Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali’nde “Sinema Onur Ödülü’ne değer görülen Ayşenil Şamlıoğlu, “‘Umudumu kaybettim’ demek bana fazla lüks ve romantik geliyor. Öyle bir romantiklik yaşayacak durumda değiliz. Bu ülkeyi çok seviyoruz. Asla vazgeçmeyeceğiz” dedi.

Umutsuzluk bizim İçin lüks ve romantik

Işıl ÇALIŞKAN 

Yarım asırlık bir sanat serüveni Ayşenil Şamlıoğlu’nunki. Ferhunde Hanımlar, Bizim Evin Halleri, Menajerimi Ara dizilerinin yanı sıra Geyikler Lanetler, Sen Aydınlatırsın Geceyi gibi tiyatro ve sinema projelerindeki performansıyla unutulmaz karakterlere imza attı. Seyircinin gönlünde edindiği yer bir yana başarısını onlarca ödülle taçlandırdı. Bunlardan sonuncusu 13. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali’nde aldığı “Sinema Onur Ödülü” oldu. Şamlıoğlu ile sanat serüvenini konuştuk. 

50 yıllık sanat serüveninizde geriye dönüp baktığınızda ne görüyorsunuz? 

İyi ki bu yolda yürümüşüm diye düşünüyorum. Kendimi asla başka bir işte görmüyorum. Ben yaşadığım her ânı büyük bir sevgiyle, kucaklayıp kabul eden biriyim. O yüzden çok mutluyum, iyi ki bu işi yaptım. Hayatta en önemli şey gerçekten sizi mutlu edecek, çok sevdiğiniz bir işi yapmaktır. Çünkü gününüzün en büyük kısmını işinizle geçirirsiniz. Eğer o işte mutsuzsanız dünyanın en mutsuz insanı olursunuz. O yüzden kendimi çok şanslı addediyorum. 

Bir yıllık gazetecilik geçmişiniz de var. Bugün gazetecilik yapıyor olsaydınız ne tarz haberler üzerinde çalışırdınız? 

Bunu hiç düşünmemiştim ama galiba sanat haberleriyle uğraşmazdım. Ben savaş muhabiri olmak isterdim. Çünkü oyunculuk gibi öylesine aktif bir yaşamı herhalde orada bulurdum. Savaş muhabirliği bana “vay canına” dedirtiyor. 

Günümüzde kültür sanat haberleri yapmak da oldukça aktif bir hale geldi. Her gün yasaklar, baskılar, davalarla uğraşıyoruz. 

O da doğru. Günümüzde bir gazeteci olarak oturduğun yerden yeterince macera yaşarsın. 

Çok sayıda gazeteci haberleri nedeniyle cezaevine giriyor. 

Tabii tabii gazetecilik adeta suçmuş gibi. İşini yapmak suç oluyor. Çok üzüntü verici bir şey bu. 

SAHNENİN ÜSTÜNDE VURGUN YEDİM 

Kariyerinizde dönüm noktası ne oldu? 

Hayatımda beni en çok etkileyen Murathan Mungan’ın Geyikler Lanetler oyunundaki rol. Mustafa Avkıran yönetmişti. Antalya Devlet Tiyatrosu yeni kurulmuştu ve ben oraya konuk oyuncu olarak gitmiştim. Üçlemenin üç oyununu birden çalışıp üstelik bunu tek gün olarak İstanbul Festivali’nde oynadık. Tam 11 saat. Ve o öyle büyük bir yorgunluk ve beraberinde bir daha yaşanamayacak bir hazdı. Ardından Selçuk Yöntem Ben Feuerbach diye bir oyun getirdi, “Ayşenil sen bunu bir oku” dedi ve arkasını dönüp gitti. Oyunculukta bir rolde dibe kadar dalmaya başlarsanız suyun üstüne çıkmakta zorlanırsınız, vurgun yeme riskiniz olur. Feuerbach vurgun yemiş olanlardan biri. Ben o vurgun yemenin ne demek olduğunu sahnenin üstünde yaşadım. 

Kariyeriniz boyunca çok sayıda ödüle değer görüldünüz. Suç ve Ceza Film Festivali’nden aldığınız “Sineman Onur Ödülü” bunların sonuncusu oldu. “Onur Ödülü” kavramının sizde nasıl bir karşılığı var? 

Onur ödülü dediğiniz zaman sizin yaşamda almış olduğunuz yol adına size o güzelim dokunuşla biri diyor ki: “İyi ki bu yolda böyle ilerledin. Çok doğruydu.” Bunu duymak mutluluk verici. Ben çocuk yanını hep koruyanlardanım. Bengi Semerci telefon edip bu ödülü haber verdiğinde ben kendimi lunaparkta hissettim. O kadar uzun süredir lunaparkta değildim ki o telefonla bir anda lunaparka gittim. Suç ve Ceza Film Festivali benim için apayrı bir yerde duruyor. Bu kadar saygın ve seçimleri bambaşka bir yerde duran festivalden hele bu ödülü almak beni onurlandırdı. Bu benim için bir onur. Çok mutluyum, evet lunaparktayım, dönme dolaba bindim gidiyorum. 

