Gazetecilerin kamuya karşı olan sorumlulukları, her türlü başka sorumluluktan önce gelir

Ulusal çıkar savunuculuğu ve gazetecilik

YASEMİN İNCEOĞLU- Prof.Dr./ Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi

Batılı demokrasilerde “Bekçi köpeği” olarak tanımlanan basın, yasama-yürütme-yargının, kamu adına eleştirilmesi hatta denetlenmesi amacıyla dördüncü kuvvet olma iddiasıyla ortaya çıktı. Fakat özellikle 1980’lerin neo-liberal politikalarıyla birlikte medya patronlarının kişisel çıkarlarının yön vermeye başladığı bir ortamda medya bu işlevini zaman içinde kaybetmeye başladı.

Gazetecilerin kamuya karşı olan sorumlulukları, her türlü başka sorumluluktan, özellikle de işverenleri ve kamu yetkililerine karşı sorumluluklarından önce gelir. Bu bağlamda medyanın sivil toplum dinamiklerinin gelişimine ve toplumda yatay iletişimi gerçekleştirmeye yönelik olarak üstleneceği en önemli rol, “iktidarların resmî ideolojisine” alet olmamaktır.

Medya, iktidarların söylemi doğrultusunda gündemi yönlendirme, bunalım konularını yaygınlaştırma, toplumu siyasal konulardan uzaklaştırma yani siyasetsizleştirerek kayıtsızlaştırma, konuyla ilgili bilgilerden yoksun bırakma, mevcut durumu normal kaçınılmaz şartlar olarak sunma, toplumsal umudu söndürme, iktidar ve politikalarının alternatifsizliği- ni vurgulama, muhtemel sivil itaatsizlik girişimlerini engelleme amacına uygun bir basın yayın politikası benimseyebiliyor.

İktidar, kitle iletişim araçları üzerinden, kamusal tartışmaların çerçevesini ve gündemini belirleyerek, bu konuları kamu gündemine taşıma veya ondan uzaklaştırma yeteneğine sahiptir. Yurttaşlar arasındaki bunalım duygusunu kolektifleştirerek ve bunalımın tedavisi için sıkı önlemler alınması gerektiği yolundaki resmî iddiaları yayarak, örtük bunalımın açık bunalım haline dönüştürülmesinde de etkilidir.

Ana akım medya profesyonelleri iş devlet sırrı veya ulusal güvenlik konularına gelince, iktidarların basına ilettiğinin ötesinde haber enformasyon arayışı içerisine girme veya sorgulamaktan kaçınmayı tercih etmekteler. Zira ortada “ulusal” olduğu vurgulanan bir mesele söz konusu olunca ortak uzlaşı sağlamak hiç de zor olmuyor. Basın genelde ulusal söylemi yeniden inşa ederek egemen ideolojiye eklemleyip sürekli onu yeniden üretiyor. Eylül 2001 saldırılarından sonra tüm dünyada, özellikle ABD’de en çok tartışılan konulardan biri medyanın güvenlikleştirici mi, yoksa özgürleştirici/demokratikleştirici mi bir işlev görmesi gerektiğiydi. Askerî-siyasî iktidarların “vatanperver” medya beklentisi içinde olmaları şüphesiz yalnız Türkiye’ye özgü bir durum değil. Devlet sırrı ve ulusal çıkar konularının gazeteci için çok hassas konular olduğunu, ”ya vatanseversin ya da vatan haini” klişesine dair verilecek iyi örneklerden biri Pentagon Belgeleri davasıydı. Haziran 1971’de Başkan Nixon yönetimi New York Times gazetesi aleyhine dava açıp Vietnam Savaşı hakkında ele geçirdiği gizli belgeleri yayımlamasına engel olmak istemişti.

