Türkiye'nin Oscar adaylığı: Kendini gerçekleştiren kehanet
Tamamen ticari amaçlarla yapılmış bu tek derdi "iyi ağlatmak" olan melodramın seçilmesi niteliğe pek de bakılmadığını gösteriyor. Korelilerin bile 2013 yılında Kore'de 12.32 milyon kişi tarafından izlenmesine rağmen orijinal filmi Oscar'a göndermediğini de hatırlatalım.
MURAT TIRPAN
Efendim bu yazımızda yeni Oscar aday adayımızın 7. Koğuşta Mucize olarak seçilmesi vesilesiyle "Oscar bizim neyimize yarar?" sorusunun cevabını arayacağız.
Yıllardır bırakın heykeli elimize alıp Atlas'ın yerine yapılmakta olan yeni sinema müzemizde sergileme umudunu, ah şu iki aday sözcüğünü teke indirebilsek derdindeyiz. Hatta bu memleket Mustafa Uslu gibi Akademiye dava açacağını söyleyenleri bile gördü! Elbette Oscar kazanmak bir yana Oscar adayı olabilmek bile bir ülke sineması için önemlidir, bir Oscar adaylığı gözlerin o ülkeye dönmesini sağlayacaktır. Bir başarı diğerleri için de kapıları açar, inancı ve niteliği artırır, tıpkı bir zamanlar Cannes'da Yılmaz Güney'in ödül almasının sinemamız adına önemli bir eşik olduğu gibi. Keza diğer Akademi Ödüllerinden farklı olarak, Uluslararası Uzun Metraj Film Ödülü sahnede yönetmeni tarafından kabul edilmesine rağmen belirli bir kişiye verilmez, gönderen ülke için bir ödül olarak kabul edilir, o ülke sineması onurlandırılır. Dolayısıyla Oscar müessesesini ister sevin ister eleştirin son tahlilde bu, o ülkenin sineması için önemli bir başarıdır.
Ancak bu başarıya ulaşmak kolay değil. Dava açmakla da olmuyor, öncelikle doğru filmi seçip göndermeniz gerek. Tecrübeyle sabit ki bu noktaya gelebilmek için ülke olarak tercih ettiğiniz filmin öncelikle A sınıfı denilen başka önemli festivallerde ödül alması, uluslararası alanda öne çıkması neredeyse bir şarttır. Ticari bir filmi aday göstermek niyetin başka olduğunun malum-u ilamıdır (o mevzuya geleceğiz) ve bu da ülkenin sinema sanatının gelişmesine fayda sağlamaz. Hele ki ticari filmlerimizin genel kalitesi düşünüldüğünde...
Peki bu işe kim karar veriyor? Aday adayı olarak gösterilecek filme, Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü ile sinema alanındaki meslek örgütü temsilcilerinden oluşan ve ‘Sinema Meslek Birlikleri Güç Birliği’ adı verilen on yedi kişilik bir seçici kurul karar veriyor. Her kurum, seçici kurula bir üye gönderiyor. Elbette burada da tıpkı sinema desteklerinde olduğu gibi müdürlüğün ağırlığı ve yönlendirici bir gücü var. Peki bu "Güç Birliği" dünyada bu işlerin nasıl yürüdüğünden bihaber mi? Elbette haberdarlar, ama kurulun çoğunluğu başka saiklerle hareket ediyor, mesele bu.
Çok daha iyi başka seçeneklerimiz varken (en üretken yılımızda değiliz belki, ama var) bu yıl Oscar'a neden 7. Koğuştaki Mucize gibi tamamen gişeyi hedefleyen ve temelde remake-melodram olan bir filmi gönderdiğimiz sorusunun cevabı aslında açık. Bu, seçtiği filmin aday olma şansı olmadığını bilen/kabul eden birilerinin seçimidir. En kötüsü de bu “olmayacağını biliyor olmak” durumu giderek bir “Pygmalion etkisi” yaratır, alışkanlığa dönüşür. Bir “kendini gerçekleştiren kehanet” halini alır: Kazanamayacağınızı düşündüğünüz bir yarışa elbette kazanabilecek bir film yollamazsınız. Dolayısıyla madem umudumuz yok bu aday adaylığı başka bir işe yarasın noktasına geliyoruz! Bu seçimdeki mantalite aksi olsaydı temel stratejinin yurtdışında ödül kazanmış ve sanatsal yaratıcılığı olan bir filmin seçilmesi gerekirdi ki belirttiğimiz gibi bunu seçim yapan üyelerin bilmemesine imkân yok. Bunu görmek çok kolay, özellikle en çok yabancı film Oscar'ı almış kıta olan Avrupa ülkelerinin aday filmlerine bakarsak daima bol ödüllü festival hitleriyle karşılaşırız. Buna bağlı olarak neredeyse her yıl eleştirmenlerin genel eğilimi de yabancı filmlerin ana yarışmadaki filmlerden daha başarılı olduğudur. Evet, yılın en iyi filminin Oscar'a gönderilmediği başka örnekler de görüyoruz, mesela bunun en iyi örneği şudur, geçen yıl bariz bir şekilde öne çıkan Portrait of a Lady on Fire filmi yerine Fransızlar Les Miserables'i seçmişti. Ya da 2017'de herkesin beklentisinin aksine Güney Kore Handmaiden yerine Age of Shadows adlı filmi Oscar'a göndermişti. Ama dikkatli bakacak olursa o yıl Fransa seçimi Proxima, Portrait of a Lady ve Les Miserables arasından yapmıştı ki bu üç film de festivallerden bol ödül almış filmlerdir, keza Kore'nin Age of Shadows'u da öyleydi.
