sınavındaki şifre skandalı, Fethullahçıların AKP’li bürokratlar eliyle nasıl çekirdekten kadrolaştırıldıklarını ortaya çıkarmıştı. 

KPSS’den 15 Temmuz’a 

2010 yılında yapılan kamu sınavında, normalde 4-5 öğrencinin ful çıkarabildiği KPSS’nin eğitim bölümünde 350 aday 120 sorunun tamamını doğru yanıtlamıştı. Sonucun yarattığı şaibeye karşın dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan “KPSS’yi terörize etmeyin” diyerek hile olmadığını savunmuş, kamuoyundaki tepkinin büyümesi ile sınav iptal edilmişti.  

Dönemin Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu, yüksek net yapan 3.227 adayın üçte birinin Fethullahçı dershanelerde çalışan öğretmenler olduğunu, diğer üçte birinin ise askerî lojmanlarda kayıtlı olduğunu tespit etmesine karşın, ne başbakan Erdoğan ne de cumhurbaşkanı Gül, KPSS’deki hile skandalının Gülen bağlantısını kamuoyuyla paylaşmadı. DDK raporu ancak 17 Aralık sürecinde AKP ve Fethullahçuların karşı karşıya gelmesi ile kamuoyu ile paylaşıldı. DDK raporunda “askerî lojmanda kayıtlı” olarak tespit edilen isimlerin çoğunluğu, 15 Temmuz darbe sürecinde tutuklandı. KPSS davasına atanan savcı, yine darbe sürecinde yurtdışına kaçtı. 

YGS Şifreleri 

2010 yılının KPSS sınavında yaşanan skandalın ardından dönemin ÖSYM başkanı Ünal Yarımağan istifa ederken, yerine halen FETÖ üyeliğinden tutuklu bulunan Ali Demir atandı. Yarımağan’ın istifası, o dönemde yandaş basın tepkilerin odağı yapılarak tasfiye edilmesi olarak yorumlandı. Nitekim yerine geçen Demir’in döneminde yaşanan ilk icraat, 2011 yılında yapılan üniversite sınavının ilk aşaması olan YGS’de ortaya çıkan şifre skandalı oldu.  

Sınav sorularının basınla paylaşılmasından sonra, çember modelleme sistemi ile matematik sınavında 40 soruda 38 doğruya kadar yapılabildiği ortaya çıktı. Çoklu kitapçıkla yapılan sınavda ortaya çıkan şifreleme hilesinin ardında yine Fethullahçı yapılanma vardı. Cemaate yakın dershanelerde şifrenin verildiğine ilişkin iddialar basına yansırken, şifre sisteminin tüm kitapçıklarda uygulanabilir olması, kamuoyunda sınavın iptaline yönelik bir basınç yarattı. 

Sınava giren ve sonraki sene girecek olan liseli öğrenciler başta olmak üzere gençler AKP-Fethullahçı ittifakını hedef alan eylemler yaptı. Türkiye’nin her yerinde sokağa çıkan gençler, ÖSYM başkanı ve Milli Eğitim Bakanı’nın istifasını istedi. Şifre skandalına ilişkin dönemin ÖSYM Başkanı Ali Demir “asılsız ve gerçekdışı” yorumunda bulunmuştu. Dönemin başbakanı Erdoğan ise sınavda hile olmadığını savunurken, olayın ardından gelişen eylemlere karşı, sonraki senelerde çokça başvuracağı kutuplaştırıcı tehdidinin prototipini ilk kez dile getirecekti: 

“Sınav son derece başarılı, temiz gerçekleşmiştir. CHP, MHP, BDP; YGS üzerinden gençlerimizi istismar ediyor. Taksim’de bin kişiyi, iki bin kişiyi yürütmek problem değil. Biz de kalkarız onların karşısına 5 bin, 10 bin tane genci koyarız.” 

KPSS’nin aksine YGS sınavı o dönemde Cumhurbaşkanından Başbakana kadar tüm devlet erkânının desteği ile iptal edilmedi. O gün hileli sınav sonuçları ile binlerce kişi üniversite kazandı, sonraki süreçte aynı bağlantılarla devlet bürokrasisine dahil oldu. Fethullahçılar 15 Temmuz süreci ile büyük ölçüde tasfiye olsa da onların sağladıkları “fırsatlar” ile yükselmiş binlerce isim, doğru zamanda kayık değiştirerek pozisyonlarını korudu, hatta yükselmeye devam etti.  

