İspanya’nın güneyinde Sierra Sur dağlarıyla çevrili Endülüs’te başka bir dünya mümkün şiarıyla kurulan ‘komünist kasaba’ Marinaleda ekonomisini kooperatifçilik üzerine inşa etmiş. Sosyalist, komünist ögelerle kurulan özyönetim biçimiyle, antikapitalist bir kasaba burası. Marinaleda’ya “komünist köy” sıfatını da zaten buraya dışarıdan bakanlar yakıştırıyor.

Ütopyaya giden yol: Marinaleda-2 | Başka yaşam mümkün
Fotoğraflar: Semiha Durak

Semiha DURAK

İspanya’nın güneyinde Sierra Sur dağlarıyla çevrili Endülüs bölgesinde Sevilla yakınlarındaki komünist köy Marinaleda’da caddeyi yarıladığımızda karşımıza, girişinde büyük harflerle “Başka Bir Dünya Mümkün” yazan bina çıkınca, buranın aradığımız kooperatif olduğunu sanıyoruz önce.

Ama içeri girince Marinaleda’yla ilgili okuduğum kitapta adı geçen, tarım işçileri sendikasının barında olduğumuzu anlıyorum. Çok kalabalık olmayan ve o sırada sadece erkeklerin bulunduğu barda, bir grup emekli sendika üyesi bir masada oturmuş kağıt oynuyor.

Türkiye’nin küçük demokrat kasabalarındaki, çocukluğumdan hatırladığım, sendika lokallerine benziyor biraz burası. Kimsenin izlemediği televizyonda, Titanik batığına keşif gezisi sırasında kaybolan milyonerlerin haberi dönüyor kendi halinde, sessiz. Bütün dünya kayıp milyonerleri konuşurken, sadece kendileri değil, haberleri de kaybolup gidiyor burada.
Sendika barında biraz serinledikten sonra tekrar yakıcı yaz sıcağının kavurduğu yollara düşüyoruz. Kooperatifi görmeden gitmek olmaz; Marinaleda’yı ayakta tutan ekonomi, bu kooperatif tarafından yürütülen tarımsal faaliyetler ve tarım ürünlerinin işlendiği fabrikaya dayanıyor. Kasabanın yoksulluk ve işsizlik sorununu çözen, küresel krizi yara almadan atlatmasını sağlayan bir yapı bu. Humoso çiftliğinin sulama sistemlerinin tamamlanmasıyla, topraklarında çalışan işçilerin sesinin duyulduğu bir yer olan Marinaleda kooperatifindeki endüstriyel düzeydeki üretim, 2000 yılından bu yana devam ediyor. Kasabanın biraz dışında kalan kooperatifin fabrikasına ulaştığımızda, sessiz- sakin havanın burada da hakim olduğunu görüyoruz. Yüksek tavanlı geniş salonda dizili duran makinaların sessizliği tuhaf geliyor önce. Girişteki görevli, hasadın Mayıs ayında tamamlandığını, ürünlerin konservelenmesi işlemlerinin de kısa süre önce bittiğini açıklıyor. Burada da satışı yapılan kooperatif ürünleri arasında en çok merak ettiğim, üç farklı yöntemle konserveledikleri enginarlar.

Ürünlerin kalite kontrolünden sorumlu olan Maria, burada doğmuş, burada okumuş. Çalışanlara,  pozisyonları ne olursa olsun,  aynı ücretin ödenip elde edilen bütün karın tekrar kooperatife yatırıldığı bilgisi,  kapıştalist çağın şehir  insanının algılamakta zorlandığı konulardan biri. Eşitlik,  teori ve pratikte farklı görünebiliyor ve teoriler,  çerçevelerinden taşıp hayatın içine karıştığında kafa da karıştırabiliyorlar.

