Tito artığı, ajan
Fotoğraf: DepoPhotos

Can Serhat HALİS

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin puslu koridorları; pek çok politik eyleme, öğrenci işgaline ve olaya şahitlik etmiştir. Yolu Edebiyat’a düşen hemen herkesin en az bir kere volta attığı Hergele Meydanı ise bu şahitlikte en kıdemli yerde durur. Çünkü bu meydan, aynı zamanda bir kavga alanıdır ve pek çoğumuz bu kavganın izlerini, kıymetli birer hatıra gibi vücudumuzda taşırız.

Ben de lisansımı, koridorlarında koşturduğum Edebiyat’ta tamamladım, oranın havasından soludum. Bugünlerde ekranlarda çokça karşılaştığımız Erkan Baş’ı da, ilk kez duvarlarını yüzlerce afişin süslediği, Hergele voltasında gördüm. Yaşı bizden biraz daha büyük olduğu için, öğrenci affıyla dönmüş olduğunu tahmin etmek güç değildi ve fenotipi Balkan göçmeni olduğunu şüphe bırakmaz şekilde belli ediyordu.

Türkiye’nin dünyada çok az ülkede görülebilen bir özelliği de bu; fenotip zenginliği. Mezopotamya’dan, İç Asya’dan, Balkanlardan, Kafkasya’dan ve yerli Anadolu genlerinden akıp gelen, çok farklı ve karışmış bir gen alüvyonu adeta.

Bu yüzden burada modern anlamda bir ırkçılığın filizlenmesi pek mümkün değil. Burada daha dini saiklere sahip başka türlü bir milliyetçiliğin-ırkçılığın varlığından bahsedebiliriz.

SALLANAN PARMAK SOLADIR

Bu yazıda son günlerde moda haline gelen Erkan Baş ya da TİP güzellemesi yapmayacağım. Gittikçe ‘Avrosantrik’ ve ‘neo-sol’ bir hatta kayan TİP’i pek çok bağlamda eleştiririm. Seçim arifesinde eleştirilerimizi saklı tutmanın doğru olduğunu düşündüğüm için detaylara girmeyeceğim.

Ancak gerici-milliyetçi çizgideki bir siyasetin başında bulunan Mustafa Destici’nin, Erkan Baş özelinde Balkan göçmenlerini ve solu ‘dış güçlerin maşası’ olmakla itham eden açıklaması ırkçılık kokuyor. üstelik Baş nezdinde sallanan parmak tüm soladır, bunu biliyoruz...

Siyasetten az çok anlayan birine ‘Türk sağının en istikrarlı mugalatası nedir’ diye sorsak, muhtemelen alacağımız cevap ‘dış güçler’ olur. Bu aslında Türk sağının içine düştüğü acziyetin vardığı son nokta olması itibariyle trajikomik bir durumu ifade ediyor. En istikrarlı argümanlarının hiçbir maddi delile dayanmayan ‘dış güçler edebiyatına’ saplanıp kalmış olması, terorik olarak bitmişliğin bir göstergesi aslında.

Peki önüne gelene ‘ajan’, ‘dış güçlerin kuklası’ diyen ve ülkücü niteliğiyle siyaset yürüten Destici’nin dahil olduğu örgütsel ve ideolojik hat neye tekabül ediyor? Kim dış güçlerin kuklası bakalım!

BİR KAPİTALİST/EMPERYALİST PROJE OLARAK TÜRK SAĞI

II. Dünya Savaşı’nın hemen akabinde, 20. yüzyılın ikinci yarısı, kaçınılmaz olarak, bir tarafta başını Sovyet Rusya’nın çektiği ‘Sosyalist Blok’ ve diğer tarafta başını ABD’nin çektiği ‘Kapitalist Blok’ olmak üzere iki kutuplu bir dünyaya evrildi.

Bu koşullar altında dünyada alan kapma savaşı hızlanıyor, fiiliyatta sıcak bir savaş olmasa da; diplomatik, ekonomik ve siyasal hamleler biçiminde açığa çıkan bir soğuk savaş hüküm sürüyordu.

Sosyalist akım, ulusal kurtuluş savaşları ve işçi ayaklanmalarıyla kapitalist merkezleri, etrafından ve bizzat içinden zorlayarak adeta çatırdatıyordu. Bu noktada ABD egemenliğini sürdürmek için; günaşırı yeni doktrinler, ekonomik paketler, savaş araç-gereçleri, ideolojik propaganda aygıtları ve ‘sinsi’ yöntemler üretmeye başlayacaktı.

Tamamı “düşmanı yok etmek” üzerine örülü olan bu girişimlerin en göze çarpanı ise; “komünist tehlikeye” karşı mücadele edecek para-militer güçler, kontrgerilla birlikleri, milis kuvvetler ve Komünizme Karşı Mücadele Dernekleri gibi aygıtlar olacaktı.

Devrimci kalkışmanın tüm dünyaya güçlü dalgalar gönderdiği 60’lı ve 70’li yıllarda; Latin Amerika’dan Uzak Asya’ya, Afrika’dan Ortadoğu’ya kadar, bu para-militergüçleri özel bir savaş stratejisi eşliğinde serpiştirdi ABD.

TÜRK SAĞI ABD MERKEZLİDİR

Türkiye’de ise aynı yıllarda “komandolar”, “mücahitler”, “Ülkü Ocakları”, “Komünizmle Mücadele Dernekleri” gibi şiddeti temel bir yöntem belirlemiş olan milis güçler yaratıldı. Bu güçler, dünyadaki diğer örneklerinde de görüldüğü gibi, devletle birlikte hareket ederek; devrimcileri katletmek, solcu öğrencilerin üzerine bombalar atmak, devrimci mahallelere baskınlar düzenlemek gibi icraatlarda bulundurlar.

1970’li yıllarda yüzlerce devrimcinin katledilmesinde; Beyazıt’ta üniversiteden çıkan öğrencilerin üzerine atılan bombada; Çorum, Sivas, Malatya, Elazığ, Erzincan ve Maraş gibi illerde solcu/Alevi mahallelere yönelik baskınlarda birinci dereceden sorumluluk sahibi olan para-militer güçler de, dünyadaki diğer türevlerinden farklı bir davranış sergilememişlerdi.

Temel varlık nedenleri; şiddet uygulayarak toplumda korku yaratmak suretiyle “ABD karşıtlarına” karşı mücadele etmek olan bu oluşumlar, iç savaş eğilimi taşıyan Türkiye gibi ülkelerde günümüze kadar varlıklarını belirli ölçülerde koruyarak taşıdı.

İşte bugün solda bulunan herkese ‘ABD ajanı’ diyen Desticiler, adı geçen bu para-militer oluşumun organik olarak günümüze ulaşmış halidir.