Fethullahçıların Mirası Tarikatlarda 

2010 KPSS, 2011 YGS skandalı, Fethullahçıların devlet içerisinde kadrolaşmak için başvurduğu hilelerin yalnızca birkaçıydı. Aynı dönemde gazetecilik yapan Ahmet Şık, 1990’lardan itibaren Polis sınavında Fethullahçıların teşkilattaki kadrolaşma ve fişleme belgelerini ortaya çıkardığı için hapse girmişti. 2010 referandumu ile yargıda güçlenen Fethullahçılar, TSK içerisinde de güç kazanıyordu. 17 Aralık 2014-15 Temmuz 2016 aralığında AKP ve cemaat arasındaki çatışma yargı darbesinden askerî darbe denemesine dönüşerek kontrolden çıkmış, sonunda AKP farklı grupların da desteği ile Fethullahçıları tasfiye etmişti. Ancak devlette dinsel yapıların kadrolaşması 15 Temmuz ile bitmedi, aksine katlandı. 

OHAL şartları altında yapılan şaibeli referandum ile parlamenter sistemden başkanlık rejimine geçiş sonrası, yargı, ordu ve devlet bürokrasisinde yürütme erki yegâne kontrol sahibi oldu. Ardından geçen süreçte tarikatlar hem daha fazla örgütlenme imkânı buldu hem de devlet içerisinde daha hızlı örgütlendiler. Menzil, İskenderpaşa, Süleymancılar gibi tarikatlar, ülkücüler hatta kısmen aydınlıkçılar yargı, devlet, askerî bürokraside gruplaşacak kadar güçlendi. Üniversiteler, yandaşlar ve tarikat kontrolüne geçti, isme açılan kadrolar, hileli mülakatlar yaygınlaştı. Erdoğan genel seçim öncesi kamuoyu baskısı ile mülakatlardan vazgeçeceği sözünü vermiş olsa da seçimler sonrası unuttu. 

Geleceği Çalınan Kuşaklar 

İlk defa KPSS ve YGS skandalları ile devlette İslami yapıların nasıl kadrolaştığı gün yüzüne çıktı. O dönemde başlayan sokak eylemlilikleri de yıl sonra gerçekleşecek Haziran isyanının ilk nüvelerinden biri oldu. Daha da önemlisi, artık sıradan hale gelen torpil, tarikat örgütlenmeleri, liyakatsizlik uygulamalarına karşı toplumda biriken öfke sokağa taştı. 

Cemaatler, tarikatlar değişse de AKP’nin devlet kadrolarını imtiyaza, ödüle ve örgütlenme imkânına dönüştürme yönündeki politikaları değişmedi. Yalnızca yargıda, bürokraside değil, 2010 KPSS sınavının gösterdiği üzere öğretmen atamalarından araştırma görevlisi alımlarına, şoför, güvenlik kadrolarına kadar devletin tamamı iktidar ve yandaşları tarafından yağmalandı. Tüm bunlar olurken, halkın çocukları ise çabalarının, emeklerinin ve niteliklerinin karşılığı olmadığı gerçeğiyle karşılaştı. 

2022 yılında yapılan bir araştırmaya göre 2012 yılından beri intihar eden atanamayan öğretmen sayısı 300. Fırsatını bulabilen binlerce genç iş bulabilmek için yurtdışına gidiyor. Türkiye, halkın çocuklarının insan onuruna yaraşır bir geleceğe sahip olabilmek için ülkeden gitmek zorunda kaldığı bir ülke haline geldi. Hileli üniversite, kamu ataması sınavları, akraba kontenjanlarıyla tüm kamu kurumları ele geçirilirken, aynı siyasi ilişki ağına girmeyen, yandaşlığı reddeden binlerce genç artık kendi ülkesinde emeğinin karşılığını alabildiği bir gelecek kuramıyor.  

Kamudaki kadrolaşma, özel sektörü de seçenekten çok bir mecburiyet haline getirdi. Bu sayede özel sektörde çalışma şartları insanlık dışı hale gelirken, milyonlarca genç, kamu kurumlarının kapıları kendilerine kapandığı için, giderek güvencesizleşen, ücretleri asgari ücrete göre şekillenen, çalışma saatleri esnekleşen özel sektörde istihdam edilmeye razı oluyor. Son 22 yılda sendikal örgütlenme dahil tüm güvenceler kırpılarak, denetimsiz hale getirilerek istisnasız tüm sektörlerde özel şirketlerin ucuz emek sömürüsü deyim yerindeyse yasallaştırıldı.  

Bir şeyh cenazesi olduğunda müritleri katılabilsin diye devlet daireleri kepenk kapatırken, milyonlarca genç plazalarda, atölyelerde, fabrikalarda, emeğini, karşılığının çok altında ücretlere, güvencesiz şartlarda, esnek çalışma saatlerinde satmak ya da hiç görmediği bir ülkenin dilini öğrenmek zorunda kalıyor.