NE POLİS VAR NE BEKÇİ

Buraya gelmeden birkaç gün önce, anti komünist olduğunu bildiğim İngiliz komşuma, “haftaya yokum, Marinaleda’da olacağım” dediğimde nereden bahsettiğimi anlamamış; komünist ve ütopya sözcüklerini duyunca da şakayla karışık: “Avrupanın ortasında bir Çin! İspanya’da totaliter rejimle yönetilen bir yerin varlığından haberim yoktu” demişti. Şu anda burada olsa şaşkınlığını gizleyebilir miydi bilmiyorum; ortada ne polis, ne de bekçi var. Siren sesleri değil kuşlar duyuluyor. Sıcaktan buharlaşmak üzere olsam da şaşkınlığımı ve sevincimi sanırım pek gizleyemiyorum.

Belediyeye gitme saatinin gelmesini beklerken, hem sıcaktan kaçmak hem de bir şeyler atıştırmak için Bogendas isimli restorana sığınıyoruz. Komünist ideallere sahip yöneticileri seçen halkın içinde sol görüştekilerin çoğunlukta olduğu ortada, ama kasabanın yönetim biçiminin komünizm olduğunu söyleyemeyiz. Sosyalist, anarşist, komünist ögelerle kurulan özyönetim biçimiyle, antikapitalist bir kasaba burası. Marinaleda’ya “komünist köy” sıfatını da zaten, buraya dışarıdan bakanlar yakıştırıyor. Yine de, bir bayraklarının olduğunu ve üzerindeki renklerle kapitalizme meydan okuduğunu söylemeliyim. Yeşil; ütopyayı, beyaz; barışı ve kırmızı komünizmi temsil ediyor. Bayrağın üzerinde bir de slogan var; “barış için ütopya.”

Marinaleda’nın ne olduğunu ve ne olmadığını, aslında Gordillo, yıllar önce verdiği bir röportajda, çok güzel özetlemiş: “Ütopyayı tanımlamanın ya da gerici güçlere karşı mücadele etmenin yeterli olmadığını öğrendik. Eski hayalleri gerçeğe dönüştürene dek burada şu an adım adım, sabırla ama durmaksızın yaptığımız; herkese ekmek, özgürlük ve kültür sağlamak; barış sözcüğünü saygıyla telaffuz edebilmek olmalıdır.” Gordillo’nun ardından gelen yeni başkan Sergio Gómez ’in de aynı hayallere, aynı görüşlere sahip olduğunu biliyorum. Sergio ile görüşme umuduyla tekrar belediye binasına giderken, ‘umarım benzer liderlik özelliklerine de sahiptir ve yıllardır verilen mücadele dağılmaz, hayaller yıkılmaz’ diye düşünüyorum.

Belediye binasının önüne gelip de  kapıların kilitli olduğunu görünce,  hayaller yıkılıyor ama. Yine de biraz beklemeye karar verip  gölge bir yere oturuyoruz.  Belediyeye gerçekten birileri geri gelecek mi, beklemeye değer mi,  bundan emin olmak istiyorum ama etrafta soracak hiç kimse de yok. Belediye binasının hemen yanındaki anaokulunun kapılarının açık olduğunu fark ediyorum o an. Kapıya gidip  içeriden gelen gülüşmeli sesleri takip ediyorum. Gülüşmeler geniş  salonda yerde oturmuş bir grup genç kadından geliyor. Mesai bitiminde dinlenen anaokulu öğretmenleri neşeli bir muhabbetin ortasındalar. ‘Hola’ diyerek selamlıyorum onları. Gülümsüyorlar. Bendeki ispanyolca onlardaki ingilizce birbirmizi anlamamıza yetmese de, bu tatlı kadınlarla öyle güzel anlaşıyoruz ki,  bir anda Marinaleda belediye başkanı Sergio Gomez’le telefonda konuşurken buluyorum kendimi. Tam bu sırada Nesley de yanıma gelince, Sergio ile görüşmemiz artık kesinleşmiş oluyor.  40 dakika sonra belediyede buluşmak üzere sözleşiyoruz.  

