Geçenlerde İstanbul’da yaşayan Ruslar görkemli bir gece düzenlediler. Rusya egemenlik günü şerefine bir şenlik yaptılar...

Geçenlerde İstanbul’da yaşayan Ruslar görkemli bir gece düzenlediler. Rusya egemenlik günü şerefine bir şenlik yaptılar. Aralarında yaşlı olanlar da vardı. Acaba Rusya’dan gelen konuk muydular, yoksa Türkiye’de mi yaşıyorlardı?..
 
Aklıma Tatyana Moran geldi.

Onu hatırlayınca içim hep cız eder. 2007’de Moda’daki evinde öldüğünde 97 yaşındaydı.

Onunla tanışamamıştık. Oysa tanışabilirdik. Şimdi ne olduğunu bile hatırlamadığım lanet olası bir “önemli iş” nedeniyle O’nunla tanışma fırsatını erteleyerek kaybetmiştim. Oysa yazdığım kitabın bir bölümü O’nun adını taşıyordu ve bir arkadaşım bu kitapla ilgili olarak O’nu evinde ziyaret etmişti.

Ama belki de hissettiğim kederin asıl nedeni başka. Tatyana Moran uzun yıllar Türkiye’de yaşamış olan bir Rus’tu. Bugün artık unutulan Ruslar’dan biri…

O bir Türk’tü aynı zamanda. Zorunlu olarak geldiği Türkiye’ye sığınan, ama birinci vatanı Rusya’dan da vazgeçmeyen bir insandı. İki ülkenin birden aydınıydı...

***

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde ve Boğaziçi Üniversitesi’nde uzun yıllar ders veren, Erzurum Atatürk Üniversitesi’nin kuruluşuna katkıda bulunmuş olan Doç. Dr. Tatyana Moran, 1917 Ekim Devrimi’nden sonra Türkiye’ye gelen 200 bin kadar Rus’tan biriydi.

Rahmetli Jack Deleon onları ayrıntılı olarak yazmıştı. Ruslar’ın bir kısmı İstanbul üzerinden Avrupa’ya ve Amerika’ya geçmiş, bir kısmı vatanlarına geri dönmek isterken hayatını kaybetmişti. Türkiye’de kalanlar, ülkemizin kültürel hayatına zenginlik getirmişti. Bazıları ressam, bazıları yazar veya şairdi. Rus restoranının temelleri de bu “Beyaz Ruslar”a dayanıyordu. Bir bölümü şoförlük yapıyordu. Sahneye çıkanlar da vardı.

Onları unutmamak, Türk-Rus ilişkileri adına da boynumuzun borcu.

Kırım'ın Kerç kentinde 1910 yılında doğan Tatyana Sokolova (sonradan Akkartal soyadını almıştı), devrimden sonra ailesiyle Kırım'dan Türkiye'ye geldi. Tan ve Cumhuriyet gazetelerinde çalıştı. Seçkin üniversitelerde ders verdi. İngiliz edebiyatı uzmanı ve edebiyat eleştirmeni profesör Berna Moran'la evlendi (O da 1993’te vefat etmişti.). Ondan geriye “Dün, Bugün” adlı bir anı kitabı ve koskoca bir tarih kaldı: Rusların ve Türkiye’nin tarihi...
 
***

12 yaşındayken bir gün dadısı Marusya erkenden uyandırmıştı Tatyana’yı, elinde küçük bir bavul vardı. Limana geldiklerinde koşuşan insanlar görmüşlerdi. İnsanlar itişe kakışa gemiye binmekteydiler. Tatyana ve ailesi binememişti. Elektrik direklerine asılı “arananlar listesi”nde Tatyana’nın babasının adı da vardı.

Birkaç ay sonra yeni bir deneme daha yapmış ve bu kez başarılı olmuşlardı.

Osmanbey’ye yerleşmişlerdi. Tatyana ve kardeşleri Notre Dame de Sion adlı okula yazılmışlardı. Atatürk’ün manevi kızı Afet İnan da orada okumaktaydı.

Yoksulluk ve hastalıklarla dolu zor yıllar geçirdiler.   

Savaş bittikten sonra babası İstanbul’a gelmiş ve Hasköy’deki büyük un fabrikalarının başına geçmişti. Okulu bitiren Tatyana bir süreliğine Avrupa’daki akrabalarının yanına gitmişti.

