Üniversitelerdeki frensiz piyasalaşma süreci üniversiteleri şirket, öğrencileri ve aileleri ise müşteri haline getirdi. Parayı verenin düdüğü çaldığı bu yeni nesil üniversitelerde öğrenciler barınamaz, yemek yiyemez hale geldi. Piyasalaşmayla iç içe geçmiş gericileşme ile barınamayan öğrenciler tarikat yurtlarının kucağına terk edildi.

Trifon'un gemisinden gençliğin iradesine: Onlar aynı gemide peki, gençlik nerede?

Dilara İLBUĞA YILDIRIM - Siyasal İletişim Danışmanı 

Sait Faik, Varlık’ta yayınladığı “Stelyanos Hrisopulos Gemisi” adlı hikâyesinde on iki yaşındaki deniz tutkunu Trifon ile balıkçı dedesi Stelyanos Hrisopulos’un Ada’da geçirdikleri hayatlarına götürür bizi. Trifon, anne ve babasını kaybetmiş, balıkçı dedesiyle yoksulluk içerisinde yaşayan yalnız bir çocuktur. Tek tutkusu denizdir; denize inanır, denizden beslenir. En büyük hayali ise bir gemi yapmaktır: Stelyanos Hrisopulos Gemisi! Trifon günün sonunda hayallerini gerçekleştirir, gemisini yapar fakat Ada’daki diğer çocuklar ceplerindeki taşlarla gemiye saldırırlar ve gemi batar, hikâye Stelyanos Hrisopulos’un Gemisi’nin batışıyla biter. Bazılarına göre Trifon kaybetmiştir, gemisi batmıştır; peki gemi batınca hikâye bitmiş midir? Bence asıl yanıtlanması gereken soru budur. 

AKP’li yıllarda gençlikle ilgili tartışmaların tamamında işsizlik, geleceksizlik, güvencesizlik başlıklarında ortaklaşırız. Şimdilerde tüm bu başlıklara ek olarak yaşatılamayan bir gençlik ile karanlığın en dibindeyiz. Özellikle son yıllarda üniversitelerde ardı ardına yaşanan kayıplar gözleri bir kez daha iktidarın üniversitelere yönelik saldırılarına çevirdi çünkü bu saldırıların bedelini gençler canlarıyla ödemeye başladı. AKP, 12 Eylül’ün ürünü YÖK’ten aldığı mirasla üniversiteleri gericileşme, piyasalaşma ve sistematik itibarsızlaştırma ile kuşattı. 

Üniversitelerdeki frensiz piyasalaşma süreci üniversiteleri şirket, öğrencileri ve aileleri ise müşteri haline getirdi. Parayı verenin düdüğü çaldığı bu yeni nesil üniversitelerde öğrenciler barınamaz, yemek yiyemez hale geldi. Piyasalaşmayla iç içe geçmiş gericileşme ile barınamayan öğrenciler tarikat yurtlarının kucağına terk edildi. Tüm bu piyasalaşma ve gericileşme süreci de yetmedi ve üniversitelere yönelik itibarsızlaştırma politikaları sistematik hale getirildi. İktidar ve çevresinin eş, dost, akrabaları üniversitelere “akademisyen” olurken, mevcut akademisyenler bir kararname ile üniversitelerden ihraç edildi. Cumhurbaşkanının canının istediğini rektör yaptığı üniversitelerin adı değişti, kampüsü bölündü, hafızası ve itibarı yok edildi. Ticari işletme mantığıyla açılan, bölünen ve kampüsleri şehir dışlarına taşınan üniversiteler, sermayeye hizmet eden ve ucuz işgücü yaratan sessiz şirketler haline geldi. 

İktidarın bu kuşatmasının öteki yüzünü bizler gençlerin geride bıraktığı intihar mektuplarından okur olduk. Piyasalaşma ile KYK yurdunda ihmal sonucu düşen bir asansörde 22 yaşındaki Zeren Ertan’ı, gericileşme nedeniyle tarikat yurdunda 20 yaşında intihar eden Enes Kara’yı, itibarsızlaştırma ile araştırma görevlisi Ceren Damar’ı kaybettik. 

Bu ölümlerin nedenleri dışında tamamının ortaklaştığı bir nokta daha var, o da yoksulluk. Üniversite harçlarını, barınma, ulaşım gibi giderleri yani kısacası bir üniversite öğrencisi olmak için gerekli temel maddi koşulları sağlamanın bile zorlaştığı bu döngüde tarikat yurduna gitmek zorunda kalan da KYK yurdunda insanlık onuruna yakışmayan yemekleri yemek zorunda bırakılan da emekçi çocukları… 

Tam da bu nedenle yaşamın her alanı nasıl politikse bu ölümler de bir o kadar politik ve sınıfsal. Ölülerimiz, hayatları yaşamaya değer bulunmayanlardır. Kapitalizmde yaşamı değerli bulunmayan yoksul gençlerin ölümleri cinayet değildir; onlar için yas tutmaya ya da bayrakları yarıya indirmeye gerek yoktur. Öğrenci yurdu mezar olmuş, yorgan kefen olmuş kapitalizm için bir önemi yoktur. 

Peki, o halde tüm bu karanlığın içinde yukarıdaki hikâyeyi ve soruyu tekrar hatırlayalım: Tüm bu saldırılara, kuşatmaya ve kayıplara rağmen hikâye bitmiş midir? 

Trifon’un hikâyesi aslında bizim hikâyemiz; geçinemediği için intihar eden, ihmallerle ölen, öldürülen gençlerin hikâyesi. Bir tarafta Trifon’un gemisi var; diğer tarafta o gemiyi taşlayan ve “Hepimiz aynı gemideyiz” diyen onlar. Gemimiz belki battı ama yeniden bir gemi yapacak güç, irade hâlâ bu ülkenin gençlerinde. Ki o gençler bu iradeyi arkadaşlarının ölümlerine ses olarak, Türkiye’nin dört bir yanında eylemlerini büyüterek bir kere daha herkese gösteriyorlar. Sait Faik’in umudu mücadelemize işleyen o hikâyesinde dediği gibi: “Kış ne kadar çok, ne kadar uzun olursa olsun; balık ne kadar az çıkarsa çıksın; yine yaz, bildiği gibi mahrumiyetlerin içinden kafasını kaldıracak ve onu bekleyenlere gelecektir.”