Günlerdir ana gündem maddemiz türban. Pazar günü 14 ulusal gazetenin manşetinde türban vardı. Yo, daha önemli sorunlarımız varken...

Günlerdir ana gündem maddemiz türban. Pazar günü 14 ulusal gazetenin manşetinde türban vardı. Yo, daha önemli sorunlarımız varken... falan demeyeceğim. Bu önemli bir konu. Belki daha da çok konuşmalıyız. Ama artık şu cami-kış-la düzleminden çıkmamız şart. Gazetemizin pazar günkü manşetindeki perspektif, çözüm iradesi ortaya koymak niyetindeki tüm demokratik muhalefet için müşterek bir zemin niteliği taşıyor: 'Üçüncü bir yol her zaman var!'

Üstelik türban üzerinden yürütülen tartışmalarda soldan yükselen seslerin atonalliği öylesine boyutlara varmış durumdaki, içinde bulunduğumuz türban türbülansından çıktığımız vakit, sol her zamankinden daha fazla amorflaşacak. Zira şimdiden yüzlerce yıllık evrensel birikimlerin sonucu olan değerlerden feragat eden kavramsallaştırmalar, solun argümanlarına dahil edildi bile. Bu açıdan solun türbanla imtihanı, bizzat solun Türkiye'deki varlığı açısından da hayat memat meselesi.

Artık biliyoruz ve görüyoruz ki, Türk Bayrağından başörtüleriyle Anıtkabir'de şeytan taşlayanların, şeriat paranoyasıy-la işkencecileriyle barışanların, orduyu göreve çağırmadan ya da ceza kanunlarını daha da ağırlaştırmayı önermeden bir arada yaşama iradesine vurgu yapanları AKP'cilikle, Amerikancılıkla yaftalayanla-rın da kadın bedeni üzerinden mazlum edebiyatı yapan siyasal İslamcılardan hiçbir farkları yok.

Ancak kavram karmaşası öylesine derinleşiyor ki, başlarda, türbanı hizmet alanlar kıstasınca bireysel bir özgürlük olarak yorumlayanlar, şimdilerde, ulusalcı-darbeci cenahın statükocu salvolarını, gericilerin dini örtünme pratiklerini kut-sallaştıran pragmatist perspektifleriyle savuşturmaya çalışıyorlar. Ne yazıktır ki bugünlerde entelijansiyamız arasında moda bu. Tıpkı ulusalcıların milliyetçilikle flörtü gibi, yeni bin yıl sahnesine gerçek bir iç hesaplaşma yapmadan çıkan Türkiye solu ve entelektüelleri de, gerçeklikle aralarındaki kan uyuşmazlığı problemini aşmak için reel politikanın, takiyenin nimetlerinden medet umuyorlar.

Özgürlükçü sol türban turnusolünün rengini belirleme noktasında aktif olmak niyetindeyse, yol haritalarını ve çözüm önerilerini her zamankinden daha yüksek sesle dillendirmek, Melih Pekdemir'in tabiriyle, 'Müslümanlarla, Müslümanlık dışı ve seküler bir ilişki kurmak' zorunda. Yalnızca türban üzerinden yürütülen gerici-leşme tartışmalarına, milli eğitim müfredatını ve TV programlarının içeriğini, ceza kanunlarını, sosyal güvenlik reformlarını kısacası gündelik yaşamımızı doğrudan etkileyen gerici dayatmaların tümünü dâhil etmek durumunda. Muktedirlerin kum havuzundan çıkıp, Acun Ilıca'nın izlenme rekorları kıran yarışmasında kutulara dokunarak içlerindeki meblağları değiştireceğini uman başı açık modern kentli kadınların makbul metafizik zihniyetinin, kadınlarımızı çarşafa sokan metafizik düşünceden yeğ olmadığını vurgulamalı mesela. Ve evirmeden çevirmeden, kadının kamusal alandan tecridini amaçlayan dini örtünme pratiklerini savunarak kadını özgürleştirmeye çalışmak, özgürlükçülük müdür yoksa şarlatanlık mıdır, diye sormalı.

Giden gider kalan sağlar bizimdir diyecek lüksümüz de olmadığına göre, bu erozyonu engelleyecek kapsamlı önermeler üzerinde yürütülecek bir tartışmanın tez elden başlatılması gerekiyor. Ancak bu sefer ezberlerimizi hatim etmeden, ona buna özellikle de demokrasi dışı güçlere göz kırpmadan ve illa ki solun evrensel değerlerinin ışığında. Ama yok, yine her kriz dönemde yapıldığı gibi, 'deruni' salon tartışmalarını gazetelerimizde ve dergilerimizde tefrika etmekten başka bir şey yapmayacaksak, bu işe hiç soyunmamak daha âlâ. Hiç olmazsa yaratılan kavram karmaşasında ve karanlıkta suçumuz, günahımız olmaz. Tatlı ve dingin sularımızda yaşar gideriz. Ne varlığımız kimsecikleri rahatsız eder ne de yokluğumuzdan hayıflanılır.

* * *
MEDYAZADE
Sevgili okuyucularım, bir ülke düşünün ki, o ülkenin Genelkurmay Başkanı 'silahlı kuvvetlerimiz suç örgütü değildir' diye açıklama yapmak zorunda bırakılıyor. Çağdaş demokrasilerde böylesi sahneler yaşanır mı efendim? Fransa'da, İtalya'da ya da ne bileyim Britanya'da sorunlar yaşanmıyor mu? Oralar dikensiz gül bahçesi mi? Elbette hayır, onların da sorunları oluyor. Ama ecnebi milleti on yılda bir ordularını balans ayarı yapmak zorunda bırakmıyor; azmıyor bizimkiler gibi. Adamlar ordularının, komutanlarının değerini biliyorlar. Öyle uluorta eleştirmiyorlar. Buradan gazeteci kardeşlerimi, özellikle de Umur Talu'yu bir büyükleri olarak uyarmak istiyorum. Ülkemizde darbe planları yapan, vatandaşlarımızı günlerce alıkoyan, onları işkence tezgâhlarından geçiren ve hatta kimi zaman mahkemelerinde yargılayıp idam eden, gece yarıları bildiriler hazırlayıp siyasileri ve milleti tehdit eden suç örgütleri dururken, TSK ile uğraşmayı bırakın artık. Yoksa iyi niyetinizden şüphe edeceğim. Bakın canım, eski tüfekleriniz bile işkencecilerini affediyorlar siz hâlâ hak hukuk gak guguktasınız. 12 Eylül öncesine mi dönmek istiyorsunuz nedir, anlamadım ki?

* * *
...DİYOR Kİ:
"Sendikalar öğretmenlerin hakkını korumada çok önemli faktördür. Fakat şunu da bilin, sizlerin hakkını korumada, Maliye Bakanı karşısında haklarınızı istemede asıl sendikanız benim."

Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik
"Sevgili emekçi kardeşlerimiz/ Grevlere boykotlara yüz vermeyiniz/ Bin verip bir alıp şükür deyiniz/ İktidarınız sizi seviptirsindir/ Her bir işinizi görüptürsündür/ Size çok çok dualar ediptirsindir." Özgürlük Türküsü