Uluslararası siyaset ve terör finansmanı gibi başlıkları kapsamadığımızı hatırlamak şartıyla şunu öne sürmek mümkün: Batı dünyasında da artma eğiliminde olan bir saldırganlık dalgası bulunmakla birlikte bunu biçimlendirebilecek ideolojik bir zeminin yokluğunda farklı biçimlerde ortaya çıkıyor

Teröre evrilen Müslüman gururu

İLKER KÜÇÜKPARLAK
Psikiyatrist

İnsan başına ne geldiğini anlama mecburiyetindeymiş gibi hisseder. Bir kaza sonucu girdiği komadan çıkmış ve retrograd amnezi (geriye dönük bellek bozukluğu) yaşıyor olsa mesela, muhakkak o kazanın ayrıntılarını bilmek isteyecektir. Otomobil mi çarptı, kamyon mu? Kaza nerede oldu, kaç gündür yoğun bakımda…

Toplumsal bir travmada da anlamlandırma gereksinimi vardır. Travmanın süreğen biçimde seyrettiği durumlarda genellikle bölme adı verilen savunma mekanizması devreye girer, insanlar (gruplar/halklar/organizasyonlar…) mutlak iyiler ve mutlak kötüler olmak üzere ikiye ayrılır. Örneğin, böyle süreğen bir travmanın içinde yaşayan -hatta içine doğmuş ve kendinden önceki kuşakların da travmasını redd-i miras edememiş- birinin zorunlu askerlik olan bir ülkede yaşıyor ve hatta bizzat kendisi de askere gitmiş olsa bile, askerleri istisnasız olarak kötü ve kana susamış olarak algılamaktan başka çaresi kalmayabilir. Ülkemizde ve dünyada süregelen bu şiddet ortamının mağduru, saldırganı ya da tanığı olmaktan başka seçeneğimiz yok gibi görünmekte. Dolayısıyla travmanın bizzat özneleri olarak travmatize biçimde algılıyor olabileceğimizi de aklımızda tutarak tırmanan terör saldırılarını ve toplum ruhsallığına etkilerini incelemeyi önereceğim.

Failleri Müslüman olmayan terör ve saldırganlık
Paris saldırıları sonrası ABD’de müslüman ülkelerden mülteci kabulünün yasaklanmasının tartışılıyor oluşu hatta başkan adayı Donald Trump’ın camileri kapatmayı önermesi bir gerçeği değiştirmiyor: The New Yort Times’ın haberine göre 2001 yılında bu yana İslam adına yapıldığı iddia edilen saldırılarda ölen insanların iki katı kadar insan beyaz ırkçıların gerçekleştirdikleri terör saldırıları sonucu yaşamını yitirmiş durumda (1). Avrupa’da ise durum daha farklı, son 10 yılda İslam adına işlendiği öne sürülen saldırılarda geri kalan saldırılara göre daha fazla can kaybı yaşanmış durumda. Üstelik bu saldırganların hiç de nadir olmayarak saldırının gerçekleştiği ülkede yaşamakta oldukları hatta bu ülkede doğmuş ve okumuş olduklarını biliyoruz.
Uluslararası siyaset ve terör finansmanı gibi başlıkları kapsamadığımızı hatırlamak şartıyla şunu öne sürmek mümkün: Batı dünyasında da artma eğiliminde olan bir saldırganlık dalgası bulunmakla birlikte bunu biçimlendirebilecek ideolojik bir zeminin yokluğunda farklı biçimlerde ortaya çıkıyor.
Norveç’te Brevik’in gerçekleştirdiği gibi toplumu dehşete düşüren, öngörülemeyen terör eylemleri. ABD’de daha yaygın olan öğrencilerin silahla okullarında rastgele ateş açarak çok sayıda kişiyi öldürmeleri de başka bir yakın örnek. Sadece 2015 yılında ABD’de bu şekilde 19 saldırı gerçekleşmiş ve en şiddetlisinde 9 kişi hayatını yitirmiş durumda. Youtube’da okul saldırısı hayranları saldırılara ait görüntüleri yayınladıkları bir kanal kurmuş durumdalar (2). 1995-2001 yılları arasında ABD’de gerçekleşen 15 silahlı saldırıdan 13’ünün faillerinin okulda dışlanma, reddedilme ya da zorbalığa maruz kaldığı saptanmış (3). Gelişmiş ve kollektivist topluluklarda şiddetin bireyin kendisine dönmesi ve intihar şeklinde biçimlenmesi beklenebilir. Örneğin Japonya’da 1972-2013 yılları arasında 18.000’den fazla lise öğrencisi intihar etmiş ve okulların açıldığı tarih olan 1 Eylül intiharların en yoğunlaştığı gün olmuş. Bu durum okullarda akran zorbalığının çocukları ileri düzeyde zorluyor olabileceğinin bir işareti olarak yorumlanıyor (4).

