Ünsal Ünlü: Özgür basın Erdoğan için çok büyük tehlike
BirGün Pazar’a konuşan Ünsal Ünlü, “Akbelen’de gözüne biber gazı sıkılan gazeteciler olmasa iktidarın bile elinde tek kare görüntü olmayacaktı, çünkü toptan bir karartma uyguladılar” diyor.
Esat Aydın
6.dönemini yaşayan AKP iktidarında ikinci yüzyılına hazırlanan ülkenin gündemi bir hayli yoğun. Bu yoğunluğun iki ana kolu toplumsal hayatı belirliyor ve/veya derinden etkiliyor. Bunların ilki elbette yoksulluk. Yoksulluğu ve yoksunluğu doğuran koşullar ülkeyi çepeçevre sardı. Diğer kol ise hem bu yoksulluğu besleyen hem de daha derin sorunları beraberinde getiren, geri dönüşü olmayan bir yıkım yani yağma-talan politikaları..
20 yıl boyunca müşterekleri ortadan kaldıran, sermaye ile kol kola olan bu iktidarın yeni hedefi yine hayat…
“Yakıp yıkma kapitalizminin” kusursuz işletilme sahası haline getirilen ülkede Akbelen özelinde de gördük ki rant yaratma ve “kapsamlı kayırmacılık” bu dönemde de AKP iktidarının alamet-i farikası olmaya devam edecek. Ama Akbelen bize pasif muhalefet yerine dayanışmacı bir mücadele örneği ile başka şeyler de söylüyor.
Yarattığı bağımsız medya çabasıyla tanınan Gazeteci Ünsal Ünlü ile konuştuk.
İlk sorum Akbelen direnişi üzerine. Yağma-talan, sermaye-iktidar ikilikleri ve ortaklıkları bağlamında yok edilmeye ant içilmiş koca bir orman ve bu ormanı hem sermayeden hem iktidardan korumaya çalışan ama sermayeye siper olan asker-polis şiddetine uğrayan insanlar… Süreç hakkındaki görüşleriniz nelerdir? Sizce Akbelen kamuoyundan ve muhalefet odaklarından yeterli desteği alıyor mu, salı günü meclis bu gündemle toplancak; ne söylemek istersiniz?
Aslında Akbelen’de yaşanan uzun süredir devam eden bir kaynak talanının görünen son parçası. Bundan önce de; Karadeniz yaylalarından Kazdağları’na, Akkuyu’dan Diyarbakır Suriçi’ne kadar birçok yerde iktidar benzer yıkımlar yaptı. Kimseye ama özellikle oranın yaşayanlarına ve bir de elbette bilimi reddettikleri için biliminsanlarına hiç kulak asmadılar. Belki bugün Akbelen’in bu kadar çok ses getirmesinin en önemli nedeni, devletin kolluk güçlerinin (jandarma ve polis) iktidara göbek deliği kadar yakın maden sahiplerinin yıkımına koruma sağlamasıydı. Düşünsenize; 1980 öncesi üniversite eylemlerinde “Jandarma biz, sosyalistiz, dostuz yalnız biz sana. Kurtuluşun bizimledir, elini uzatsana” diye söylenen marş 40 yıl sonra bir kez daha anlam kazandı. Bu ülkenin trajikomik gerçeği bu sanırım… İşin siyasi boyutuna gelince, kamuoyu eğer sosyal medya üzerinden bu derece baskı yaratmasa, seçim yenilgisinin yarattığı sorunlarla boğuşan muhalefet –3 gün sonra bile olsa– oraya gider miydi? Şu bir gerçek ki doğa katliamları toplum ses çıkarmadığı sürece siyasette yer bulamıyor.
Akbelen bazı siyasetçiler için bir turnusol oldu. Davutoğlu’nun ziyareti, İnce’nin, Tanal’ın, Kılıçdaroğlu’nun, Başarır’ın, Sarıgül’ünki kadar tepki toplamadı. Bunun sebebi sizce nedir? Halk ana muhalefet partisinden ne bekliyor? Muhalefette “değişim” sizce kiminle, nasıl mümkün veya mümkün mü?
