2024’e dair temennilerimi dillendirmeden önce şu temel soruları soracağım: Biz nereye gidiyoruz? Birbirimizi ne zaman dinlemeye, anlamaya başlayacağız?

Utanacakları bir yıl olsun

Tayfun Kahraman - Dr., Öğr. Üyesi - Silivri Cezaevi’nden yazdı. (Silivri 9 No’lu Cezaevi A/47) 

2023, bir yandan bizi çaresiz bırakan depremler ile kahrolup isyan ettiğimiz diğer yandan 

Cumhuriyetimizin 100. yaşını tüm engellemelere rağmen coşkuyla meydanları doldurarak kutladığımız; iktidarın tüm yetersizlik ve beceriksizliklerine, siyasi ortamın tüm olumlu koşullarına rağmen muhalefetin el birliğiyle imkansızı başararak toplumsal dinamizm ve heyecanı paramparça ettiği, yinede halkın bağrından doğan bir değişim iradesiyle umudu yeniden yeşertmeye çalıştığımız sıra dışı bir yıl oldu.  

Bunların yanında hepimizi canından bezdiren ekonomik sorunlar, Gazze’deki utanç verici insanlık suçları, teröre verdiğimiz şehitler ve anayasayı ayaklar altına alan yargı darbeleri gibi olaylar 2023’ü ileride yeniden yaşamayı kesinlikle dilemeyeceğimiz bir yıl yapıyor. Cumhuriyetimizin yeni yüzyılının miladı olsa da sanırım 2023’ü ileride 6 Şubat’ta yaşadığımız felaketlerle anacağız. 

Bugüne kadarki tecrübe ile 2024’te bizi bekleyenler konusunda karamsar olmak için birçok neden var. Fakat biz yine de birbirimize güvenmeye, umut etmeye ve dayanışma ile insanca bir yaşamı kurmak için çalışmaya devam edeceğiz. Bizi geleceksizliğe mahkûm eden suçların faillerinin utacağı günlerin er geç geleceğini düşünüyorum. 

Güneşin Etrafında Bir Kere Döndü Dünya 

Geçen yılın bıraktığı izlere dair kişisel tecrübem benim de dahil olduğum Gezi tutuklularının dört duvar arasında geçirdiği 365 günlük esaretten ibaret oldu. Hukuksuz bir şekilde esarette geçirdiğimiz bu yıl boyunca yaşadım denebilecek sayılı zamanlarda hayattan alabildiğim her tat damağımda kaldı. Yıl boyunca ailem ve sevdiklerime sadece 16 saat dokunabildim, onlarla her hafta on dakikadan sadece 520 dakika telefonda görüştüm, görüşemediğim dostlarım, meslektaşlarım, öğrenci arkadaşlarım ile sadece mektuplar aracılığı ile haberleştim. Hayatımda ilk defa yıl boyu İzmir’e gidemedim, ailemle kurduğumuz büyük sofralara katılamadım, Vera’nın bebeklikten çocukluğa geçerken ilk deneyimlerini yaşadığı birçok anda yanında olamadım, Meriç ile bir kahve içerek sohbet edemedim. Bu liste uzar gider. Peki bu eziyet bize neden reva görüldü? Çünkü muktedir böyle istedi, ona bağlılığını kanıtlamak isteyen bağımlı ve taraflı yargı hukuku hiçe saydı, adaletsizliğe duyarsızlaştık, sinizm yükselirken birbirimizin derdini umursamaz olduk; belki de en önemlisi egemenin yanında, doğru yerde durduğunu düşünenler artık hukuksuzluğa karşı utanma duygusunu yitirdi, yüzleri hiç kızarmaz oldu. 

Bu yıla dair hatırlamak istemeyeceğim ilk şey yaşadığımız her felaketin sorumsuz sorumlularının bir an bile yüzlerinin kızarmaması; büyük rezaletlere, korkunç haksızlıklara, aklımızla alay eden yalanlara ses çıkarılmamasıydı. 

Aklımıza Kazınan Gün: 6 Şubat 2023 

6 Şubat Depremlerinde bizi isyan ettiren acizlik ve beceriksizlik asla zihinlerimizden çıkmayacak. 

Yaşanan felaket sonrasında devletin tüm gücü seferber edilerek hızlı ve organize bir kurtarma faaliyeti yapılamadı, enkazlara müdahale edilemedi, on binlerce canımız soğukta, enkaz altında yardım beklerken hayatını kaybetti. İletişim hatları koptuğu için arama kurtarma çalışmaları ağırlıkla internet üzerinden organize edilirken iletişimden sorumlu olanların aklına ilk gelen kendilerine yönelik tepkinin sesini kısmak için internet hızını yavaşlatmak oldu. Deprem başta olmak üzere afetlerde işler durumda olması hayati önem arz eden havaalanları tüm uyarılara rağmen elverişsiz zeminde yapıldığı için haftalarca kullanılamadı. En yüksek dayanıklılık seviyesinde olması gereken hastane binaları, güçlendirilmesi gerektiği defalarca belirtilmesine rağmen ödenek yetersizliği nedeniyle yapılamadığı için, can kurtaracağı yerde içindeki sağlık personeli ve hastalara mezar oldu. Depreme güvenli diye satılan yeni, süper lüks binalar yerle bir oldu. 

