Tarımın sona erişi

Hakan YURDANUR

İnsanlığın toplayıcılıktan avcılığa oradan tarıma geçişi yaşadığı büyük serüvenin en büyük halkaları olsa gerek. Yaşadığımız dönemde bu üçlünün en önemli halkası tarımda işler hiç iyi gitmiyor. Krizden öte büyük bir çöküş ve onun getirdiği sona eriş yaşanıyor. Bu kötü sonu hazırlayan en önemli etmen kuşkusuz ki tarımın kapitalistleştirilmesidir. Bu tanım çok önemlidir ve yakından incelenmeyi hak ediyor.

Tarımın kapitalistleştirilmesi demek onun kâr için yapılıyor olması demektir. Durum bu hale gelince de kâr için her yol deneniyor ve kâr sağlamayan her şey yok ediliyor. Bu aşamanın en belirgin özelliği de, üretimin kârı belirmesi değil kârın üretimi belirlemesidir. Tarım için gerekli ve geçerli her şey bu süreçte yok oluyor. Bu yok oluşun en önemli noktası da toprağın vasıflarını yitiriyor olması. Biliyoruz ki; su ve hava zamanla kendisini yenilerken aynı durum toprak için geçerli değil. Toprağın yok oluşu tarımın da yok oluşunu tetikliyor. Toprağın bu kadar değerli ve tarımı belirliyor olması kapitalist sistem için bir şey ifade etmez. Kâr için yapılan tarımda, toprağa uygun üretim yerine üretime uygun toprak yaratılmaya çalışılıyor. Bu durum kaçınılmaz olarak toprağı verimsiz ve değersiz kılarken elde edilen ürünleri de aynı kategoriye sokuyor. Ürünün değersizleşmesi beraberinde çok ciddi sağlık sorunlarını da getiriyor… Sadece sağlık sorunlarını değil, insan ve toprak arasındaki organik bağ da koparılıyor, köylü ve küçük çiftçi hem ürettiği ürüne hem de toprağa yabancılaşıyor. Bu yabancılaşmanın en belirgin özelliği geleneksel tarım ve yöntem bilgisinin yok olmasıdır. Uzun yıllar boyunca edinilmiş bilgi ve deneyimler gelecek nesillere aktarılamaz olmuştur.

Bunlara ek önemli bir durum da köylü ve küçük çiftçinin üretimin her aşamasında karar verme yetkisinin elinden alınmasıdır. Örneğin köylü, hangi gübreyi ne miktarda, hangi dönemde ve ne şekilde kullanacağına yön veremez. Onun yerine çok uluslu şirketler ve onların sözde uzmanları kararları alır ve uygulatırlar. Sözde uzmanlar önemli bir karar daha alır, dünyanın her yerinde aynı tohum, aynı gübre, aynı ilaç kullandırılır. Coğrafi ve iklimsel farklılıklar yok sayılır. Amaç daha çok, daha çabuk ve daha ucuz üretimdir. Hal böyle olunca ürün çeşitliliği azalır ve tarımsal değerler düşer.

Üretimin az sayıdaki şirketin eline geçmesi başlangıçta 10 bin olan bitki türünü zaman içinde 30-40 çeşide indirdi. Bu azalış beraberinde tarımın sosyal yanını da bitirdi ve gizledi. Özellikle yaşanan ekolojik yıkımın ardında endüstrileşmiş tarımın derin izlerini görüyoruz.

Tarımın sona erişiyle birlikte köylü ve küçük çiftçinin de birer tüketiciye dönüştüğünü gözlemliyoruz. Eskiden domates, patates üreten ve bunu satan köylü artık bunları marketten almaya başladı. Yabancılaşmanın başka bir boyutu olan bu aşamada, köylü elinde kalan son toprağını da satıp şehirlere göç etti. Satılan her bir metrekare toprak da tarım dışı faaliyetlerde kullanılmaya başlandı.

Bugün çok ciddi boyutlara varan gıda krizi ile karşı karşıyayız. Bu konuda uydurulan en büyük yalan da, yeterli gıda üretiminin olmaması. Hâlbuki durum tam tersi; sorun kapitalistleşmenin getirdiği adaletsiz bölüşüm. Günümüz koşullarında gıda, sermayenin elinde ezilen ve sömürülen halklara karşı kullanılan silaha dönüştü. Özellikle savaş ortamında bu silah daha güçlü bir hal aldı. Gıdanın tehdit unsuru olarak kullanılması hem tarımın sona erişini hem de kapitalist / emperyalist sistemin kötülüklerini sergilemesi bakımından çok önemlidir.

Tarım ve savaş arasında kuvvetli ilişkiler bulunuyor. Örneklemek gerekirse, bomba yapımında kullanılan teknikler azotlu gübre yapımında da kullanılıyor, zehirli tarımsal ilaçların kullanım tekniği ve üretim kaynağı kimyasal silahlar oluyor. Gelinen aşamada tarımsal üretim doğaya, insana ve hayvanlara açılmış savaşa dönüşmüştür.

Tarımın sermayenin etkinlik alanına girmesiyle birlikte sorunlar bırakın çözülmeyi katlanarak büyüyor. Tarımsal üretimin ve onun aktörlerinin serbest piyasaya teslimi ile birlikte yaşadıkları yıkımlarını her yerde görmek mümkün. Geriye dönüş için umutlu konuşmak çok zor ve asıl ilginç olan hiç bir şey olmamış gibi her şeyi izleyen büyük çoğunluğun varlığı ve hareketsizliği.