ESKİDEN UFACIK ŞEYLERİ SANSÜR SANIYORMUŞUZ 

Festival komitesi ödül gerekçesi olarak tiyatro ve sinema alanında sürdürdüğünüz başarıları göstermiş. Geçmişten bugüne baktığınızda bugünkü Türkiye’de sanatçı olmak sizin için ne ifade ediyor? 

Ben Devlet Tiyatrosu sanatçısıyım. Biz eskiden ufacık şeyleri sansür sanıyormuşuz. Bunu görmek derin bir hüzne yol açıyor. Hüzün içerisinde kalıyor insan. Sanat bambaşka bir ifade biçimidir. Sanatçı toplumdan ayrı düşünülemez. Sanatçı kendi toplumunda ve dünyada gördüğü her türlü sancıyı taşımak aktarmak ve kendi yorumuyla göstermekle yükümlüdür. Bu onun görevidir, tıpkı gazetecilerin görevi olduğu gibi. Şimdilerde yerli ve milli gibi cümleler uçuşuyor. O nedir benim anlamam mümkün değil. En ufak bir şey dayatılmak istendiğinde ardına geçilmek istenen bir kalkan gibi kullanılıyor. Ömrüm boyunca fena halde yerli ve milli oldum. Eğer benim bildiğim anlamdaysa tabii. Benim yüzüme karşı tutulan kalkanlar bana çok tuhaf geliyor. Her zaman vatanperverim, başka Türkiye var mı? Yok. 

Bir zamanlar oynadığım rolleri düşünüyorum, bugün oynayabilir miyim? Benim üniversitede olduğum dönemde politik tiyatro diye bir kavram vardı. Şu anda var mı? Hayır. Yapabilir misiniz? Asla. Gençliğimden bugüne baktığımda bir zamanlar mesleki ya da sosyal anlamda bir şeylerin yok olduğunu görmek derin bir hüzün veriyor. Yeni nesiller benim yaşayabildiklerimi yaşayabilsinler öyle yaşayabilsinler isterim. Önemli olan gençler, sizlersiniz. Ve sizlerin yaşamdaki duruşu o kadar değerli ki. Ülkenin geleceği sizlersiniz. 

Bugün muhalif sanatçılar iktidarın yasaklamalarına maruz bırakılıyor. Kendilerinden gördüklerini ise bir nevi ödüllendiriyorlar. Devlet Tiyatrosu’na Tamer Karadağlı’nın genel müdür olarak atanmasına nasıl bir yorumunuz var? 

Olmaması lazım. Tamer’i ben öğrencilik yıllarından beri tanırım. Ferhunde Hanımlar dizisinde beraberdik. Tamer genel müdür olacak biri değil. Tamer’in ne birikimi ne yaşamdaki duruşu buna uygun. Duruşu bir kenara bırakalım hadi, birikim gerektirir. Bu kadar köklü bir kurumun başında genel müdür olacaksanız öncelikli olarak yönetmen olmanız gerekiyor. Öncelikli olarak o tiyatroda ilerleyerek emek vererek gelen biri olması gerekiyor. Tiyatronun dışından gelenler de oldu tabii ama yılların tiyatro hocaları. Tiyatroya genel müdür olacak kişinin yaşamının tiyatroyla yoğurulmuş olması gerekir ki Tamer öyle değil, bunu hepimiz biliyoruz. 

İNSAN ÖLDÜĞÜ ZAMAN UMUDUNU KAYBEDER 

Siz umudumu kaybediyorum diyenlere çok kızıyormuşsunuz. Seçimden sonra herkeste bir umutsuzluk hâsıl oldu. Okurlarımıza umudu diri tutmak adına ne önerirsiniz? 

Yaşamda insan ancak öldüğü zaman umudunu kaybeder. Ölüme giderken bile umudunu kaybetmemelisin. Her zaman yaşama tutunmalısın. Bu hayat benim, bu ülke de… Bu ülkede yaşıyor musun? O zaman o sandığa gideceksin. Her seferinde kaybediyor olsan da gidip o oyu kullanacaksın. Seçime girersin, kazanır ya da kaybedersin. “Ben yıldım” ne demek? Tekrar tekrar gideceksin, görevini yapıp iç huzurla arkana yaslanacaksın ve kaybediyorsan gelecek seçimlere şans vereceksin. “Umudumu kaybettim” demek bana fazla lüks ve romantik geliyor. Öyle bir romantiklik yaşayacak durumda değiliz. Çok değerli bir ülkemiz var bizim. Bu ülkeyi çok seviyoruz. Asla vazgeçmeyeceğiz.