Paris Saldırganları: Avrupalı Müslümanlar
Paris saldırılarının en dehşet uyandıran taraflarından biri de bilinen saldırganların biri hariç hepsinin Fransa veya Belçika vatandaşı olmaları. Eğitimlerini bu ülkelerde alan, bu ülkelerde çalışan insanlar. Kurbanların komşuları, birlikte yaşadıkları insanlar olduğunu söyleyebiliriz, en azından kurtulanlarda böyle bir his bulunması beklenebilir. Tıpkı 11 Eylül saldırılarından sonra olduğu gibi saldırganların bir kısmının pek de dindar bir yaşam tarzına sahip olmadıkları anlaşıldı. Dolayısıyla saldırganlığın nedeni dini motivasyondan ibaret olmayabilir.

Fransa nüfusunun %12’si müslüman iken Fransa’daki tutukluların %70’i müslümanlardır (5). Fransız bir müslümanın bir katoliğe göre mavi yakalı olma olasılığı yüksek iken, beyaz yakalı olma olasılığı düşüktür (6). Kısaca eldeki veriler suç ve göreli yoksunluk arasındaki malum ilişkiyi (7) doğrular gibi görünüyor. Göreli yoksunluk kuramı kişilerin mutlak varlıklarından çok grup içi ve grup dışındakilere kıyasla varlığının ne olduğunun kişi için daha önemli olduğunu öne sürüyor. Bu anlamda kapitalizmin lokomotiflerinden birisinin de bu fenomen olduğunu varsaymak mümkün. Göreli yoksunluk aslında kişinin gözlemleyebildiği diğerlerine nazaran sosyal statüsünün ne olduğuna ilişkin veri sunması nedeniyle evrimsel kökenleri mülkiyetin çok öncesine kadar dayanabilen bir fenomen (8). Sosyal karşılaştırmanın sonucu göreli yoksunluk olduğunda kişi bunu “gururunun incinmesi” (bazen de ulusal gururunun incinmesi) olarak yaşantılamakta (9). İncinen bu gururun saldırganlıkla telafi edilmeye çalışılması ise hiç de nadir olmayarak gerçekleşebiliyor ve göreli yoksunluğun suç ile ilişkisi burada ortaya çıkıyor. Elbette sadece suçun işlenmesi değil, daha sıklıkla suça öykünme şeklinde gözlemleyebiliyoruz bu fenomeni. Asmalı-kesmeli, tabancalı-tüfekli garip bir kültürün neredeyse evrensel biçimde varoşlarda gözlenmesi tesadüf olmasa gerek.

Müslüman Gururu
Tam da Fransa saldırılarının sonrasında Mısır-Çad ulusal futbol takımlarının karşılaşmasının basın toplantısının ortasında salona girerken yüksek sesle “selamün aleyküm” diyen gazeteciye Hector Cuper’in korku dolu bakışlarını gördünüz mü? İslamofobi tartışmasını şimdilik bir tarafa bırakalım, dikkatimi çeken gazetecinin bu durumdan oldukça memnun gözükmesiydi. Tam da Paris saldırısı sonrası. Bir haber sitesinde bu videonun altındaki yorumu olduğu gibi aktarıyorum: “Korkulacak Bi Durum Yok Paşam Bu Biz Müslümanların Selamı ;) !!”
Batı medeniyeti karşısındaki ezginliğin zamanda sıfır rakamını icat etmiş, batılılara tuvaleti öğretmiş ya da üç kıtaya korku salmış olmakla telafi edilmeye çalışıldığına zaten tanık olmaktaydık. Yüreklere korku salıyor olmak terörle tekrar mümkün hale gelmiş gibi gözüküyor. Bu gururun yeniden tesis edilmesinin oldukça immatür bir biçimidir. Bu bağlamda teröristlere mağruriyet atıfı ise mevcut terörü destekleyen bir tutum olduğunu ne kadar vurgulasam azdır. Bu terörü müslüman kimliği ile insancıl biçimde okumanın, incinen müslüman gururunu telafi etmek bir yana, daha da rencide olmaktan başka bir yolu bulunmuyor gibi gözüküyor. “Müslüman terörist olmaz” söylemi bu anlamda da pek de hayırlı bir çaba gibi görünmüyor. Müslüman terörist oldu ve şimdi bu gerçekle yola devam etmek gerekiyor.