Dönemin Savunma Bakanı McNamara’nın emriyle Pentagon için derlenmiş “ABD’nin Vietnam Politikasındaki Karar Verme Sürecinin Tarihi” başlıklı 47 ciltlik çalışma yapılmıştı. Bu çalışma, Vietnam savaşı sorumlularının yalanlarını ortaya koymuş, kötü yönetilen bir savaşın analitik incelemesini yapmıştı. Belgeler, Lyndon Johnson yönetiminin yalnız halka değil, aynı zamanda Kongre’ye de sistematik bir biçimde söylediği yalanların yanı sıra, yönetimin savaşı kazanamayacaklarını ve de halka açıkladıklarından çok daha fazla savaş zayiatı olacağını bildiklerini de ortaya koyuyordu. Savaş aleyhtarı askeri uzmanı Daniel Ellsberg belgeleri fotokopiyle çoğaltıp New York Times’a sızdırdığında, gazete ikiye bölünmüştü; “ulusal güvenlik tehdit altına girer mi?” diyenler ile “Amerikan halkı uyutuluyor, kamuoyuna gerçekleri söylememiz lazım” diyenler uzun bir tartışma dönemi sonunda, belgelerin gerçek olup olmadıkları uzmanlarca incelendi, bu anlamda oto-kontrol açısından gazete çok başarılı bir örnek gösterdi. Sonradan Nixon yönetimi belgelerin yayımlanmasının ulusal güvenliğe zarar verdiği, ulusal çıkarı zedelediği gerekçesiyle, sansür getirdi. Ancak sonuç, Nixon yönetiminin basın karşısındaki yenilgisiydi. Federal Yargıç Murray Gurfein, 1970’lerdeki Pentagon Belgeleri davasında Vietnam Savaşı ile ilgili bilgileri sansürlemeye çalışan hükümete şu hatırlatmayı yaptı: “Ulusal güvenlik tek başına bir sur oluşturamaz. Güvenlik özgür kurumlara ilişkin değerlerde de gizlidir.” Bu değerlerden biri, yargıca göre, özellikle savaş gibi durumlarda, halkın hükümetin ne yaptığını bilmesiydi. Bir başka deyişle gazetenin dikkate aldığı tek ölçüt, gazete yönetiminin önüne gelen belgenin doğru olduğunu ve yayımlanması halinde “kamu yararı” na hizmet ettiğini bilmesinin yeterli olduğuydu.

Harvard Üniversitesi Nieman Vakfı yöneticilerinden Bill Kovach, ONO-Dünya Ombudsmanlar Örgütü’nde yaptığı “Basın ve Demokrasi Birlikte Yükselir veya Batar” başlıklı konuşmasında şöyle demişti: “ Toplumun temel kurumları tehdit altında kaldığı ve kendini yöneten insanlar doğru ve bağımsız bilgiye en çok ihtiyaç duyduğu zamanlarda gazetecilerin soru sormaktan, yönetimleri ‘zorlamaktan’ vazgeçmesi istenir. Keskin gözlemci rolünü terk etmeleri, kuşkucu olmayı bırakmaları beklenir. Resmî yetkililer ve halk sorar: Önce Amerikalı mısın, yoksa gazeteci mi? Bir gazeteci, günün haberlerini kararlılıkla farklı yerlerden doğrulattığı; iktidar odaklarının eylemlerini sorguladığı; bazı kişisel veya kurumsal nedenlerle gizli kalması istenen bilgileri onu bilmesi gereken halka ifşa ettiği ölçüde vatanseverdir, demokrasiye hizmet eder”.

İktidarların, kamu yararı adına ihmal, haksızlık ve yolsuzlukların ortaya çıkarılmasını sağlayan, sosyal veya politik güç, iktidar odaklarının engellemelerine karşı yapılan bir gazetecilik türü olan araştırmacı gazeteciliğini önleme gerekçelerinden biri olan “ulusal güvenlik” ve “ulusal çıkar” ın öne sürülmesi iktidar eliyle kamunun bilme hakkının ihlalinden başka bir şey değildir.