Cem Uzan 2002 seçimi öncesi çok mutlu. Gittiği her ilde, muhteşem kalabalıklar tarafından karşılanıyor...

Cem Uzan 2002 seçimi öncesi çok mutlu. Gittiği her ilde, muhteşem kalabalıklar tarafından karşılanıyor. Yüzbinlerin doldurduğu meydanları boş gören Uzan, kızaran suratı ve bembeyaz gömleğiyle bir Türk bayrağı gibi dalgalanıyor.

Erzurum mitingi yine hıncahınç dolu. Mitingden sonra, “Biz bu seçimi birinci parti olarak bitiririz” diyor. Bu sözün üzerine bir dadaş, Uzan’a şöyle bir hikaye anlatıyor:

“İhtiyar bir köylü, delikanlı yaştaki torununu alıp, İstanbul’a mal satmaya gelmiş. İşleri biraz uzamış, otelde kalmaları gerekmiş. İhtiyar, torununa: “Torun, edepli bir otel seç, bu İstanbul’un otellerine kötü kadınlar gelir, ahlakımız bozulur” diye tembihlemiş. Otel otel dolaşmışlar hiçbirini gözleri tutmamış. Nihayet munis görünen bir yer bulmuşlar ama bu otelde de iki kişilik tek bir yatağı olan, son bir oda kalmış. Dede ve torun çaresiz aynı yatakta yatarak, sabahı etmeye başlamışlar.

Gecenin bir saatinde bizim dede dellenmiş. Yataktan kalkmış ve torununu uyandırmış: “Torun” demiş, “Bir bak bakalım aşağıda bize göre kadınlar var mı?”

Torun gülmüş: “Tamam da dede, az önce tuttuğun şey seninki değil, benimkiydi.”

Cem Uzan mitinglerdeki kerametinin kendinde olduğunu sanıyor. Oysa esas neden her mitingden önce İbrahim Tatlıses’in konser vermesi. Dadaş, Cem Uzan’a diyor ki; kalabalıklara bakıp aldanma, yanlış tutum içine girip dellenme.

Gelelim AKP’nin tutumuna.

Milli geliri al, nüfusa böl; eğer rakam yıldan yıla artıyorsa o ülkenin insanları zenginleşiyor sayılır ve bunu beceren hükümetlere de “başarılı” damgası vurulur. Tek parti hükümetleri için bu doğal bir durumdur ve tarih boyunca siyasi kaosun olmadığı her dönemde, her ülke büyür. Türkiye’de 80’lerin başından beri “başarı” manyaklığı virüsü dolaştığı için, “başarı eşittir doğru” denklemi, solcuların bile birçoğuna göre, yerçekimi gibi bir doğa kanunudur.

Oysa aslanın başarısı, ceylanın başarısızlığı. “Başarı” tehlikeli bir sözcük. İşin sırrı burada diye diye dilimde tüy bitti ama BirGün’ün “başarılı” bir patronu olmadığı için, hatta patronu olmadığı için; biz yazarların sözlerinin hükmü kürkümüzün hükmü kadar, ne yapalım.

Geçen yıl bu köşede şöyle bir cümle yazmıştım: “Arap ülkelerindeki Türkiye hayranlığının nedeni Tayyip Erdoğan’dan çok Kıvanç Tatlıtuğ’dur.” Gülünüp geçilen, belki (ve anca) bir iki “yok canım” alabilen cümlelerimden biridir.

Oysa bu cümle, Cem Uzan’a anlatılan dede torun hikayesiyle bir hayli benzerlikler içeriyor.

İslam dünyası “başarılı” ülke görmek istiyorsa, yirmi yıl öncesinin Irak’ına bakabilirdi. Diktatörse diktatör, one minute’se one minute. Kişi başı eğitim, sağlık, yol vs tüm değerleriyle Portekiz düzeyinde bir ülkeydi Irak.