Şu “değişim değişim” diye sürekli tekrarlanan kelimeden ne murat edildiğini bir anlatsalar da öğrensek. 14-28 Mayıs seçimleriyle görüldü ki Türkiye’de 12 Eylül'ün yok ettiği siyasal bilincin artık izi bile kalmamış. Siyasal islamcılarla kol kola girilen bir seçimde, siyasal İslamcılara yenilmiş bir muhalefet ne anlatacak insanlara? Gerçekten Ahmet Davutoğlu’nun saatlerce konuşmasını merakla bekleyen var mı hâlâ? Muharrem İnce’nin seçim sürecinde bir kenarda bekleyip “Nasıl olsa bana gelecekler” kurnazlığı elbette Akbelen’de karşılık bulmayacaktır. İnsanlar cesur, kararlı ve hızlı bir muhalefet istiyor. Konuş konuş nereye kadar? Sosyal medyada sıradan yurttaşın yaptığıyla başarı kazanacağını düşünen siyasetçilerin devri geçti artık. Bir anlasalar, işte o zaman değişim başlayacak.
Ahmet Davutoğlu “En son tercihim seçime CHP listelerinden girmekti. Her şeyi denedim. İYİ Parti’ye teklif götürdüm, ‘Bu sağ seçmen CHP’ye oy vermez beraber olalım’ dedim. Kimse bizim oportünist bir tavır sergilediğimizi söyleyemez” dedi. Deva, Gelecek, İyi Parti gibi sağ muhalefet ve CHP işbirliği ele alındığında sorumluluk ne derece paylaşıldı?
Davutoğlu haklı! Oportünizm kelimesi Davutoğlu’nun ve Akşener’in tavrının yanında yetersiz kalıyor, onlarınki çok daha ileri bir kurnazlık. Siyasal İslamla ve yandaşlarıyla birliktelik yaşayan herkese örnek olmalı 14-28 Mayıs süreci. “-mış gibi” davranmak konusunda kitap yazabilecek kadar iddialı olan siyasal İslamcılarla sağcılar; malzemeyi Kılıçdaroğlu’na aldırıp yemeği de ona yaptırdılar. Şimdi de hesap ödemeden tüydükleri masanın ne kadar kötü olduğunu anlatıyorlar bağıra bağıra… Sorumluluk falan alan yok ortada. Seçmenleri de dahil olmak üzere siyasal İslamcı partilerle onların yandaşları arazi oldular.
2024 yerel seçimleri geliyor, yine bir sandık siyaseti toplumsal tabanı nasıl etkiler? Geçen gün Ali Mahir Başarır “Parti tabanı kızsa da tepki verse de gider oyunu verir, o yüzden yeni partiler çözüm değil” gibi bir açıklama yaptı. Sizce seçmen 2024’e bir tavır koyabilecek mi? Kılıçdaroğlu; Balıkesir, Manisa, Bursa gibi illeri alabileceklerini de iddia etti... bu gerçekçi bir hedef mi, Kılıçdaroğu bu hedefi gerçekleştirecek araçlara sahip mi?
Bir defa şu andan bakınca Kılıçdaroğlu’nun bu hedefi son derece anlamsız ve gerçek dışı, zira insanları siyasetten soğutan bir sürecin sonunda onlara bir de yeni hedef yükleyemezsiniz. Varolan belediyeleri korursa öpüp başına koysun. Başarısızlık, konuşulmayan ufak başarısızlıkları da görünür kılar. Bakın şimdi İzmir’de, Antalya’da yeterince hizmet alamadığını söyleyen CHP seçmeni ses yükseltmeye başladı. Bu tepkileri “Türkiye laiktir, laik kalacak” diye bağırarak susturamazsınız. Durum böyle olunca da gelip aynı yere tosluyoruz işte: Değişim! Bu değişimin nasıl, kimle ve ne zaman olacağını bir an önce ortaya koymak zorunda ana muhalefet. Yoksa çok daha ciddi başarısızlıklar korkarım ki yolda…
Yoksulluk, işsizlik, zamlar… çok derin bir yok oluşun içinde var olmaya çabalıyoruz. Sizin ekonomik gidişata ilişkin düşünceleriniz nelerdir? Hükümet bu şekilde devam edebilir mi?
