Bir yılı daha devirirken 2009’dan hatırlayacağımız artık arapsaçına dönmüş olan ‘açılım’ olacak sanırım. Çok daha

Bir yılı daha devirirken 2009’dan hatırlayacağımız artık arapsaçına dönmüş olan ‘açılım’ olacak sanırım.
Çok daha acı olan ise açılımın ülkenin zihnine tek bir fotoğrafla kazınması:
Taş atan çocukların fotoğrafıyla.
Acı, çünkü elbirliğiyle mahvedip sonunu getirdiğimiz bu ‘açılım’ aslında bizim kuşaklarımız için ya da bencil politikacılar için değil tam da şu anda Terörle Mücadele Kanunu’na göre tutuklu olan çocuklarımızın geleceği içindi.
Onlar barış hayalleriyle büyüsünler diye…
Zorlukları, güçlükleri, yalnızlıkları sadece öykülerden bilsinler diye…
Çünkü bizler de öykülerden öğrenmiştik barış için diretilmesi gerektiğini…
Cumhuriyet tarihinin ikinci açılımında çok daha fazla insanın desteği varsa eğer bunu  90’larda birbirimizle en sonunda konuşabilmiş, birbirimizin deneyimlerini dinleyebilmiş ve birbirimizin öykülerini okuyabilmiş olmaya borçluyuz. Şeyhmus Diken yazmasa Strasburg’u, Fırat Ceweri yazmasa İsveç’i, Kemal Burkay anlatmasa barışı savunanları, inat edenleri nerden bilecektik?
Çocuklar için de umduğumuz buydu.
Güven içinde yaşarken, zorlukları sadece eskide kalmış öykülerden öğrenmeleri…
Öyle olmadı. Bugünlerde onları bambaşka bir öykünün kahramanı yapıyoruz. Terörle Mücadele Kanunu’nu çerçevesinde üç binden fazla çocuğu özel yetkili mahkemelerde yargılayarak çocukların adlarını terörle birlikte anıyoruz. Böylece dünyada şimdiye kadar sadece Amerika ve İsrail’in şampiyonluğunu üstlendiği bir lige terfi ediyoruz ülkece. Dünyanın en çok çocuk tutuklayan ülkelerinden birisi oluyoruz. Üstelik TMK’de çocuklar lehine değişiklik yapılacağını söylüyor ama bu değişikliklerin çocukların sadece yüzde birinin koşullarını değiştireceğini de biliyoruz.
Böylece ilk elde çocukların ‘teröre bulaşmasını’ engellemek için düşünülmüş bir düzenleme çocuklar açısından hepimizin sonunu kolayca tahmin edebileceğimiz ağır, acılı, umutsuz bir öyküye dönüşüyor…
TMK mağduru çocukların tutukluluk koşullarının iyileştirilmesi için yazdım, yazdık, yazmalıyız.
Ama aynı zamanda şunu da sormalıyız kendimize:
Bu çocuklar için isteyebileceğimiz en iyi şey onların ‘tutukluluk koşullarının iyileştirilmesi’ midir?
Taş atan çocukları kendi çocuklarımız gibi sevsek ne dileriz onlar için?
Daha ‘İyileştirilmiş’, en ‘iyileştirilmiş’ koşullarda ama hâlâ tutuklu olarak yaşamalarını mı?
30 yerine 20 kişilik koğuşlarda büyümelerini mi?
Gökyüzünü bir saat yerine iki saat görebilmelerini mi?
Daha çok öğretmenle, daha çok kitapla ama ezaevinde eğitim görmelerini mi?
İlk gençliklerini umutsuz, ilk aşksız, çaresiz geçirmelerini mi?
Hayallerini soğuk duvarlarla, sıkışık ranzalarla, havasız koğuşlarla paylaşmalarını mı?
Gerçekten bu çocuklar için istenebilecek tek şey bu mudur?
Daha yüzlerce çocuk ellerine taşlar verilip bu feda kuyruğunda sıralanırken tek yapacağımız tutukluluk koşullarının iyileştirilmesini savunmak mı olacak?
Taşın ardında durmak yerine çocukların önüne geçebilecek kahramanlarımız olmayacak mı mesela?
Bir tek çocuğun mutlu geleceğinin bile kendi sözünden daha önemli olduğunu savunacak insanlar tanıyamayacak mıyız?
Kalabalıkların içinden oğlunu kapıp eve götüren anneleri, kendini çocuğuna kalkan yapan babaları anlatamayacak mıyız öykülerimizde?
Yeni yıl yeni öykülerin yazılması, yeni kahramanlar anlatılması için umuttur. 
Yeni yılda taşın adaletine direnenleri anlatalım. Öyküleri geleceğe taşınacak kahramanlar taşın değil, vicdanların adaletini savunanlar olacaktır çünkü…