Ben anaokulundayken Nesley de Belen’i aramış. Sergio’yu beklerken, yakındaki küçük cafede Belen’le buluşuyoruz. “Bazen şen değil,  hayat senin yerine seçim yapıyor, diyor  Belen.  Uzun yıllar başka bir ülkede yaşayıp annesine bakmak için geri gelmiş biri olarak söylüyor bunu. Burada olmaktan mutlu, ama bilgisayar teknolojileri okumak isteyen oğlu ile tasarımcı olmak isteyen kızının kasabada yaşamaya devam etmesinin biraz zor olduğunu düşünüyor.  “Dünyadaki her şey hızla değişirken burada yavaş bir akış var.” diyor. Bunu yakınarak mı söylüyor pek emin olamıyorum, ama hızın tarihte ne kadar önemli, ne kadar belirleyici olduğunu farkediyorum bir kez daha. Belki buradaki ahenkli akışın sırrı bu yavaşlıktır. Marinaleda’nın tarıma dayalı ekonomisini çağ dışı bularak eleştirenler var.  Burada toprağa, tarıma odaklanarak kurulan ekonomik ve sosyal yapılanma, bu çağın yaralarını sararak insanı iyileştirecek formüldür belki de. Çünkü toprağın getirdiği yavaşlık;  bir şeyi sabırla, adım adım, emek vererek üretmek, bazen durmak ve beklemek;  insanın tüketme telaşı içinde yitirdiği ama varlığına devam edebilmesi için yeniden öğrenmesi gereken kavramlarmış gibi görünüyor.  “Peki, kasabayı bundan sonra neler bekliyor? Şu konut projesi nedir, devam edecek mi?” diye soruyorum Belen’e. Kasabanın bu yeni, ikinci önemli döneminde neler olacağını merakla bekleyen sakinlerden o da. “En doğru bilgi Sergio da, yanlış yönlendirmek istemem” diye yanıtlıyor.

Belediyenin yeniden açılmış kapılarından tekrar içeri giriyoruz. Çok geçmeden Sergio da binanın kapısında beliriyor. Kasabanın her yanında seçim çalışması döneminden kalma afişlerdeki fotoğrafından tanıyorum yüzünü. Genç ve ışıl ışıl gülümseyen gözleriyle pek alışık olmadığım bir belediye başkanı görüntüsü var. Tanıştıktan birkaç dakika sonra, toplantı odasındaki yuvarlak masanın etrafındayız. Sergio, belediye meclis üyeleri ve biz.
Kasabadaki gençlerin durumunu, onların geleceğine dair ne düşündüğünü soruyorum Sergio’ya. Burada kurdukları alternatif dünyanın devamlılığının sağlanması, geleceğe aktarılması gençlik varsa mümkün olabilir ancak. Gençleri tarımla uğraşmaya teşvik ederek bu alanda istihdam yaratmaya devam edeceklerini  söylüyor.  İnternet, yapay zeka ve robotlar dünyasında, gençliğin toprakla uğraştığını  hayal etmek zor olabilir. Ama özellikle pandeminin ardından, dünyanın farklı coğraflarında, büyük şehir hayatını bırakıp toprağa, doğaya yönelen genç insan hikayelerini hatırlıyorum. 20’li ve 30’lu yaşlarının başındayken yapıyorlar bunu. Sergio’nun söyledikleri ütopik gelmiyor bu yüzden. Bir de, son yıllarda artan sıcaklıklar ve kuraklığın arkasında iklim değişikliğinin olduğu gerçeği, Marinalada’nın uyguladığı ekolojik tarım, yeşil enerji ve sürdürülebilir gıda anlayışının ne kadar yaşamsal önemde olduğunu; sadece İspanya değil, tüm dünyada yaygınlaşması zorunluluğunu hatırlatıyor.

