Avrupa’da yıllardır süren kemer sıkma politikalarının kamusal hizmetlerde yarattığı kırılganlık, pandemi döneminde göze çarpar oldu. Avrupa Konseyi’nin üzerinde çalıştığı 100 milyar avroluk yeni tasarruf paketinden en fazla etkilenen kesim yine emekçi sınıfı olacak.

Tasarrufun yükü emekçide
AB’nin 2008 krizi sonrası kemer sıkma politikaları birçok kez protesto edilmişti. (Fotoğraf: Depo Photos)

Marc BOTENGA

Avrupa hükümetleri ve kurumları dört haftalık yeni yıl tatilinin ardından seneye tasarruf konuşarak başlamayı tercih ettiler ve önümüzdeki yıl içinde 100 milyar avroluk tasarruf yapılması gerektiğini kararlaştırdılar. Neticede emekçi sınıfı yine saldırı altında. İşsizlik artacak, ortalama maaşlar düşecek, çalışma koşulları kötüleşecek ve kamusal hizmetler yine ödenek sıkıntısı çekecek. Tüm bunları geçmişte de yaşadık.

2008 krizi sonrasında Avrupa kıtası genelinde bir dizi kemer sıkma politikası uygulandı. Avrupa Birliği (AB) üyesi devletler, bankaları kurtarmak için krizin yükünü üstlenmeyi seçtiler. 2010 yılına gelindiğinde Yunanistan sıkı tasarruf politikaları hayata geçirmeye zorlandı. Ülkede örgütlenen toplumsal direniş neticesinde 2015 yılında Syriza hükümeti AB kurumları ile kafa kafaya geldi.

İspanya, Portekiz, İrlanda ve İtalya gibi ülkeler de tasarruf politikaları hayat geçirdiler ve bu politikaların acı sonuçları oldu. Sağlık, eğitim ve sosyal refah alanlarında temel hizmetlerin finansmanı azaldı. Hem erişim güçleşti, hem verim azaldı. Ameliyatlar için bekleme süreleri arttı, sınıflar kalabalıklaştı, sosyal yardımlara erişim azaldı.

Tasarruf politikaları toplumsal çalkantılara yol açmanın yanı sıra ekonomik krizi kötüleştirdi ve zamana yaydı. Kıtanın 2008 krizini atlatması, ABD’den bile uzun sürdü. Covid-19 salgını Avrupa’ya ulaştığında sağlık sektöründeki sıkıntılar hepten gözler önüne serildi. Birçok farklı sektörün aynı anda desteğe ihtiyaç duyması, tasarruf politikalarının derhal bir kenara konmasını gerektirdi. Tüm AB üyelerinin imzacısı olduğu “İstikrar ve Büyüme Paktı”nın ilgili maddeleri uyarınca, bir anda politika değişikliğine gidildi.

Mart 2020 ve Haziran 2021 tarihleri arasında Avrupa Komisyonu, 3 trilyon avroluk destek paketi çıkararak hem yaşanan sağlık krizine kaynak aktardı, hem krizden etkilenen şirketleri destekledi. Üye ülkelerin toparlanma süreci için ilaveten 750 milyar avroluk ek paket açıklandı.

YENİ BÜTÇE REFORMU

Paketler bir süre işe yaradı. Fakat Aralık 2023’e gelindiğinde Avrupa maliye bakanlarının toplantısından çıkan karar, yeni bütçe kurallarını yürürlüğe koymanın zamanı geldiği yönündeydi. AB’nin “atanmış” icra birimi Avrupa Komisyonu, yeni bütçe kuralları gerekliliğinden yıllardır söz ediyordu. İcra yetkileri nispeten daha kısıtlı olan Avrupa Parlamentosu, bütçe reformu için onayını geçtiğimiz hafta verdi. Destek oyu veren partiler arasında yalnızca sağcılar ve liberaller değil, “Sosyal Avrupa” inşası için çalıştıkları iddiasında olan sosyalistler ve demokratlar da vardı.

ORDU KAPSAM DIŞI

Sözü edilen yeni kuralların sonuçları felaket niteliğinde olacaktır. Avrupa Ticaret Sendikaları Konfederasyonu’nun hesaplarına göre yeni kurallar üye ülkelerin önümüzdeki sene içinde 100 milyar avroluk tasarruf yapmasını zorunlu kılacak. Üye ülkelerin tasarrufları yedi seneye yaymak için başvuru yapma hakkı olacak. Fakat zamana yayma karşısında emekli sandıklarında, istihdam piyasalarında ve maaş düzenlemelerinde bir dizi “reform” yapmaları gerekecek. Tabii söz konusu esneklik Avrupa Komisyonu “razı olursa” uygulamaya dökülebilecek. Diğer bir deyişle, ülkelerin pazarlık gücü önem arz edecek ve görece küçük ülkelerin süreçten kazançlı çıkması zorlaşacak.