Enkazlarda aylar sonra hala cansız bedenlere ulaşıldı, binlerce kişinin ise bir mezarı bile yok. Hayatta kalmayı başaranlar ise başka bir çaresizlikle baş başa kaldılar. Yardımlar organize edilemezken sivil toplumun bu yöndeki girişimleri engellendi, hatta bazıları hain ilan edildi. İnsanlar kış günü titreyerek bir barınak beklerken, Kızılay yardım götürmek isteyenlere çadır sattı. Bir yıl içinde konutlar yapılacak denmişti, o konutları da gören olmadı. Bugün, hala bölgedeki insanların çoğu çadırlarda ve geçici barınaklarda yaşamaya devam ediyor. Fakat bu devasa beceriksizliğe rağmen hiç kimse hesap vermedi. 

Yapılan sadece kentsel dönüşüm adı altında mülkiyete el atmayı kolaylaştıran bazı yasa değişiklikleri oldu. Kamuoyuna sürekli yanlış bilgiler verildi, depremin yıkımından muhalefet sorumlu tutulurken İmar Barışı adı altında yapılan imar affından kimse hicap duymadı. 

Muhalefet İmkansızı, İktidar Manipülasyonu Başardı 

6 Şubat’ın sancıları devam ederken yapılan genel seçimlerde de değişen bir şey yoktu. Açık bir düşmanlaştırma politikasıyla birbirlerinin varlığına dahi tahammül edemeyecek hale getirilen, birbirilerini dinlemek, anlamak için tüm yolları manipülasyonlarla tıkanan kutuplaşmış geniş halk kitleleri; karşısındakinin acılarını, haklı taleplerini, isteklerini göremedi. Ekonomik krize, her türlü adaletsizliğe, tüm olumsuzluklara rağmen hayali düşmanlar ve başarı hikayelerine sığınan iktidar, kendi sorumluluğunu örterek seçimleri kazanmayı başardı. Aynı masada birbirini anlamaya yönelik samimi bir çaba harcamayan, kendi dar siyasi hedeflerini önceleyen muhalefet ise birçok hata yaptı, iktidara alternatif olacak bir umut üretemedi ve imkansızı başararak seçimi kaybetti. 

Seçimlerden sonraki durum da bizleri şaşırtmadı. İktidar yapmadıkları, muhalefet ise yapamadıkları yüzünden mahcubiyet duymadı, yanlışlar gizlenmeye çalışılırken yeni hikayeler yazıldı ve kimsenin yüzü kızarmadı. Cumhuriyet’in 100. yılında depremler ve seçimler gündemi belirlerken, yalanlar, yanlışlar, haksızlıkların birbirine karıştığı başka önemli yerel ve küresel gelişmeler de oldu. Dünya İsrail’in yalanları ile Gazze’de yaşanan katliamlara gözlerini kaparken Türkiye’nin muktedirleri de samimi, tutarlı ve gerçek bir tepki vermek yerine kanayan kamu vicdanını kendi kutuplaştırma politikasına alet etti. Kadın cinayetleri her geçen gün artarken, kadınların hak ve özgürlükleri siyasi saiklerle tahrip edilirken bu konudaki en önemli uluslararası hukuk metni olan İstanbul Sözleşmesi’nden bir imza ile çekilen siyasiler bundan utanç duymadı. Terör ile mücadelede onlarca gencimizşehit olurken, bu acıların yaşanmasında sorumluluğu olanlar yine çareyi suçu muhalefete atarak hain ilan etmekte buldu. Ekonomi alanındaki liyakatsizlik hepimizin canını yakan büyük bir krize yol açarken; sorumluluk üstlenen, yüzü kızaran olmadı. 

Utanacak Cesaretimiz Kaldı Mı? 

2024’e dair temennilerimi dillendirmeden önce şu temel soruları soracağım: Biz nereye gidiyoruz? 

Birbirimizi ne zaman dinlemeye, anlamaya başlayacağız? Korkuları bir yana bırakıp karşılıklı kazdığımız siperlerden çıkarak, birbirimizin aynasından bakarak ötekini anlamaya, haksızlıklar, yalanlar karşısında insanı insan yapan en temel duygu olan utancın kekre tadına bakmaya cesaret edecek miyiz? Umarım 2024’de bu sorulara samimi cevaplar vererek birbirimize şans tanımaya başlarız. Önceliğimiz, haksızlıkları ve yanlışları gizlemek değil, çıplak gerçeğin karşısındaki mahcubiyet duygusuyla birbirimize güvenmeye cesaret etmek olmalı. Ancak o zaman birbirimizi anlamaya; acılara, yanlışlara, haksızlıklara karşı birlikte durmaya başlayacağız. Ve Allah utandırmasın diye diye utanma duygusundan, ardan, hayâdan tümden yoksun kalanlar da dahil herkes için temennim Allah utandırsın olacak çünkü dünyayı utanç kurtaracak.