Hiper-küreselleşmenin doğurduğu hiper-finansallaşma ile hızlanan serbest sermaye hareketleri sistemik riskleri ve finansal istikrarsızlıkları da arttırdı.

Ticaret savaşları, serbest piyasa vesvesesi ve dijitalleşme

2008 krizinin üzerinden 10 sene geçti… Büyüme ve işsizlik oranları yeni yeni toparlanır gibi olduysa da istikrarlı ve kalıcı seviyelere geldiklerini söylemek güç. Geçtiğimiz günlerde UNCTAD’ın yayımladığı 2018 yılı Ticaret ve Kalkınma Raporu da dünya ekonomisinin halen sallantıda olduğunu gösteriyor.

Şu çok açık ki 40 yıldır uygulanan neoliberal politikalar vaatlerini asla yerine getirmedi. Gelişmekte olan ülkeler sürekli olarak gelişmeye devam ediyorlar, bir türlü gelişemediler. Hatta aralarında gerileyenler dahi oldu. Kazan-kazan sloganının bir palavradan ibaret olduğu bağnaz liberaller hariç herkes tarafından iyice anlaşıldı. Hiper-globalleşme dönemindeki uluslararası ticaretin kazananları ve kaybedenleri var.

Son 40 yılda eksponansiyel bir şekilde artan uluslararası ticaret küresel dengesizlikleri arttırıcı bir rol oynadı. Bugün ülkeler arası ticaretin çok büyük bir bölümü sadece birkaç şirket tarafından kontrol ediliyor. UNCTAD’ın raporuna göre ihracat yapan şirketlerin tepedeki yüzde 1’i toplam ihracatın yüzde 60’ını yapıyor. En büyük 10 şirket ise bu piyasanın yüzde 40’ını götürüyor. Buradan yola çıkarak, devasa çok-uluslu şirketlerin kârlılık ve piyasa yoğunluklarının hızla artıyor olmasının gelir dağılımı adaletsizliğinin büyümesi ve küresel ücret payının gerilemesinin arkasındaki asıl sebep olduğunu anlamak için teleskoba gerek yok.

Kazanan her şeyi alır
Vahşi kapitalist rekabet serveti adil bir şekilde dağıtmıyor. Aksine, kapitalizm günümüzde kazananın her şeyi aldığı (winner-takes-all) bir ekonomik bölüşüm yarattı. Tekelleşmenin arttığı bu dünyada sisteme yeni giren küçük şirketlerin küresel ihracat rekabetinde hayatta kalabilme oranları çok düşük. UNCTAD raporu, ihracat odaklı üretim yapan işletmelerin yüzde 75’inin ilk iki yıl içinde iflas ederek kapandıklarını gösteriyor. Bu oranın gelişmekte-olan ve az-gelişmiş ülkelerde daha da yüksek olduğunu düşünecek olursak bu ülkelerin neden bir türlü gelişemedikleri açıkça anlaşılıyor.

Üstelik küresel ticareti kontrol eden bu süper star şirketler “hayalet ticaret” yaparak varlıklarını Lüksemburg, İsviçre, İrlanda, Malta ve Bermuda gibi vergi cennetlerine taşımak suretiyle gelişmekte olan ülke devletlerine yapmakla mükellef oldukları ödemeleri de yapmıyorlar. Yani hem ucuz iş gücünden faydalanıyorlar hem de bütün artık değeri çok az vergi ödeyerek (ya da bazen hiç ödemeden) off-shore hesaplarına transfer ediyorlar.

Hiper-küreselleşmenin doğurduğu hiper-finansallaşma ile hızlanan serbest sermaye hareketleri sistemik riskleri ve finansal istikrarsızlıkları da arttırdı. Gelişmekte olan ülkelerin çoğunda yabancı sermayenin yarattığı varlık balonları hayalî değerler yaratıp giderken artlarında kriz, bunalım ve işsizlik bıraktılar.