Neden 7. Koğuştaki Mucize?
Peki aday olmayacağımızı bildiğimiz halde niçin böylesi filmleri seçiyoruz? Bunun iki nedeni olduğunu düşünüyorum; birincisi güçlü ve yaratıcı filmlerin genellikle muhalefet etme potansiyelini barındırmasıdır. Bu nedenle sırf bizde değil örneğin Çin gibi başka ülkelerde de en iyi film yerine en az muhalif ya da politikadan uzak (ancak mümkünse gösterişli) filmlerin aday gösterildiğini görebiliyoruz. Bu mantıkla bakınca bu yıl çekilmiş Hayaletler, Gölgeler İçinde ve Nasipse Adayız gibi iyi işlerin seçilme olasılığı olmadığı ortadadır.
İkinci ve daha önemli neden ise baştan aday olma şansımızın sıfır olduğunu kabul ederek, (NBC bile yapamadı!) bazı filmlere ve yönetmenlere "Oscar aday adayımız" payesinin verilmek istenmesidir. Bu etiket filmlerin yeniden vizyona girmesini, yönetmenin bir sonraki filmini çekmesinin malum açılardan kolaylaşmasını ve yönetmenlerin birçok kapıyı açmasını sağlıyor. Dolayısıyla bizdeki yarış -özellikle son yıllarda- aday olabilme yarışı değil aday adayı gösterilebilme yarışıdır ve bu da kulis ve çıkar ilişkileri üzerinden belirlenmektedir. Bu bağlamda Oscar toplantısında sanatsal iç görüsüne güvendiğimiz bir yönetmenin, oyuncunun ya da genel olarak örgütlerin 7. Koğuştaki Mucize'ye oy verebildiğini duyduğumuzda pek de şaşırmayız.
Mucize'nin bir uyarlama olması meselesine ise çok takılmayalım, asıl mesele o değil. Kuşkusuz uyarlama bir filmi de seçip Oscar'a gönderebiliriz. Teknik açıdan da etik açıdan da bunda büyük bir sorun yok. İnsan ülke olarak seçtiğimiz filmin her açıdan özgün ve yaratıcı olmasını bekliyor ve yabancı bir film uyarlaması lafı başta kulağı rahatsız ediyor kabul ama biz Oscar tarihinde ne uyarlamaların ne ödüller aldığını gördük. Temelde mesele uyarlamanın nasıl yapıldığıdır ve filmin değeri buradaki tercihlerle belirlenir. Ama tamamen ticari amaçlarla yapılmış bu tek derdi "iyi ağlatmak" olan melodramın seçilmesi niteliğe pek de bakılmadığını gösteriyor. Korelilerin bile 2013 yılında Kore'de 12.32 milyon kişi tarafından izlenmesine rağmen orijinal filmi Oscar'a göndermediğini de hatırlatalım.
Bu tablonun bizde tek istisnası vardır o da Uzak, Üç Maymun, BZA, Kış Uykusu ve Ahlat Ağacı gibi neredeyse tüm filmografisi aday gösterilen Nuri Bilge Ceylan’dır. NBC filmleri açık nitelikleri ve başarılarıyla sinemamızda o kadar farklı bir yerde duruyor ki ona kayıtsız kalınamıyor. "Yaparsa o yapar" mantığının tutacağı gün bekleniyor. Ama son yıllardaki NBC dışındaki aday filmlere baktığımızda Kalandar Soğuğu, Ayla, Bağlılık - Aslı, Ateşin Düştüğü Yer, Kelebeğin Rüyası gibi filmleri görüyoruz ki bu filmlerin adaylık kazanabileceğini -hele rakiplere bakıldığında- kimse aklına bile getirmemiştir eminim. Oscar'a bir defa kısa listeye giren Üç Maymun ile yaklaştık ve Nuri Bilge dışındaki iyi sinemacıları görmezden geldikçe ne yazık ki tek umudumuzun da o olduğu ortada.