Geçtiğimiz haftaki yazımızda, 'Sol'un, türban tartışmalarının üzeri örtüldüğünde her zamankinden daha fazla amorflaşacağı üzerinde durmuştuk. Tartışmalar henüz bitmedi,...

Geçtiğimiz haftaki yazımızda, 'Sol'un, türban tartışmalarının üzeri örtüldü-ğünde her zamankinden daha fazla amorflaşacağı üzerinde durmuştuk. Tartışmalar henüz bitmedi, yakın bir süreçte de bitecek gibi görünmüyor. Sabah'la özdeşleşen 'Biz demiştik' türünden bir girizgâh yapmak niyetinde değilim ama daha şimdiden yukarıda sözünü ettiğimiz muhtemel sona dair emareler belirmeye başladı. Öyle ki, solun dinle olan ilişkisinde ezber bozmak uğruna yaratılan ezberin kendisi, medya etiği tartışmalarında da kıstas haline gelmeye başladı.

Taraf gazetesinde Medyaironik köşesini hazırlayan Alper Görmüş, 8 Şubattaki yazısında geçen Salı Hal-i Medya'da yayınlanan 'Türban türbülansı' isimli yazımızı ele aldı.

"...Melih Altınok, çareyi sol'un 'cami-kışla düzleminden çıkmasında' görüyor ve gazetesinin 3 Şubattaki manşetini ('ÜÇÜNCÜ BİR YOL HER ZAMAN VAR') hatırlatıyor. 0 manşetten sonra ben de daha dikkatli izledim BirGün'ü, çünkü herkes gibi ben de bıktım artık her gün aynı şeyleri okumaktan ve herkesin kendi cephesinin doğrusunu dile getirmesinden. Fakat ne yalan söyleyeyim, gazetenin sonraki manşet tercihleri ben de hayal kırıklığı yarattı. Gazetenin çizgisinde 'Üçüncü yol'luk hiçbir şey bulamadım, bulduklarım da kışla düzleminde-kilerin hoşuna gidecek şeylerdi..."

Alper Görmüş, medya üzerine değerli çalışmaları olan ve tespitlerinin pek çoğunun altına imza atacağım bir gazetecidir. Ancak Sayın Görmüş'ün, gazetemizin türban tartışmalarındaki kısır döngüden çıkış için önerdiği alternatifi, ulusalcıların 'darbesever' söylem teriyle eşdeğer tutmasını haksızlık olarak görüyorum.

İlk olarak gazetemizin 'Üçüncü yol' olarak önerdiği perspektifle ilgili beklentiler üzerinde durmak gerekiyor sanırım. Alternatif olarak önerilen 'Üçüncü yol' daha önceleri 'Ne Refahyol Ne Hazır 01' ya da 'Ne Darbe ne Şeriat' önermeleriyle dile getirilen özgürlükçü ve bir arada yaşama iradesine vurgu yapan bir akış açısının ürünüdür. Ve BirGün, yayın hayatına başladığı ilk günden itibaren, kuruluş ilkelerinde de yer alan özgürlükçü sol söylemine sadık kalmıştır. Dolayısıyla gazetemizin manşetini türban sorunundan çıkışa dair yeni keşfedilmiş sihirli bir formül olarak değil, sol muhalefetin geniş bir kesimin üzerinde mutabakat sağladığı ilkelerin anımsatılması olarak okumak daha doğru olacaktır. Gazetemizin 3 Şubat'taki söz konusu manşetin içeriğinde de bu durum ayrıntılarıyla ele alınmıştır.

İkinci olarak, Sayın Görmüş, BirGün'ün 5 ve 6 Şubat tarihlerindeki manşetlerini, 'sapla samanı karıştırmak' ve 'niyet okuyu-culuk' olarak nitelendiriyor. 'Laik Türkiye Şeriat Sponsoru' (5 Şubat) manşeti, ilk bakışta Diyanet-Sen ile resmi bir kurum olan Diyanet'in özdeşleştirildiği kanısını uyandırıyor. Sayın Görmüş bu tespitinde haklıdır. Ne var ki haberin içeriğinde, tüm Türkiye yurttaşlarının inançlarına eşit mesafede durması gereken resmi bir kurumun çalışanlarının yarısından fazlasının üyesi olduğu sendikanın nezdinde, kurumdaki kadrolaşma ve çarpık zihniyet eleştirilmektedir.

6 Şubattaki 'Taktiği Bırak Stratejiye Bak' manşetindeyse, yapılan, Görmüş'ün iddia ettiği gibi 'niyet okuyuculuk' değil, AKP'nin türban tasarısındaki eksikliklerin ve hataların altının çizilmesidir. Kaldı ki, siyasilerin beyanatlarının alt metinlerini çıkartmak, evrensel gazetecilik ilkelerinin gereğidir.

Üçüncü bir yol her zaman var! Ve türbana kurban edilen sorunlarımızın sırasının gelmesi için, türban türbülansından daha az zararla çıkmamızı sağlayacak bu yola her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Ama mutlaka Oğuzhan Müftoğ-lu'nun geçen pazar kaleme aldığı yazısındaki uyarıyı kulak ardı etmeden: "Eğer bu toplumu ve insanlarını gerçekten özgürleştirmek diye bir sorununuz varsa öncelikle bu taassup dalgası karşısında endişeye kapılan herkese bir Kemalist şapkası giydiren yeni moda ezbercilikten de vazgeçilmelidir."

* * *
...DİYOR Kİ:
"Türban farz değil. İslam dininde kaza uygulaması var. Bu kızlarımız bunu bir kaza olarak saymalıdırlar." Ankara Ü. Rektörü Prof. Dr. Nusret Araş / Zaman.
Allah'ına kadar diyalektik materyalist olmak böyle bir şey olsa gerek.

* * *
MEDYAZADE
Bildiğiniz üzere, Reisi Cumhurumuz Abdullah Bey, geçtiğimiz günlerde Katar Emiri Şeyh Hamad Bin Halife Tani ile görüştü. Yanında da 29 gazeteci götürdü. Bendeniz de bu geziye davetliydim, ancak Taki Doğan arayıp "Ağabey ne olursun sıranı bana ver, Abdullah'ın uçağına bir kere de ben bineyim, n'olursun..." deyince dayanamadım. Peki dedim; yumuşak kalpliyimdir ya. Aradan bir iki gün geçince geziye katılan bir meslektaşımı aradım. Yediğiniz içtiğiniz sizin olsun, neler yaptınız anlat bakayım dedim. Ne cevap verse beğenirsiniz? "Ağabey, yediğiniz içtiğiniz diye kestirip atma, Şeyh her birimize 5 bin dolarlık saat hediye etti. Ayrıca Taki hâlâ yiyor." demesin mi? Hemen Taki'yi aradım. Ama ne fayda hâlâ açmıyor telefonunu. Beni bilen bilir, üçün beşin hesabını yapacak adam değilimdir. Ama bazı şeyler artık kanıma dokunuyor efendim. Buradan Taki'ye sesleniyorum. 0 saat benim hakkımdır Taki. Bu yaştan sonra sana gazetecilik etiği dersi mi vereyim istiyorsun? Ayrıca unutma ki, meslektaşı plastik Casio'yla gezerken, beş bin dolarlık hediye saat takan bizden değildir.