Veya bugünün Malezya’sı: Levent’teki gökdelenleri, Akaretler’deki yüz metrelik plastik yolu bir başarı ve gelişmişlik göstergesi sayıyorsanız, Kuala Lumpur’da iki adım yürümemişsiniz demektir. Dubai’de çölün içinde deniz, denizin ortasında çöl yaratan çıldırmış bir zenginlik var. Neden bu ülkeler değil de, Türkiye örnek alınıyor?

Türkiye’de “tutulan” ne?

Arap ülkelerinde meşhur bir şaka vardır: “Ananı Türk televizyonunda görmüşler” diye. Türkiye’ye bu kadar özenilmesinin nedeni, AKP’nin Zaman, Sabah, Yasama, Yürütme ve Yargı ile kurduğu tahakküm değil; Arap çocuklarının televizyon dizilerinde gördükleri “özgür Türkiye” görüntüleri olmasın sakın?

Şam’ın kapalıçarşısında küçük bir tur atın. Tişörtlerin üzerinde Kurtlar Vadisi, Beren Saat ve Kıvanç Tatlıtuğ resimleri göreceksiniz bol bol. Eğer Kürşat Tüzmen, gider ayak, birkaç bin adet ihraç fazlası Tayyip Erdoğan tişörtü yollamamışsa, “yüce önder”imizin resmini arayın ki bulasınız.

Arap ülkelerinin gençleri Türkiye’yi seviyor ve örnek alıyor. Çünkü Türkiye’deki 200 yıllık çabaların sonuçlarını gördükçe, “Neden bizde bu özgürlükler yok?” diyorlar. Erdoğan’ı bağımsız bir varlık olarak değil, Beren Saat’in ülkesinin lideri olarak selamlıyorlar. Bir ülkenin hem “özgür”, hem “laik”, hem de “müslüman” olabileceğinin kanıtı olarak Türkiye’yi önemsiyorlar.

Oysa Arap çocuklarını heyecanlandıran bu “özgürlük”, günümüz Türkiye’sinde en “out” değer. Elbirliğiyle sahip olduğumuz tüm mevzileri terk ediyoruz ve nasıl kafaya alınmışsak artık, böyle davranınca “özgürlükçü” sayılacağımızı sanıyoruz.

AKP iki dönemdir Beyoğlu’na “hoşgörü” gösteriyordu ve bazı şaşkınlar da bunu özgürlük sayıyordu. Artık üçüncü dönem ve sıra Beyoğlu’nda, buyrun yok edin: Galata’da bira içen çocukları döve döve kovun, “ele geçirin” İzmir’i, Antalya’yı. Sunni, Müslüman, Türk, heteroseksüel, muhafazakar, zengin ve ‘i-pad sever’ olmak kaydıyla herkesin özgür olduğu bir ülke yaratın.

AKP’ye devrimci diyorlar. Bu ülkede devrimciler dışında herkese ve hatta her şeye devrimci demek serbet nasılsa.

Sizce bu büyük devrimciler, 90 yıl önce iktidarda olsaydı; monarşiyi yıkabilirler miydi? Görüyorsunuz, nasıl da seviyorlar padişah efendilerini. “Devrimci” AKP, sizce neyi devirirdi? Örneğin kadınlara seçme ve seçilme hakkı verirler miydi? Mirasta ve şahitlikte eşitlik gelir miydi kadınlara? Bu devrimciler, çağdışı şeriat yasalarını devirmek şöyle dursun, evirebilirler miydi? “Din, siyasi bir varlık olmaktan tamamen çıkıp kişilerin vicdanlarında yaşayacak” diyebilirler miydi? Bunların hiçbirini yapamayacaklarsa Araplara neyle “model” olurlardı: Kiler Market’in gökdeleniyle mi? İyi de bu binaların alası Dubai’de var zaten.

O halde devrimci kim, genç kim? Tutucu kim, dede kim?

Türkiye, Arap ülkelerinde model olarak gürülünce AKP gaza geliyor ve kerameti kendinde görüyor. Bunun gülünç ve hatalı bir tutum olduğunu anlatmak için Erzurumlu bir dadaş mı gerek? Bu adamlar Atatürk’ü sımsıkı tutuyorlar da, farkında mı değiller?