Kapitalizm büyük bir Ponzi oyunu haline geldi. Dünyadaki toplam borç stoku son 10 yılda yüzde 50 artarak 250 trilyon dolar seviyesini aşmış durumda. Küresel finans kumarhanesinde dönen bu meblağ gayri safi dünya hasılasının yaklaşık üç katına tekabül ediyor. Kriz anlarında özel şirketlerin borçları devletler tarafından üstlenilip (too big to fail) fatura vatandaşlara çıkarılıyor. Günümüz kapitalizminde kârlar özel, zararlar ise kamusaldır.

Dijital ekonomi dalaveresi
İnternetin ilk zamanlarında liberaller bizlere mücella ve pembe bir gelecek vaat ediyordu. İletişimde sınırların kalkacağı, bilgiye erişimin hızlı ve maliyetsiz hale geleceği, iş yapmanın kolaylaşacağı, icatların artacağı, medyanın demokratikleşeceği tasavvur ediliyordu. Tüm bunlar sayesinde, yeterli sermaye birikimi olmadığı için sanayi yarışında geride kalıp yoksulluk tuzağına hapsolan ülkelerin dijital çağda günü daha kolay yakalayarak kalkınabilecekleri masalı anlatılıyordu.

Fakat gelinen noktada dijital ekonominin tamamına yakını Amazon, Alphabet Inc. (Google), Facebook, Alibaba, Booking, Ebay, Expedia, Uber, AirBnB ve Twitter tarafından ele geçirilmiş durumda. Sosyal medya sayesinde dünyanın daha demokratik hale geleceğinden bahsedilirken bugün hepimiz troll hesapları, yalan (fake) haberleri, siyasi seçimlerin manipüle edilmesini ve özel verilerin şirketlere satılmasını izliyoruz. Assange ve Snowden’in ortaya çıkardıkları onları “hain” yaparken, Zuckerberg’in şirketinin piyasa kapitalizasyonu artmaya devam ediyor.

Dijital şirketlerin ekseri çoğunluğu Amerika menşeili. Çin hariç gelişmekte olan ülkelerden ilk 50’ye giren dijital şirket sayısı yok denecek kadar az. Raporda teknoloji, yazılım ve bilgi hizmetleri sektörünün tepesindeki yüzde 1’de bulunan şirketlerin pazar paylarının 1996 yılında yüzde 27’den 2015’te yüzde 52’ye geldiği aktarılmış. Buna mukabil aynı şirketlerin istihdamdaki payları, aynı dönemde, yüzde 25’ten yüzde 27’ye çıkmış. Sadece yüzde ikilik bir artış!!

Diyeceğim, dijital ekonomi istihdam yaratmadan büyüyor. Böyle bir ekonominin gelişmekte olan ülkelerin kalkınmasına ön ayak olacağına inananlar olduğunu düşündükçe beni afakanlar basıyor.

Özetleyecek olursak, UNCTAD’ın son raporu neoliberal politikalar ve dijital ekonominin dünyadaki sorunları çözmek bir yana dursun tekelleşmenin hızlanmasına zemin hazırlayarak eşitsizliği daha da arttırdıklarını çarpıcı verilerle ortaya koyuyor. “Gelecek dijitalde” gibi klişe sloganlar atan sosyal medya uzmanlarının (evet, böyle bir “meslek” var) hayran oldukları internet çağı, sizi bilmem ama, bana demokrasiden çok Orwellyen bir distopyayı çağrıştırıyor. Millet Amazon’un Türkiye’ye geldiğine sevinedursun, bu gelişmelerin Türkiye ekonomisine uzun vadeli etkileri Bezos’tan başka hiç kimsenin çıkarına olmayacak. Bedava peynir fare kapanında olur. (Bir ürünü Amazon’dan iki lira ucuza almak gibi) Kısa vadeli küçük kazanımlar uğruna uzun vadede büyük kayıplar yaşıyoruz. Ve sanırım çok az kişi bunun farkında.