AKP’nin Türkiye’yi, özellikle 2011 seçimlerinden itibaren sermaye kesimlerini bile telaşa düşürecek bir pervasızlıkla idare etmeye çalıştığı bir gerçek

“Türkiye” oyunu için atılan son jeton

CENK SARAÇOĞLU*

Sağ-muhafazakar siyasetin ve devlet ricalinin ülkedeki çatışma dinamiklerini kontrol edemediği ya da yönlendirmeye çalıştığı dönemlerde topu “dışarıya” atmaya yönelik kullandığı bilindik bir klişe vardır: “Türkiye üzerinde bazı oyunlar oynanıyor”. Egemen siyaset anlayışının bu retoriği, bugün içerisinden geçtiğimiz sürecin özellikleri düşünüldüğünde bir düzeltmeyle kullanılmayı hak ediyor: “Türkiye diye bir oyun oynanıyor”.

Sanki “Türkiye”; mevcut idari yapılanması, seçim sistemi, siyasi partileri, ekonomik kaynakları, karmaşık toplumsal-kültürel dinamikleri, kendi bölgesi içerisindeki konumu ve hatta fiziki coğrafyası ile AKP’nin oynadığı karmaşık bir “strateji oyunu” gibi. Oyunun sürdürülebilmesi, yani “level”lerin (düzeylerin) atlanabilmesi için tüm bu sayılan parametrelerin ya da kaynakların doğru zamanda, en verimli şekilde kullanılması gerekiyor; nihai zafer ise atlanılan her düzeyde gücüne güç katan, gücü arttıkça da karşısına daha “bela” düşmanlar çıkan oyunun “baş kahramanının” ebedi başkan sıfatını kazanmasına bağlı. Yani “Türkiye” o başkan olunca “bitiyor”.

“Oyun” benzetmesi biraz abartılı gelebilir; ama AKP’nin ülke siyasi tarihi için sıradan bir burjuva partisi olmaması gerçeği bu tür uçlaştırmalara müsaade edecek bir hakikat olarak karşımızda.

AKP’nin Türkiye’yi, özellikle 2011 seçimlerinden itibaren sermaye kesimlerini bile telaşa düşürecek bir pervasızlıkla idare etmeye çalıştığı bir gerçek. Her düzen partisi, kimi istisnai dönemlerde, iktidarın şehvetine kapılarak ya da konjonktürün uygunluğu ile, sermayenin bütününün uzun vadeli çıkarlarını gözetmesi gerektiğini, yani “devletin göreli özerkliğinden” kaynaklı yapısal sınırlamaları “unutabilir” veya bu sınırları fazla zorlayarak sonsuz bir güce ve belirleyiciliğe sahipmiş gibi hareket edebilir. Öte yandan bu durum, yapısal sınırlamalar kendisini şu ya da bu şekilde dayattığında genellikle sönümlenir; “arızı” bir durum olarak kayda geçer; telafi edilir. Böyle durumlarda ya söz konusu burjuva partisi olağan sınırlarına çekilmeye zorlanır ya da tasfiye edilir.
Türkiye’nin çok partili parlamenter rejiminde benzer hadiseler olmuştur. AKP’nin farkı, bir süredir parti kadrolarının veya partiye yakın sermaye fraksiyonlarının dar çıkarları uğruna “göreli özerkliği” riske etme pervasızlığının münferit sayılamayacak derecede süreklileşmesidir. İktidarı kaybetme korkusunun bu partiyi düzenin sınırlarını her seferinde biraz daha zorlamaya yöneltmesi meseleyi daha da karmaşık hale getirmektedir. Türkiye, AKP’nin ve onun başkan olmak isteyen asıl liderinin iktidar ve zafer hazzı için araçsallaştırıldığı, ekonomik ve siyasi kaynaklarının bu uğurda tepe tepe kullanıldığı bir ülke konumundadır. “Türkiye” bu yönüyle AKP için bir oyundur.

