Türkiye üzerine dış politikada kumar oynamak

BEHLÜL ÖZKAN*

“Bulgar Meclisi, Türkiye ve Rusya’nın Sofya’nın içişlerine karıştığı iddialarını araştıracak bir komisyon kurulmasına karar verdi. Komisyon önerisini üyelerinin çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu Hak ve Özgürlükler Hareketi Partisi (HÖH) yapmıştı. Partinin meclise sunduğu geçici komisyon önergesinde şu ifadelere yer verilmişti: ‘Son haftalarda kamuoyunda ve basında yer alan iddialara göre Türkiye Cumhuriyeti, Bulgaristan’ın içişlerine karışmıştır.’” Kafa karıştırıcı değil mi? Yanlış okumadınız. Türklerinin partisi HÖH, Bulgaristan meclisinde Türkiye’nin içişlerine müdahale ettiğini iddia ederek bir komisyon kurulmasına öncülük etti.

Küresel güç ve dünya lideri olacağı iddiasıyla AKP’nin çıktığı yolda vardığı son noktadır bu. Davutoğlu’nun tarihe düştüğü imza, gelecek nesillere bıraktığı mirastır. Daha önce hiçbir Türkiye hükümetine nasip olmamıştır ve sanırım gelecekte de olmayacaktır: Türklerin kurduğu siyasi parti, Bulgaristan meclisine Türkiye’yi şikâyet ediyor. Hem de ne ile suçlamakta? İçişlerine karışmakla. Bitmedi devamı var. Gazeteler HÖH’ün 130 üst düzey yöneticisine Türkiye’ye giriş yasağı getirildiğini yazdı. Yanlış okumadınız. Bulgaristan Türklerinin ezici çoğunluğunun oy verdiği, meclise gönderdiği Türk siyasetçiler Türkiye’ye giremeyecek. Neden? Çünkü AKP iktidarı yasak koydu. Bulgaristan Türklerine giriş yasak, El Kaide’nin Suriye kolu Nusra militanlarına serbest. Geçtiğimiz günlerde Suriye’nin kuzeybatısındaki İdlib’te bulunan Nusra militanları Türkiye toprakları üzerinden otobüslerle Azaz’a geçti. Gizli kapaklı bir operasyondan bahsetmiyorum, videoları sosyal medyada yayınlandı. Toplam 2000 silahlı cihatçının bizim üzerimizden Suriye’nin bir tarafından diğerine geçişine onay veren “yerli” ve “milli” AKP hükümeti, Bulgaristan’daki Türk siyasetçilerin Türkiye’ye girişini yasakladı.

Eskiden şehir hatları vapurlarında torbadan sürekli yeni bir şey çıkararak 10 liraya tarak, çorap, eldiven, ayna vesaire satan ve sürekli “daha bitmedi” diyen seyyar satıcılara dönmeye başladı yazı, ama gerçekten daha bitmedi. Tüm bunların üstüne HÖH’ün eski genel başkanı Lütfi Mestan’a yeni bir parti kurması için Ankara’nın 20 milyon dolar verdiği iddia edildi. İddia doğru çıkarsa sürpriz olmaz. Çünkü daha önce Türkiye’nin Libya’da muhaliflere bizim ödediğimiz vergilerden 100 milyon doları hibe, toplam 300 milyon dolar verdiğini biliyoruz. HÖH’ün ikiye bölünmesi için 20 milyon dolar verildiği halen iddia olsa da bildiğimiz bir gerçek var: Lütfi Mestan 2 ay önce partisinden atıldı ve Türkiye büyükelçiliğine sığındı. Karaman’ın koyunu sonra çıkar oyunu: Lütfi Mestan ile birlikte 3 milletvekili daha HÖH’ten istifa etti ve Mestan yeni parti kuracağını açıkladı.