FİKRİ SÖNMEZ’NİN DÜŞÜ

Sergio’nun,  gençlerin ve kasabanın geleceğine dair  iyimserliğini gerçekçi kılan en önemli unsur; konut projesi. Barınmanın insan hakkı olduğuna  ve  ‘kendin inşa et’ ilkesine dayanarak yürüttükleri proje, genç nüfusu burada yaşamaya devam etmek için teşvik ediyor. Marinaleda sakinlerinin ‘kendin inşa et’ modeliyle,  ayda sadece on beş euro ödeyerek ev sahibi olabildiğini anlatıyor. İnanmakta zorlandığımızdan rakamı birkaç kez tekrar ettirip doğruluğundan emin olmaya çalışıyoruz. Gülümseyerek tekrarlıyor; 15 Euro. Evet, yanında sıfır yok. Konutlar için ayrılmış olan fon,  kooperatifin işlettiği çiftlik ve fabrikadan elde edilen gelirle finanse ediliyor; içlerinde yaşayacak olanların alınteriyle, onların emeğiyle inşa ediliyor. Gordillo ile aynı yıllarda, aynı hayali kurmuş birinden, Marinaleda’nın bir benzerini Fatsa’da yaratmak istemiş olan birinden,  Fikri Sönmez’den bahsediyoruz Sergio’ya. Not defterini  ve kalemini  uzatıyor;  Terzi Fikri’nin ismi çok uzaklarda,  onunkine benzeyen bir hayale karışıyor.

Başka bir dünya hayaliyle kurulan bu küçük kasabanın kapitalist sistemin dışında bir toplum yaratma konusunda kattetiği  yol ilham verici. Kooperatif ve özyönetimle, doğal olarak devreye giren dayanışma ve beraberlik ruhu,  insanın insana yabancılaşmasını, bir başkasının kaybından, zararından kar elde eden çıkar odaklı bireylere dönüşmesini, sürekli tüketerek içinde yaşadığı doğayı yok eden canavarlar olmasını engelliyor.

Kapitalizmden başka bir alternatifin olmadığına inandırıldığımız bu dönemde, öncelik sıralamasında insanın ve insan haklarının en başta geldiği bir dünyaya yolculuk, kısa süre bile olsa böyle bir dünyanın içinde nefes almak insana iyi  geliyor. 

***

 Bu ütopyada aşırı sağcıların ve faşistlerin asla yeri yok

Seçimlerdeki başarısı için tebrik ederek başlıyorum söze.“İspanya’nın genelinde durum pek parlak olmasa da,  Marinaleda’nın kaybedilmemiş olması rahatlatıcı” diyor.

Sosyal medayada aşırı sağcı Vox partisinden bir grup propagandacının Marinaleda’dan yaka paça atıldığı videoyu gördüğümü anlatıyorum. Gururla gülümsüyor; ırkçılığa geçit verilmemiş olması  keyiflendiriyor onu. Ama Avrupa’nın genelinde yükselişe geçen sağın, İspanya’yı da etkisi altına  aldığını gösteren 28 Mayıs’taki yerel seçimlerden sonra,  Marinaleda gibi kurtarılmış bölgelerin daha dikkatli korunması gerektiğinin farkında. Solun uğradığı bu son yenilginin,  23 Temmuz’da yapılacak genel seçimlerde de tekrarlanmasından korkuluyor. Böylesine kritik bir dönemden geçerken, Podemos dahil 14 ayrı sol parti ve grubun Sumar çatısı altında ittifak kurmuş olması umut verici bir haber.  “Başka türlüsü mümkün değil, eğer sol bir araya gelmezse, gerçek bir facia ile karşı karşıyayız” diyor.  Aşırı milliyetçi parti Vox, seçimlerde Halk Partisi (PP- muhafazakar sağ) vereceği destekle İspanya’daki seçimlerin belirleyicisi olabilir. Bu iki partinin içinde Falanjist gelenekten olan, göçmen düşmanı faşistler; kürtaj ve eşcinsel evlililiklere karşı Katolikler var.  Halk Partisinden ayrılanlarla on yıl önce kurulan Neofrankocu  Vox’un propaganda malzemelesi yaptığı konuların başında,  bağımsızlık isteyen Katalanlar ve göçmenler var. İspanya’nın karanlık geçmişini güzelliyor, ırkçılığı normalleştiriyor ve gençleri Franco’nun pek de kötü biri olmadığı yalanına inandırmaya çalışıyorlar.