Başından itibaren sakatlanmış bir hayat yaşamak zorunda bırakılmışların, ama yine de özgürlük fikrinin en saf halinde yaşanabildiği yeraltının, toplumsalın kıyısının hikâyesidir Ingvar Ambjørnsen’in Beyaz Zencileri’nde anlatılan

Toplumsalın kıyısında

BULUT YAVUZ

Sınıflar, bürokrasi, derilerin renkleri, etnisiteler, şehirlerin ve kasabaların ‘hayata tutunmuş’ bireyleri kendi aralarında ne şekilde savaştıklarını yalnızca tek bir şey için unuturlar; toplumun işe yaramaz ‘sülük’leri için. Ingvar Ambjørnsen’in Beyaz Zencileri işte tam da bu ‘sülük’lerin yaşamını anlatır. Küçük hayallerin, küçük insanların, vasat başarıların, ‘ahlaki çöküntü’nün, uyuşturucunun ve ölümün kol gezdiği yerin Norveç sokakları olması, uygar dünyanın en uygar köşesinin uygar olmanın anlamı üzerine iyi bir fikir sunması da daha en başından kitabın hanesine yazılması gereken artı puandır. Ayrıca ana karakter Erling Heafs’in soyadının yazarın tam adının Ingvar Even Ambjørnsen-Haefs olduğu ve bunun roman karakterinin de soyadı olduğu göz önüne alındığında, bir de buna ana karakterin doğumundan yaşadığı hayata ve yazarlık hayallerine kadar olan benzerlik/aynılık eklendiğinde romanın otobiyografik bir tarafının olduğu da ortaya çıkar. Bu da Beyaz Zenciler’in, uygar dünyanın uygar insanlarının dışarıdan bakarak yazdığı ucuz sosyal sorumluluk projesi kapsamındaki eserlerin dışında bir eser olduğunu görmek açısından önemlidir. Eser tam da bir ‘Beyaz Zenci’nin gözünden, başka bir olasılığın -iyi ya da kötü bir olasılık olduğu tartışmanın dışında tutularak- ortaya konmasını içerir.

Ayrıcalıklılığın reddi

Kitabın adından da anlaşılacağı gibi hikâyenin ana karakteri beyazın gerçek anlamını taşımaktadır. Avrupalı’dır, beyazdır, erkektir ve ülkesinin ayrıcalıklı yurttaşıdır. Yani herhangi bir şekilde bir şey elde etmek istediğinde önünde, kendisinden başka ona engel olabilecek herhangi bir yükü yoktur. Beyaz zenci olmak işte bu ‘mükemmel’liğe sahipken toplumdışı olmayı seçmekten doğar. Bu seçim sonrasında gün geçtikçe doğuştan gelen imtiyazlarını kaybeden bir renk değiştirme süreci başlar. Kitapta bu sürecin tamamına şahit oluruz. Erling Heafs’in doğum yılından Rita’nın ölümüne kadar olan yirmi yedi senenin tamamı bu renk değiştirmeyi bize kusursuz bir şekilde betimler. Norveç’teki anti komünist propagandadan, sosyal hizmetlerdeki ihtiyaç sahibi insanlara böcek muamelesi yapan sisteme, beyaz ırkın üstünlüğüne inanan hocalara, faşizmin yaş grubu gözetmeksizin Norveç’teki genel egemenliğine ve devlet tarafından nasıl da desteklendiğine kadar Kuzeye dair, coğrafyamızda var olan, yanılgıları yerle bir edecek bir portre ile karşı karşıya kalırız. Ana karakterimiz ve iki arkadaşının -Charly ve Rita- organik bir mücadele bağının içinde olmaması da bu portrenin canlılığına canlılık katan bir unsur olarak kitaba güç katar. Devrimci bir mücadele değildir onlarınki, sosyal hizmetlerdeki durumu betimlerken dendiği gibi, onlar buranın dilencileridir ve hayatta kalmak için gerekli şeyleri temin edebilmeleri için her yol mubahtır.

toplumsalin-kiyisinda-428505-1.Yeraltının eşlikçileri

Kitapta yoğun bir alkolizm ve uyuşturucu bağımlılığı ile karşılaşırız. Ancak bu merkezde bir unsur olmaktan çok uzaktır. Hatta yeraltına itilmişlerin yaşamını merak edip buralara gelen turistik ziyaretlerle meseleyi sadece buraya bağlamaları üzerinden sıkça dalga geçilir. Yeraltının meselesi sistemin herhangi bir unsuruna bağlanmama meselesi olarak tartışmaya açılır. Uyum sağlamak istemeyenler buradadır, işgal evlerinde ya da küçük komünlerde kalırlar. Burada hayatta kalmak için de buraya uygun işler yaparlar. Örneğin Charly’nin satıcılık yaptığı birkaç dönem vardır. Rita seks işçiliği yapar bir süre ki kanserinin acılarını azaltmak için eroin alabilsin. Dışarıdan bakan göz meselenin bir hayatta kalma meselesi olduğunu gözden kaçırarak, sanki uyuşturucu ve alkol bu insanları buraya düşürmüş gibi görür bu dünyayı. Oysa bu dünyada oldukları ve bu dünyanın kuralları sert olduğu için bu meseleler bu kadar gündemdedir. Rita’nın öldüğü sahnede Erling Heafs’in, o esnada yaşadıkları işgal evinin altına kurulan yasadışı bardaki sivil polislere durumu bildirmesi bu dünyanın kurallarını göz önüne serer. Üzülüp kendini kaybetmeye vakit yoktur, hatta kendini kaybetmeye genel olarak vakit yoktur. Önce yapılması gerekenler yapılmalıdır, ritüeller ancak ondan sonra gerçekleştirilebilir. Toplumsalın kıyısında yaşayabilmek için ödenmesi gereken bedel budur.

Yeraltının isyanı

Kitapta düzene karşı direniş anlamında tek bir sahne vardır. Okul müdürleri Der Stürer -Der Führer’den türettikleri bir sözcük, müdürün sarışın canavarın üstünlüğüne inanan bir Nazi olduğunu imliyor- tarafından yapılan faşist propagandaya ve okulu bir toplama kampına çeviren uygulamalarına karşı bir okul gazetesi fikriyle karşısına çıkıp, onunla yaptıkları röportajı son dakikada değiştirerek, onun ağzından komünist propaganda yaparlar. O kadar iyi bir şekilde düzenlerler ki bu tezgâhı, gazete okulun faşist öğrencileri tarafından denetlendiği ve onların onayı sayesinde çıktığı için suç faşist öğrencilere kalır. Bu sahne ve kitabın bütünü göz önüne alındığında antifanın toplumdışı olmanın temel düsturu olduğu belli olur. Kitapta politik açıdan bir tek, toplum tarafından geçer akçe olarak tanımlanan ve toplumun kimi kesimlerini baskı altına alan her düşünceye karşı mutlak bir özgürlük düşüncesi vardır.

Başından itibaren sakatlanmış bir hayat yaşamak zorunda bırakılmışların, ama yine de özgürlük fikrinin en saf halinde yaşanabildiği yeraltının, toplumsalın kıyısının hikâyesidir burada anlatılan. Beyaz Zenciler bu fikrin ve bu fikri ortadan kaldırmaya çalışan aygıtların savaşının; iktidar varoldukça direnişin de ona eşlik edeceğinin ve bu eşlik edişin bir uğrağının da yeraltından geçtiğinin anlatısıdır.