Türkçe rapin öteki yüzü

Etki Can Bolatcan - Araştırmacı

Bu yazıyı kaleme almaya “Çağrı Sinci”nin “Prometheus” şarkısını dinledikten sonra karar verdim, şarkıda tanrıdan ateş çalıp insanlara hediye eden Prometheus’un Zeus tarafından cezalandırmasından bahsediyor “Çağrı Sinci”. Ardından Avukat Selçuk Kozağaçlı dahil oluyor şarkıya, “Yaşamın kendisi değil kutsal olan; kutsal olan onurlu bir yaşam” diyor. 

Türkiye’de yıllardır onurlu, eşit, adil bir yaşamın peşine düşen, tanrılardan ateş çalan; Gezi’deki, Soma’daki, Tekel’deki insanların sözlerini ritme döken Türkçe Rap’in de sadece son 10 yılda paranın, uyuşturucunun, bireyciliğin ellerine düştüğüne şahit olduk.  

Piyasacı müzik endüstrisinin, kültür emperyalizminin ve neoliberalizmin sanat eserleri üzerindeki etkisi son dönemlerde gözle görülür biçimde artmış olsa da belki ben bu alana fazlasıyla ilgili olduğum için belki de gerçekten böyle olduğu için bu etkiyi Türkçe Rap üzerinde de fazlasıyla hissettik. Ancak Türkiye’de hâlâ alternatif bir dünyanın mümkün olduğunu söyleyen alternatif hip-hop sanatçıları var.  

Yazının başında da bahsettiğim “Çağrı Sinci” başka bir dünyanın mümkün olduğuna inanan Hip-Hop sanatçılarından biri. “Çağrı Sinci”yi ilk defa İnsan Terbiyecisi albümüyle tanıma şansı bulmuştum, yaşım küçük olduğu için albümün ilk çıktığı zaman dinleyemedim tabii ki, belki de albümün çıkışından yıllar sonra dinledim ilk defa. Albümü ilk dinlediğimde benim herkese söylemek istediğim fikirleri mikrofona haykıran, benim hayal ettiğim dünyayı tahayyül eden, benim şikâyetçi olduğum şeylere isyan eden bir şarkıcı tanımanın verdiği heyecanla hemen “Çağrı Sinci”nin diskografisini incelemeye başlamıştım. Emek-sermaye çelişkisini, artıdeğer sömürüsünü, 1 Mayıs 1977’yi dile getirdiği “Hep Biz Öldük” şarkısı henüz Marx’ın çoğu kitabıyla tanışmamış olan ortaokuldaki Etki Can’ın ilk teorik temellerini atmıştı. O günden beri hiç bırakmadım “Çağrı Sinci” dinlemeyi. Dünyaya onunla aynı pencereden bakan diğer hip-hop sanatçılarını tanımama da vesile oldu. “Saian” mesela; sömürüsüz bir dünya mücadelesinin otonom piyadesi. O da yağmurlu havalarda şarkı sözlerine dalıp su birikintilerine basmamıza sebep olan duygusal şarkılarının dışında memleketin derdini dert edinen sanatçılardan biri. Sert politik üslubu, insanı mücadeleye çağıran militan sözlerinin yanında yumuşak fakat bir o kadar da direngen, kısa fakat bir o kadar da uzun hissedilen bir şarkısı vardır ki; Öğlen Ayartması: 

Kanvas pantolon, Mahir’in bıyığı, parkası pismiş 

Bi’ kız bilirdim kara sevdalı fakat kızın sevdiği komünistmiş  

Bu isimlerin yanına eklemek istediğim, son yıllarda ortaya çıkan “newscholl” rapçilerin aksine protest müzik üreten, hem eserlerinde hem de yaşamında gençleri mücadeleye çağıran bir sanatçı daha var: “Dipnot”. 

DİPNOT

Neredeyse bütün eserlerinde toplumcu cümleler bulduğumuz, çalışmalarını Marksist perspektifle oluşturan, “her sabaha mülteci uyanan”; bazen Filistin’de tanka taş fırlatan asi çocuk, bazen de enternasyonal barışçı gencin parkası olan “Dipnot”, ilk legal albümü Sivil ile çıkış yaptı. Ben de “Dipnot”u ilk olarak bu albümüyle dinleme şansı buldum. Albümde 1968’de başlayan Avrupa’daki ve Türkiye’deki öğrenci hareketlerinden, Che’nin Bolivya Günlüğü’nden, yakın tarihimizdeki katliamlardan, geçtiğimiz günlerde katili serbest bırakılan Hrant’tan, Gezi’de kaybettiğimiz Berkin ve Ali İsmail’den; Haziran’da, memleket kavgasında, Nâzım’ın şiirlerinde aşk aradığından bahsediyor. Kent, Cumhuriyet, Duydukların Gerçek gibi şarkılar ve Hayalet isimli kısa bir albümün ardından geçtiğimiz yıl Avangart: Servet Düşmanı albümüyle alternatif ve protest hip-hop tarihine unutulmaz şarkılar bıraktı. Özellikle Türkçe Rap’in “sex, drugs, rock & roll” üçgenine sıkıştığı bu dönemde ortaya çıkması, kendine has kafiye tekniği ve insanı mücadeleye çağıran ses tonuyla “Çağrı Sinci” ve “Saian”ı ilk dinlediğim zamanki duyguyu uyandırdı içimde.  

Bahsettiğimiz isimler ve onların sanat anlayışları piyasaya, müzik endüstrisine ve kültür emperyalizmine sadece fikrî bir başkaldırıyı değil fiilî bir mücadeleyi de temsil ediyor. Ekonomik çöküntünün ve iktidar baskısının sanat eserlerini üretme alanında çıkardığı zorlukların yanında piyasacı şirket patronlarıyla, “Amerikan” kültürüyle, dijital platformların sansür ve kâr odaklı politikalarıyla mücadele etmek zorundalar. Fakat bu mücadeleleri ve direngen duruşları beni ve benim gibi düşünen binlerce sanatseveri şarkılarında buluşturuyor, onları daha çok sahiplenmemize yol açıyor.  

Sadece Türkçe Rap’de değil bütün müzik camiasında şarkıların tekelleştiği, sözlerin bireycileştiği ve “popcorn” kültürü adına üretildiği neoliberal yıkım karşısında kendilerini müzikleri ve toplumcu fikirleriyle var eden sanatçılar umudumuzu diri tutmamıza yardımcı oluyor. Bu vesileyle “Çağrı Sinci”, “Saian”, “Dipnot” ve yazıda bahsedemediğim tüm toplumcu sanatçılara bir teşekkürü ve sadece piyasanın dişlilerini yağlamaya yarayan yeni müzik endüstrisinde direngenliklerini hiç kaybetmeme dileğini kendime borç bilirim. 

Türkçe Rap öldü, yaşasın Türkçe Rap!