“Faiz sebep, enflasyon netice” şeklinde ortaya konan ve benimle birlikte pek çok iktisatçının da “İnanılmayacak kadar cahilce ve saçma” diye nitelendirdiği politika neticesinde ekonomi çöktü. Şu an hasarın giderilmesi değil daha da büyümemesi sağlanmaya çalışılıyor. Alınacak tedbirler ne olursa olsun üretimin başlamadığı bir ekonomiyi; TOGG’la, İHA’larla, bayrak-ezan söylemiyle kurtaramazsınız. Erdoğan’ın 20 sene sonra, gönülsüz de olsa ekonominin direksiyonunu Şimşek ve ekibine vermesinin tek nedeni topluma dayattığı saçma ekonomik yaklaşımı sürdürebilme şansının kalmaması. Özellikle uluslararası çevrelerin bu konuda ısrarlı olduğunu sanıyorum. Dertleri de kara kaşımıza kara gözümüze bayılmaları değil bu ülkedeki yatırımları ve beklentileri. “Ekonomi er geç duvara toslayacak” diyebilirdim aslında ama zaten şu an toslamış durumda olduğumuz için demiyorum.
Tüm bunlar olurken gazeteciliğin ve gazetecilerin de bir süreçten geçtiğini görüyoruz; durum hakkında ne söylemek istersiniz? Cezaevinde gazeteciler, cezaevi yolunda gazeteciler… Sizce daha ne kadar ileri gidilebilir? Ayrıca Akbelen’de de gazetecilerin maruz kaldığı muamele ortada. Direniş alanlarında olmayı nasıl yorumluyorsunuz?
-Bu kadar ağır yıkımın yaşandığı dönemlerde elbette gazetecilerin de gadre uğraması sürpriz değil. Gerçeğin duyulmasını yani söylenenin aksine her şeyin son derece kötü gittiğinin duyulmasını istemez elbette iktidar. O nedenle de özgür basın Erdoğan için çok büyük tehlike. Bence bundan sonrasında da aynı sertlikle devam edecekler. Beğenmedikleri her habere yayın yasağı getirerek, hoşlanmadıkları şeyler yazan/anlatan gazetecilere baskı uygulamayı sürdürecekler. Ama unuttukları şey şu, özgür medyayı susturmaya çalışanlar fısıltı gazetesine imkân yaratır. Yani toplumda infial yaratacak kadar sert ve yalan haberlerle boğuşmak zorunda kalırlar. Akbelen’de gözüne biber gazı sıkılan gazeteciler olmasa iktidarın bile elinde tek kare görüntü olmayacaktı, çünkü toptan bir karartma uyguladılar. Oysa “Orada yıkılandan çok ağaç dikeceğiz” yalanını yayabilmek için bile orada son durumu görüntüleyenlere muhtaçlar.
Sizin yıllardır bağımsız çalışıyor olmanızın getirdikleri ve götürdükleri bağlamında da bir değerlendirme yapar mısınız?
Yıllarca haber televizyonculuğu yapmışken artık bu ortamda bulunmamı istemeyenler belki de farkında olmadan bana iyilik yaptılar. Çünkü bu kadar çileli bir yola mecbur olmadan sapmaz aklı çalışan kimse. Anadolu’da söylenir “İcat, ihtiyaçtan doğar” diye. Bizi mucit yaptılar zorla. Benden başka tek tabanca çalışan yok, en kötü durumdakinin bile bir asistanı var. Oysa bu tam benim seçtiğim yol, tek başına, tek sorumlu… Biraz “Ben tek, siz hepiniz” kafası. Çok kolay bir şey değil, bunu söylemem gerek. Her şeye tek başınıza göğüs germeniz gerekiyor çünkü, ama işin bir de şu boyutu var ki ben soğuk füzyon yapmıyorum. Sonuçta yaptığım iş, evrensel ilkeleri olan ve internet üzerinden yapmaya başlayana kadar da 26 yıl konvansiyonel düzlemde mesleğim olan gazetecilik. Yani sonuçta şikâyetçi değilim.
Yani; işimi yapmanın zorluklarına yalnız olmayı ekleyip bundan başkasının sorumluluğu almamayı çıkarın, internet üzerinden para kazanmanın büyük zorluğuyla çarpıp yayına devam ettiğim yıllara bölün, işte size değerlendirme.