Doğru neydi?
Son olarak ahlak konusuna değinmek gerekebilir. Malum, milyonlarca insan tarafından olabilecek en büyük ahlaksızlık olarak nitelendirilen saldırıların failleri olayı ahlaksızlığa karşı ahlak adına gerçekleştirdiklerini iddia ediyorlar. Ahlaklar nasıl bu kadar farklı olabiliyor? İnsan yavrusu büyüdükçe ahlakı da karmaşıklaşıyor. Yeni yetmelerde (gelenek öncesi dönem) kendisi için iyi olan doğru kötü olan yanlıştır, mesela arkadaşına vurmaması gerekir çünkü o da kızıp kendisine vurabilir. Sonra bir takım normlar içselleştirilir (geleneksel dönem) ve kendisinden bağımsız biçimde birine vurmak yanlış oluverir çünkü yasaktır ya da ayıptır. İnsanların hepsi değilse de bir kısmı bir sonraki aşamaya geçerler (gelenek sonrası dönem) ve birine vurmak yasak ya da ayıp olsa da verili bir durumda -mesela o birisi başka birine zarar vermek üzereyse- birine vurmak yanlış değildir. Gelenek sonrası dönemde verili durumlar için kişi sürekli ahlaki muhakeme yapmak zorunda kalacağı için mutlak bir belirlenimden uzaktır. Ahlaki muhakeme ise çeşitli eksenlerde şekillenebilir. Bunu test etmek için kullanılan meşhur tramvay probleminde katılımcılara müdahale edilmezse 5 kişiyi ezecek olan tramvayı durdurmak için şişman birini tramvayın önüne ittirip ittirmeyecekleri sorulur. İttirmek değilse de düşüyor olsa tutulur mu peki? Gelenek sonrası döneme geçince neyin doğru neyin yanlış olduğu konusu epeyce muğlaklaşıverir.

Bilişsel açıklık kuramına göre (10) kişilerin bu karmaşada kendilerinin doğru mu yanlış mı olduklarını bilememelerinin büyük bir sıkıntı kaynağı olacaktır. Bu sıkıntı mutlak doğru değerler öneren ideolojilerin kabulünü kolaylaştırabilir. “Ben iyi miyim?” “Elbette iyisin çünkü sen müslümansın.” “Ama benden iyi gibi görünenler var?” “Hayır, onlar kafir ve kötüler.” Böylece müslümanın incinen gururu başka bir kuram üzerinden de terör yolu ile telafi edilebilmektedir.

Sonuç olarak medeniyetler çatışmasından çok, kitlelerin şiddet yoluyla gururlarını telafi edebilecekleri bir organizasyona kavuşmuş olmasıyla açıklanabilecek bir durumla karı karşıya gibiyiz. Bu organizasyon olmadığında şiddet ya terör içermeyen yollarla ya da bireysel terör eylemleriyle vuku bulmaktaydı. Bu organizasyonun nasıl oluştuğu ve sürdürüldüğü ise uluslararası politikanın konusu elbette. Sonraki yazıda da komşuları tarafından katledilmiş olmanın duygusuna bakabiliriz umarım.

KAYNAKLAR
1-http://www.nytimes.com/2015/06/25/us/tally-of-attacks-in-us-challenges-perceptions-of-top-terror-threat.html?_r=0
2- Oksanen, A., Hawdon, J., & Räsänen, P. (2014). Glamorizing rampage online: school shooting fan communities on youtube. Technology in society, 39, 55-67.
3- Leary, M. R., Kowalski, R. M., Smith, L., & Phillips, S. (2003). Teasing, rejection, and violence: Case studies of the school shootings. Aggressive behavior, 29(3), 202-214.
4-http://www.japantimes.co.jp/news/2015/08/19/national/social-issues/suicide-among-children-tends-occur-long-vacation-study/#.VlACoq7hDq3
5-http://www.washingtonpost.com/wp-dyn/content/article/2008/04/28/AR2008042802560.html
6- Laurence, J. & Vaïsse, J.(2007). Integrating Islam: Political and Religious Challenges in Contemporary France. Washington: Brookings Institution Press
7- Smith, H. J., Pettigrew, T. F., Pippin, G. M., & Bialosiewicz, S. (2012). Relative deprivation a theoretical and meta-analytic review. Personality and Social Psychology Review, 16(3), 203-232.
8- Cummins, D. (2005). Dominance, status, and social hierarchies. The handbook of evolutionary psychology, 676-697.
9- Buunk, B. P., Zurriaga, R., Gonzalez-Roma, V., & Subirats, M. (2003). Engaging in upward and downward comparisons as a determinant of relative deprivation at work: A longitudinal study. Journal of Vocational Behavior, 62(2), 370-388.
10- Livi, S., Kruglanski, A. W., Pierro, A., Mannetti, L., & Kenny, D. A. (2014). Epistemic motivation and perpetuation of group culture: Effects of need for cognitive closure on trans-generational norm transmission. Organizational Behavior and Human Decision Processes.