Akp dış politikasının bedelini ödüyoruz

Aylardır Suriye Türkmenlerini savunduğunu haykıran AKP iktidarı, El Kaide’nin Suriye kolu Nusra cephesine silah gönderildiği iddialarını “o yardımlar Bayırbucak Türkmenleri’ne gidiyordu” diyerek reddetmişti. O dönem muhalefette olan ve “vallahi ve billahi o silahlar Türkmenlere gitmiyordu” diyen Tuğrul Türkeş, AKP’ye geçip “Rus uçağının bomba attığı bir yerde tüfeğin, merminin, tabancanın ne önemi var, cahiller, kafasızlar” diyecek kadar kıvrak bir dönüşe imza attı. Ankara’nın Suriye’yi fethetmek hayaliyle köktendinci örgütlerin beşiği haline getirdiği Suriye Türkmenlerinin yaşadığı bölge, bugün Rusya ve Suriye’nin bu örgütleri hedef alması nedeniyle bombardıman altında. Türkmenler asırlardır yaşadıkları toprakları terk ediyor. Davutoğlu’nun “Eğer bugün rejim ülkenin tüm topraklarını kontrol edemiyorsa Türkiye’nin ve diğer bazı devletlerin desteği sayesindedir” açıklamasıysa, dış politika krizinin özeti niteliğinde. Suriye’nin tüm dünya tarafından tanınan meşru hükümetini devirmek için silahlı grupların desteklendiği ve üstelik bundan “gurur” duyulduğunun itirafı bir anlamda. Ortadoğu gibi kaygan bir coğrafyada meşru hükümetleri devirmek için silahlı grupların desteklenmesinin ve bunun açıkça itirafının ne anlama geldiğini en iyi bilenler, bazı ilçelerinde denetimi kaybederek buralara tankları sokan siyasetçiler olsa gerek.

Türkiye’nin son dönemde yaşadığı sorunların merkezinde başkasının teröristini özgürlük savaşçısı olarak gören ve artık geri tepmeye başlayan bu dış politika var. Ankara’nın derdi ne Türkmenlerin çıkarlarını korumak, ne de Suriye’ye demokrasi götürmek. Suudi Arabistan ve Katar gibi karanlık rejimlerle beraber hareket eden Ankara, demokrasi masallarını okumayı çoktan bıraktı. AKP’nin hedefi İran ve Rusya’nın desteklediği Suriye’nin uluslararası alanda meşru olarak tanınan Esad hükümetini devirmek. Kuşkusuz ki bunun bir faturası var. 2.5 milyon Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapmak; Reyhanlı, Diyarbakır, Suruç ve Ankara saldırıları Türkiye’nin ödediği bedel. Rus uçağının düşürülmesiyle başlayan krizin Türkiye’ye yıllık maliyetinin 10 milyar doların üstünde olduğu, Suriyeli mültecilere 8 milyar dolardan fazla harcandığı ve terörist saldırıların Ankara ve İstanbul’un merkezlerini vurduğu düşünüldüğünde, AKP dış politikasının toplumun omuzlarına bindirdiği yük giderek artmakta. Peki, iktidarda olanlar hata yaptıklarının farkında mı? Çöken dış politikanın sorumluluğunu kim üstlenecek?

Hayaller gerçeklere çarpınca

turkiye-uzerine-dis-politikada-kumar-oynamak-116864-1.

NATO’nun Libya’da ne işi var? Esad aylar hatta haftalar içinde gider… 100 bin mülteci kırmızı çizgimiz… PYD Fırat’ın Batısına geçemez... Kobani düştü düşecek… Tüm bu beklentilerin gerçekleşmemesinin önde gelen nedeni dış politikanın Ortadoğu gerçekliğinden kopuk olması. AKP dış politikasının çerçevesini oluşturan Stratejik Derinlik kitabının yazarı Ahmet Davutoğlu Başbakan olduktan hemen sonra yaptığı bir konuşmada “Rüyalarımda Gazali ve Hegel ile tartıştığımı hatırlarım” demişti. Davutoğlu hayallerinin peşinde giden bir siyasetçi olduğunu her fırsatta vurguluyor. Uzun süre danışmanlığını yapan Bülent Aras’ın Davutoğlu hayalperest mi sorusuna “İşi ile ilgili rüyalar gördüğünü hatırlıyorum. Ancak sadece fikirler ortaya atan ve rüyalar gören bir siyasetçi değil” cevabını verdiğini belirtelim. Sorun Davutoğlu’nun hayallerinin, Başbakanı olduğu ülkenin ve içinde bulunduğu coğrafyanın gerçekleriyle ne ölçüde bağdaşıp bağdaşmadığı.