Uzun bir süre daha sürdürülemeyecek bu durum karşısında AKP’nin “olağan sınırlara” çekilmesi, normalleşme/telafi veya yaygın tabirle “restorasyon” ihtimal dışı değildir, ve muhtemelen kimi AKP kadroları tarafından da en doğru “çıkış” stratejisi olarak görülmektedir. Öte yandan AKP, özellikle devletin ideolojik ve yönetsel kodlarının yeniden tariflenmesinde ve aynı zamanda Ortadoğu siyaseti içerisinde belirlediği pozisyon ve geliştirdiği ilişkilerde bir restorasyona temel oluşturabilecek “normallik” noktasından ona artık geri dönemeyecek kadar uzaklaşmıştır; bir başka deyişle kendi kat ettiği patikaya, başladığı yere geri dönemeyecek şekilde bağımlı hale gelmiştir. (Bu açıdan Perşembe günü nihayetlenen koalisyon görüşmeleri parodisinde ‘eğitim’ ve ‘dış politika’ başlıklarının AKP’liler tarafından uzlaşma sağlanması mümkün olmayan sorun alanları olarak tarif edilmesi gerçeklik payı da olan bir bahanedir). Kendisini ideolojik, siyasal ve iktisadi düzeylerin hemen hepsinde gösteren bu “patika bağımlılığı” Türkiye’de bugün düzen siyasetinin yaşadığı bir çıkmazın esas kaynağı olarak karşımızda durmaktadır. Bu haliyle bugünkü durum Tayyip Erdoğan’ın başkanlık heveslerinden bağımsız olmasa da bunu aşan bir yapısallığa sahiptir. Kısacası, Türkiye’de düzen siyaseti AKP sonrasını nasıl toparlayabileceğine dair bir yumuşak geçiş formülüne sahip değildir; sancılı bir geçişi göze alamayacak kadar da iktisadi ve siyasi kırılganlıktan muzdariptir.

Bu, sadece Türkiye değil modern dünya siyasetinde bile zor rastlanabilecek durum kendi içerisinde “olanaklar barındırmaktadır”. Türkiye tarihinin önemli dönemeçlerinde hep zikrettiğimiz bu meşhur “olanaklar barındırmaktadır” sözü ilk başta her yazının sonlarında kendisini gösteren klasik bir devrimci iyimserliğinin ve naifliğinin yansıması olarak tınlayabilir. Öte yandan son beş yılda bu olanaklar kendisini sadece teorik veya sezgisel düzeylerin dışına taşacak somutlukta belli etmiş durumda. Düzen siyasetinin mekanizmaları içerisinde AKP’ye alternatif yaratılamamasından doğan büyük siyasal boşluğun Türkiye kentlerinde eşitlikçi ve özgürlükçü bir halk hareketine nasıl alan açtığı Haziran 2013’te ortaya çıkmıştı. Gezi direnişi, laiklik, özgürlükçülük ve eşitlik gibi değerlerin AKP’nin oyuncağı olmaktan çıkarılıp, Türkiye’nin ilerici toplumsal dinamikleri tarafından temsil edilmesi anlamına geliyordu. Kürt hareketinin Türkiye bütünündeki AKP muhalifi toplumsal dinamiklerle bağ kurma çabasının sonuç verdiği Haziran 2015 seçimleri ise bu boşluğun kalıcı bir barışa temel oluşturacak bir ortak mücadelenin inşasına da olanak tanıyabileceğini gösterdi.

7 Haziran’da kendisi için oyunun bittiği mesajını alan AKP ise seçim yenilgisini telafi etmek, ama daha da önemlisi ortaya çıkan bu yeni toplumsal mücadele olanaklarını henüz olgunlaşmadan boğmak pahasına “terörle mücadele” adı altında “Türkiye” oyununa geri dönmek istiyor. Attıkları bu “son jeton” Suruç’tan bu yana bize şu gerçeği açıkça gösteriyor: Ya artık neredeyse kesinleşen önümüzdeki erken seçim sürecine kadar AKP’nin Türkiye oyunundaki son “level”i de atlamasına ve “Türkiye’yi bitirmesine” izin vereceğiz; ya da “game over” diyerek bu ülkenin oyun sahası olmadığını bizzat kendimiz göstereceğiz.

*Yard. Doç. Dr., Ankara Üniversitesi.