Yaşadığımız ülkede çağdaş demokrasi tüm kurum ve kuralları ile yaşama dönüştürülse; sosyal hukuk devleti olsa; bireysel...

Yaşadığımız ülkede çağdaş demokrasi tüm kurum ve kuralları ile yaşama dönüştürülse; sosyal hukuk devleti olsa; bireysel çalışmalar bu kadar ön plana çıkar mı? Ya da birey özgürce yaşam yerine, devletin eksik bıraktığı alanlara yönelik çalışmalara; bir yaşam adar mı?
Çağdaş hukuk devletinde her hastalık için uzun çalışmalar yapılır. Örneğin ülkemizde cüzzam hastaları ile devlet yeterli oranda ilgilense, uluslararası çalışmaları izlese, projeler yapsa kısacası onlar sahipsiz olmasa Türkan Saylan bu çalışmalarda yalnız başına mücadele eder miydi?
Aynı durum eğitim için de geçerli değil mi?
Devletin çağdaş eğitim programları olsa, aileler kız-erkek çocuk ayrımı yapmadan çocuklarını okutsa, eğitim seferberlikleri başlatılsa; Türkan Saylan da isimsiz bir eğitim gönüllüsü olarak kalırdı. Oysa o devletin yokluğunu bir eğitim seferberliği ile aşmaya çalıştı. Önüne hedefler koydu. Okumayan kızların dramlarına tanıklık yüreğini burktu. Tüm bunlar devletin yokluğunda oldu.
Belki de ülkenin ilk kadın Milli Eğitim Bakanı, eğitim için bu denli özverili çalışmalar yapan bir bilim kadınını uğurlamaya gitmekten korktu. Gidemedi. Milli Eğitim Bakanı sözü olan bir kadın siyasetçi olsa o cenaze törenine tepki bile alsa koşar, kadın dayanışması gösterir, eğitim gönüllüsünü saygıyla uğurlardı.
Biz de devlet bireyi değil birey devleti koruyor. Bir de “Her şeyi devletten beklemek doğru olmaz” diye son yıllarda anlamsız bir slogan üretildi ve olur olmaz yerde her dillendiriliyor. Devletten her şey beklenmez ama temel sorunları devlet çözer. Temel ve yaşamsal sorunları devlet çözmezse, projeler üretmezse; politikalarını oluşturmazsa, ülkemizdeki gibi birçok alanlarda boşluk doğar o boşlukları da bireyler doldurur.
Kuşkusuz her birey değil, zengin olma korkusunu aşan, bencilliği yenen, vicdanı ile empati yapan çağdaş bireyler başkaları adına çalışma yapar.
Devletin yarattığı boşluğu ne yazık ki birçok alanda sivil toplum örgütleri üstleniyor. Çağdaş Yaşamı desteleme derneği ve onun başkanı Türkan saylan eğitim alanındaki boşluklar adına bir yaşama adadılar. Yakinen tanıdığım Türkan Saylan aslında isminin bu kadar büyümesini istemezdi.
 Bir sendikacı, rutin sendikal uğraşını yaparken; bir anda istemediği kadar övgü alıyor. Oysa sosyal hukuk devleti olsa sendikal uğraş kuşatılmasa; çalışma yaşamı anti demokratik hükümlerle mayınlı alana dönüştürülmese;  sendikalaşma önündeki engeller kaldırılsa, sendikasız çalışan parmakla gösterilse bu durumlar yaşanır mı? İşini yapan bir sendikacı kahraman olur mu?
Geçen hafta okuduğum bir söyleşide; uzun süre Amerika’da yaşadıktan sonra Türkiye’ye dönen tiyatrocu Defne Halman bakın neler diyor: “ Amerika’da sahne sanat sendikasına üyeyim. Ancak o sistemin içine girmek de çok zor. Bir takım çalışmalar yapacaksınız, para kazandığınızı kanıtlayacaksınız. Sendikaya girmeden bazı işlerin denemelerine dahi giremiyorsunuz.”
• • •
Güle güle Türkan Saylan...
90'lı yıllarda Kadınca Dergisi'ndeki bir ankete verdiği, "Benim cadım YAŞAR SEYMAN" yanıtını okumak beni inanılmaz mutlandırmıştı. Gönendim, sorumluluk yüklendim. O yanıttan bir yıl sonra tanıştık. Yıllarca toplumsal etkinliklerde buluştuk, konuştuk, sevgimiz büyüdü.
2008 yılında aynı sloganda buluştuk: "NE ŞERİAT NE DARBE"
Güle güle kırmızı rujlu kadın…
Işığın Türkiye’nin geleceğini aydınlatmayı sürdürecek.