Karl Marx Alman İdeolojisi başlıklı eserinde hayatta karşılaştığımız sorunlara çözümün felsefede değil, bizzat yaşamın pratiklerinde aranması gerektiğini vurgular. Marx’a göre felsefi soyutlamalar ve idealler gerçeklikten kopmaları halinde hiçbir değer taşımazlar. Marx’ın bu tespiti, hayallerin esiri olan Türkiye dış politikasını anlamak hususunda bize yol göstermekte. Komşularla sıfır sorun, ritmik diplomasi, düzen kurucu aktör gibi Davutoğlu tarafından üretilen sayısız kavram çok yakın zamana kadar dış politikada havada uçuşuyordu. Dış politikayı meşrulaştırmak için yoğun çaba sarf eden akademisyenler bu kavramlar üzerine neler yazmadılar ki. Bu kavramları açıklayan bir sözlüğün Dışişleri Bakanlığı tarafından yayınlandığını söylemem yeterli olur sanırım. Birkaç yıl önce bu kavramları dillerinden düşürmeyenler, şimdi dönüp bakmaya cesaret edemiyor. Gerçeklikten ve hayatın pratiğinden kopuk olan bu kavramların tek başına bir anlam ifade etmediğini, dahası bu kavramları ortaya atanların bizi sürüklediği varoluşsal krizi hep beraber yaşıyoruz. Ama bunun sorumluları rüyadan uyanarak gerçeklerle yüzleşmemekte kararlı.

Büyük oynayıp büyük kaybetmek

Geçtiğimiz günlerde benden görüş almak isteyen Avrupalı gazeteciye dış politikada yaşanan çöküşü anlattıktan birkaç saat sonra tekrar aradı. Ankara’da üst düzey bir dışişleri görevlisi Türkiye’yi vuran terör saldırılarının, milyonlarca mültecinin, Rusya ile yaşanan krizin doğal olduğunu söyleyerek, gazeteciye “Türkiye büyük oynuyor” cevabını vermişti. Türk diplomatın bu şekilde mantık yürütmesi, Davutoğlu’nun hayallerinin bürokratlar tarafından nasıl benimsendiğini göstermesi bakımından çarpıcı. Zira 2013 yılında düzenlenen Büyükelçiler Konferansında konuşan Davutoğlu; Makyavelli, Hobbes ve Hegel ile kıyaslama yaparak, “biz büyük fikri açılımların merkezi olacağız” demişti. Davutoğlu’na göre dış politikada büyük oynayan “Türkiye Cumhuriyeti Devleti tekrar bölgesel ve büyük bir küresel güç olarak tarih sahnesine ağırlığını” koyuyordu.

Davutoğlu’nu o gün dinleyenlerden hiçbirinin büyük oynayan Türkiye’nin neleri riske ettiğini sormadığını biliyoruz. Hayallerin peşinde koşmanın, Türkiye’yi küresel güç sanarak ülkenin kapasitesini ve sınırlarını bilmeden herkese kafa tutup düzen kurmaya kalkmanın faturasını ödüyoruz. Gerçekçi ve öngörülebilir özelliğini kaybetmiş dış politikayı, cesur ve vizyoner olarak ambalajlayıp pazarlamak da sorunları çözmeye yetmiyor. Olsa olsa bu bir kumar ve oynayanlar beş benzemezle ellerinde dört as varmış gibi hareket etmekte. Her eli kaybetmelerine ve blöf yaptıklarını artık cümle âlemin bilmesine rağmen, rest çekmekte ısrarlılar. Sonra da müttefiklerine dönüp “dostun biz miyiz, PYD mi?” diye soruyorlar. “Devletlerin ebedi dostları yoktur, ebedi çıkarları vardır” ilkesinden bihaber şekilde dış politikayı yürütenler, hayatlarında iskambil kâğıdını ellerine almamalarına rağmen geleceğimiz üzerine kumar oynamaya devam ediyor. Anadolu’da bir köy kahvesinde bir masaya yancı olarak ilişip sorsalar, onlara akıl veren çok olacak: Ayağını yorganına göre uzat, güneş balçıkla sıvanmaz, görünen köy kılavuz istemez…

* Yrd. Doç. Dr., Marmara Üniversitesi