Bir süre Belçika’da ve İngiltere’de yaşadı. Sonra hayat rüzgârı onu Afrika’ya kadar götürdü. Türkiye’ye geri döndüğünde ailesiyle Narmanlı Yurdu’na taşındı. 1941 yılında Edebiyat Fakültesi’ne giren Tatyana, burada Halide Edip Adıvar ile tanıştı. Doçent oldu. İstanbul’da yıllarca ders verdi.

5-6 yıl kadar önce, yazdığımız bir kitapla ilgili anı ve görüşlerine başvurduğumuz Moran, neredeyse bir asıra uzanan deneyimiyle sorularımızı yanıtlarken “Geçmiş, şimdiki zamanımızın bir parçasıdır” diye sık sık tekrar ediyordu.

***

Delilik edebiyatı…

Deli!..

Bazen masum bir kelime. Bazen bir hakaret. Bazen de aklî dengesi yerinde olmayan insanlar için kullanılan hani neredeyse bilimsel bir kavram.

Seviyoruz bu sözcüğü. Hem de “çılgınca”. Zırt pırt kullanıyoruz. En coşkulu anımızda, mutluluk şarkılarımızda:

-Seni deliler gibi seviyorum!

Allah Allah! Neden deliler gibi? Çoğu kez hor gördüğümüz delileri, aşkımızın derecesini kanıtlamak için ölçü olarak kullanmamız biraz ayıp olmuyor mu?

***

Delinin tersi ne? Akıllı mı? Deli değilsek akıllıyız; öyle mi? Ya aklı kıt, ama aklî dengesi yerinde olanlar?..

Karışık bir iş vesselam!

Deli deli tepeli, kulakları küpeli!

“Delilik edebiyatı” dünyanın dört yanında yaygın. Bizde de. Son zamanlarda devasa oldukları iddiasıyla gündeme sürülen projelere bile ilginç isimler takılıyor: “Çılgın proje”. Yani? “delice proje”.. “Delice sevmemiz” ve “çılgınca bir enerji” ile gerçekleştirmemiz gereken proje..

***

Rusya'da da “deli” ve “tımarhane” kelimeleri çok sık kullanılır. (İkincisi, sık sık ülkedeki durumun karışık olduğu saptamasına eşlik eder.)

Ruslar’ın gelmiş geçmiş en büyük lideri sayılan Büyük Pyotr, Türk tarihinde “Deli Petro” diye geçiyor. Ruslar adama neredeyse taparken biz niye deli demişiz acaba?

Ya Deli Dumrul kime göre deli? Peki, bizim delilerin hepsi Bakırköy' de mi?

Cevat Fehmi Başkut'un “Buzlar Çözülmeden” adlı ünlü yapıtındaki deli kaymakamın kendini halka sevdirmesi nedensiz miydi? “İnsanlığın bu halini gördükten sonra deli olmamak mümkün mü?” derken haksız mıydı kaymakam?

Ya Aziz Nesin'in “Damda Deli Var”da tanımladığı deli, gerçekten deli miydi?

Nikolay Gogol'ün “Bir Delinin Hatıra Defteri”nde yazdıkları kadar dürüst gözlemlere ve eleştirilere, hangi akıllının aklı yeter?

***

“Yükselen değerler”e tutkuyla bağlı olanlar, delilik edebiyatının en çıkarcı yorumlarını yapmakta birbirleriyle yarışıyor. Dürüstlükten, vicdandan, dostluktan, ahlak ilkelerinden “birazcık” ayrılmak pahasına elde edilebilecek maddi kazanımlar için birbirlerini ikna ederken, delilik söylemini de dillerine doluyorlar:

-Delilik etme, bizim partiye geç!

-Deli misin, böyle kocayı bir daha nerede bulacaksın?

-Sakın bir delilik yapayım deme, sırlarımızı açık etme!

Velhasıl, deli deyip geçmemeli. Deliliği, çılgınlığı banalleştiren söylemlere, şarkılara ve filmlere fazla yüz vermemeli. Yoksa insan onları dinlerken ve izlerken, aklını peynir ekmekle yiyebilir.

***

Bırakın bu konuları! Deli olmayın!..

Hem zaten işiniz başınızdan aşkın. Bu tür fuzuli şeyleri fazla düşünmemeli insan. Hiçbir şeye kafayı takmamalı. Yoksa aklını kaçırabilir. (Rivayete göre, aklın bir özelliği de, fazla kullanılınca kaçıvermesidir.)

Kimileriyse ne tatilde, ne iş gününde, hiçbir zaman düşünmez bu “delice” konuları. Hep dinlendirir, korur güzel aklını.

Ne demişler:

Deliye her gün bayram!