Kemer sıkma politikalarının geri gelmesi, temel hizmetlerde bir kez daha kaçınılmaz kısıntılar yaşanması anlamına geliyor. Askeri harcamalar gibi bazı sektörlerin “tasarruf kapsamı dışında” bırakıldığının da altını çizmek gerek. Bu sayede tasarruf politikaları ekonominin ve dolayısıyla toplumun “askerileşmesine” de hizmet etmiş olacak. Örneğin Belçika’da yürürlükte olan otomatik maaş hesaplama yönetmeliği, işçilerin alım güçlerindeki enflasyon kaynaklı erimeyi bir miktar telafi edebiliyordu. Fakat bu sistem, görüşülen bütçe reformu kapsamında Avrupa Komisyonu tarafından defalarca eleştirilere konu edildi.

Avrupa kurumları müzakere masasına oturdu bile. AB başkanlığını bu sene elinde bulunduran Belçika, müzakerelerde önemli rol oynuyor. Belçika’nın teklif edilen bütçe kurallarına itiraz etmesi süreci derinden etkileyebilir. AB sınırları içinde yaşayan emekçiler açısından da mantıklı olan tek şey, itiraz etmek. AP’de koltuk sahibi partiler arasında karşı oy kullanacaklar arasında yer alan yedi partiden dördünün Belçika koalisyon hükümetinde yer aldığını da söylemek gerek. Dolayısıyla teoride Belçika hükümetinin yeni bütçe kurallarına karşı çıkacağını söyleyebiliriz. AB Başkanlığı koltuğuna sahip hükümet, görüşmeleri ertelemek, geciktirmek ya da sabote etmek isterse elinde birçok farklı imkan var.

Fakat teoriyi bir kenara bırakıp pratiğe baktığımızda Belçika’nın yeşil ve sosyal demokrat partilerinin bir çeşit siyasi şizofreni içinde olduklarını görüyoruz. Yalnızca ticaret sendikalarının değil, son zamanlarda güç kazanan Belçika İşçi Partisi’nin de baskısını hissederek parlamentoda karşı yönde oy kullandılar. Fakat asıl harekete geçmeleri gereken kulis görüşmelerinde reform teklifini içten içe destekliyorlar.

KARŞI ÇIKMAK ŞART

Yeni kemer sıkma politikalarının önüne geçmek kaçırılmaması gereken bir fırsat. Oxfam’ın yeni yayımladığı bir rapora göre büyük şirketlerin kazançları ve dünyanın en zengin kişilerin sahip oldukları kaynaklar eşi benzeri görülmemiş boyutlara ulaştı. 2023 Avrupa Güvencesizlik ve Yolsuzluk Barometresi raporuna göre ise Avrupalıların neredeyse üçte biri kendilerini maddi olarak güvencesiz durumda hissediyor. Maddi yetersizlikler dolayısıyla öğün atlamak zorunda kaldığını söyleyenlerin sayısı da benzer bir düzeyde.

Kamusal hizmetlere, barınmaya, altyapıya, iklim dönüşümüne daha fazla kaynak ayırmamız gerek. Adil vergi politikaları ile büyük şirketleri ve milyonerleri vergilendirmek, ürettiğimiz mali çözümlerin bir parçası olmak zorunda. Avrupa Merkez ve Yatırım Bankalarının da desteklediği Avrupa kamusal yatırım paketi de üye devletler ve bölgeler arasındaki yapısal adaletsizliklerin giderilmesini sağlayabilir.

AB’nin “atanmış” kurumları geçmişte de harcamaların kesilmesi ve tasarrufun artırılması için devreye girdiler. Tepeden inme kemer sıkma politikaları hem halkın hayat kalitesini olumsuz etkiliyor, hem AB projesine hasar veriyor. İşçiler bu sistemi demokratik bir birlik olarak değil; şirket gömleği giyenlerin, patronların çıkarına hizmet etmek için emekçi Avrupalıları feda edenlerin rejimi olarak görmeye başlıyor.

Avrupalı emekçilerin yeni bir tasarruf döngüsüne girme lüksü yok. AB’nin bunu dayatmasına göz yumma lüksleri de yok. Temel hizmetlere daha fazla yatırım yapacak, azimli bir Avrupa programına ihtiyacımız var. Hiçbir şey için geç değil. Fakat kemer sıkma tartışmalarının rafa kalkmasını istiyorsak örgütlenmeli ve geleneksel politikaların gündemden düşmesi için çalışmalıyız.

Çeviren: Fatih Kıyman

Kaynak: Jacobin