‘Tutunamayan’ kültürümüz
Devekuşu Kabare’nin sahne aldığı Meşhur Konak Sineması, Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ı yazdığı bina, Müjdat Gezen Tiyatrosu maddi gerekçelerle satışta. Devletin başlıca vazifesi, simge kamusal mekânları korumak değil midir?
Tekin DENİZ
Aynılıklara tahammül mü azaldı? Farklı olmayı yanlış anlamış olma ihtimalimiz nedir acaba? Sanatta, edebiyatta, müzikte, yaşamın her sahasında, özellikle son 20 yılda aynı kalan, çizgisini sürdüren kaç kişi, kaç mekân, kaç yapı var acaba? Neden her şeyi bu kadar hoyratça değiştiriyor, değiştirirken de canına okuyoruz?
Meşhur laftır: “Çizgisini koruyan…” lafı. Biz acaba o çizgiyi mi yitirdik? Devekuşu Kabare’nin yıllarca sahne aldığı meşhur Konak Sineması, Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ı yazdığı bina, Müjdat Gezen Tiyatrosu da maddi gerekçelerle satışta. Aynı ilanları yarın Ses Tiyatrosu, Kenter Tiyatrosu ve Atlas Sineması için görmeyeceğimiz ne mâlum? Diyeceksiniz ki “iş yapmayan işletme kapanır” ama devletin ve onun belirli sürelerle temsilcisi olan hükümetlerin başlıca vazifesi, simge kamusal mekânları korumak ve geleceğe taşımak, böylelikle söz konusu kamusal faydayı gözetmek değil midir? Kültür Bakanlığı acaba turizme ve otelciliğe ne kadar, sanata ne kadar bütçe ayırdığını açıklayabilir mi?
ÖNÜ KESİLEMEMİŞ AFİFE JALEMİZ
Harbiye’ye gidince yolunuz mutlaka Kenter Tiyatrosu’na düşer. Askeri Müzesi’nin hemen karşı sırasındadır. Sarı süpermarket tabelası, döviz bürosu ve tatil acentesi tabelalarının ortasında bir yerde nefes almaya, tüm zorluklara rağmen var olmaya çalışan çok eski bir dosttur. Kadınların gölgede yaşadığı bir coğrafyada, kimse tek başına anılamazken, herhangi bir adamdan ayrı, müstakil olarak düşünülemezken, Yıldız Kenter etrafındaki onca ekol ismin arasından sıyrılıp işte tam da burada Yıldız Kenter oldu. Hiç mi dersler çıkarmadık tarihten? İşte tam şuradan, şu döviz bürosu, süpermarket ve turizm acentesi tabelası arasından kırgın kırgın bize bakıyor Yıldız Hoca! Sorun nedir? Vaktimiz mi yok hatırlamaya?
Yıllar evvel bir söyleşide: “Ben altmışımı devirdim. Tiyatromu on milyara satıp hem hayatımı yaşar, hem de senenin birkaç ayı oyunumu oynarım ama ben öldüğümde öteki tarafa götüremeyeceğim. Tiyatromun korunmasını istiyorum. Onca emek harcayarak ortaya çıkardığımız böyle bir tiyatronun satılmasını değil, yaşatılmasını, yaşamasını istiyorum. Hatta en büyük arzum bu ama Kenter Tiyatrosu’nu yaşatmak için çağrı yapmak bana düşmez. Asla böyle bir şey yapmayı düşünmem.” demişti.
Yakın zamanda İBB girişimiyle bu tarihi tiyatronun korunacağı, asli vazifesini sürdüreceği söylendi. Fakat o günden bu güne dişe dokunur bir hareketlilik görülmedi. Perdeler arzu edildiği gibi açılmadı ve yeni sezonda Kenter Tiyatrosu’nda neler yapılacak, ne yazık ki bilmiyoruz.
Yıldız Kenter, bizim için önü kesilememiş Afife Jale’dir. Üstelik bu sanatı sadece sahnede bir aktris olarak değil, akademilerde hocalık yaparak da sürdürmüştür. Pek çok kadına rol model olmuş, sahnedeki varlığıyla cumhuriyeti ve kazanımlarını bir ömür lâyıkıyla temsil etmiştir. Kendisine: “Şükran Güngör ile olan uzun süreli evliliğinizin sırrı nedir?” diye sorulduğunda “Birbirimizin yalnızlığına hiç dokunmadık.” yanıtını vermişti. İşte tam da bu duygu ve düşünüşle Yıldız Kenter’i aramalıyız. Yıldız Kenter’den ziyade cumhuriyetin düşü olan kadınların var olma, yaşama, birer birey, birer kişi, birer özne olma hakkını konuşmalıyız.
KENTER’İN MİRASINA SAHİP ÇIKILSIN
İsteriz ki bu ülkenin tek Yıldız Kenter’ine ve mirasına sahip çıkılsın. İsteriz ki bir ömür özel tiyatro olarak perde açmış olan Kenter Tiyatrosu özel tiyatro olarak yoluna devam etsin. Yıldız Kenter şayet isteseydi Devlet Tiyatrosu oyuncusu olarak da Şehir Tiyatrosu oyuncusu olarak da yoluna devam edemez miydi? Ederdi elbet! Özel Tiyatro olarak kalma mücadelesinin nedenini hep beraber en doğru şekilde anlamalıyız. Mutlaka anlamalıyız. Yıldız Kenter’in öğrencileri olan Müjdat Gezen, Ali Poyrazoğlu, Erdal Özyağcılar gibi nice isim hayatta. Bunun dışında yeni nesilden pek çok başarılı sanatçının da Yıldız Kenter için kolları sıvayacağına eminim. Neden hep kendimiz çalıp kendimiz söylüyoruz? Neden bu işin ehli onca insan varken gidip bir kerecik bile fikirlerini alma, danışma, konuşma zahmetinde bulunmuyoruz?
BİZİM HÂLÂ KABAK ÇEKİRDEKLERİMİZ VAR
İlkokul birinci sınıfta Yıldız Kenter’e bir ceza verilir. Bu ceza, duvara karşı yüzü dönük, tek ayak üzerinde bekleme cezasıdır. Çocuk Yıldız Kenter o kadar utanır ki o an: “Ölsem de kurtulsam” der ama birden aklına cebindeki kabak çekirdekleri gelir. Abisiyle eve dönerken o kabak çekirdeklerini güle oynaya yediğini düşünür ve kendine sarılır. Yıldız Kenter o kabak çekirdeklerini hiç unutmaz. Ne zaman kendisine: “Artık yorulmadın mı? Bırak, dinlen.” denilse “Ama benim kabak çekirdeklerim bitmedi ki” dermiş. Nerdeyse bütün cumhuriyet dönemi tiyatromuzla eşdeğer olan Yıldız Kenter gibi muazzam bir değeri ve mirasını yitirmeyelim. Aklımızı başımıza alalım. Yıldız Kenter ve Müjdat Gezen’in inancını ve çabasını pamuklara sarıp sarmalayalım. Onlara gerçek manada sahip çıkıp miraslarını gelecek nesillere de aktaralım! Umutsuz olamayız biz. Asla olamayız. Çünkü bizim hâlâ kabak çekirdeklerimiz var. Okuldan eve dönerken, hep beraber güle oynaya yiyeceğiz onları. Bunu hiç unutmayalım. Tamam mı?