Uyuşturucunun politik, ekonomik ve sosyal etkileri

Özkan Yıldız - Prof. Dr.

Küresel çapta artış gösteren uyuşturucu madde sorunu, toplumların geleceğini adeta tehdit etmektedir. Uyuşturucuyla bağlantılı suç ve asayiş olaylarında patlama yaşanmaktadır. Örneğin, Türkiye’de, ceza infaz kurumlarında uyuşturucu madde bağlantılı suçlardan dolayı 100 binin üzerinde tutuklu ve hükümlü bulunmaktadır. Yapılan araştırmalarda 12-18 yaş arası gençlerin büyük risk altında olduğunu, bağımlıların büyük kısmının 25-35 yaş grubunda olduğunu göstermektedir.  

Siyaset kurumunun ve politik rekabetin önemli gündemini uyuşturucu meselesi almaktadır. Devlet katında polisiye önlemlerin ve operasyonların sayısı ve büyüklüğü öne çıkarken muhalif siyasi cenah ise uyuşturucu sorununun “ekonomi-politiğine” dair endişe verici bilgiler vermektedir. Örneğin Gelecek Partisi lideri Davutoğlu bir konuşmasında başbakanken kullandığı, üzerinde ay yıldız bulunan, Brezilya’da tonlarca kokainle yakalanan “TC-ATA” uçağının akıbetini yetkililere sormuştu.  

Günümüzde çocuklar ve ergenler daha erken yaşlarda uyuşturucuyla tanışmaktadır. Madde kullanım yaşı giderek düşmektedir. Roman mahallerinde ilk kullanım yaşının 9’a düştüğü söylenmektedir. Madde imal etme ve ticareti yapmanın yolları aranmaktadır. Dönemin İçişleri bakanı Süleyman Soylu, “Haftada ortalama 5 bin uyuşturucu satıcısını veya imalatçısını gözaltına alıyoruz” demişti. Mevcut içişleri bakanı Ali Yerlikaya’nın gün aşırı suç örgütlerine ve uyuşturucu satıcılarına yönelik operasyonları ve yakalanan maddelerin hacmine bakıldığında uyuşturucunun toplumda “salgın” haline geldiğini göstermektedir. 

İnternette, çeşitli uyuşturucu ve uyarıcı maddelerin temini ve satışı görece kolaylaşmaktadır. Yeni nesil psikoaktif maddeler yaygınlaşmaktadır. Uyuşturucunun sebep olduğu “aile dramları” ve “trajik” yaşamöyküleri anlatılmaktadır. 

Türkiye uyuşturucunun transit geçişinin yapıldığı ülke olmaktan çıkıp doğrudan pazarı haline gelmektedir. “Uyuşturucu sorununun” yaygınlaşması ve tehlikeli boyutlara varması sosyal, ekonomik ve demografik dönüşüm sürecinden bağımsız ele alınamaz. Uzun yıllar büyük kentlere akan kontrolsüz göçler sadece izlendi. Dayatılan özelleştirmeler ve kamuyu küçültme politikaları, özellikle de genç işsizliğini körükledi. Derin ve ağır yoksulluk koşullarında yığınla aile, istihdamdan ve üretimden kopuk şekilde sosyal yardımlara bağlı yaşamaya zorlandı. İşsiz gençlerin sayısı katlanarak arttı. Bunun yarattığı “sosyal yıkımın” maliyetini tahmin etmek elbette zor değil.  

Kır-kent dengelerinde bozulma ve kentsel yapılarda gerileme toplumsal kurumları olumsuz etkiledi. Aile kurumu bu süreçte büyük yara aldı ve boşanmalar çığ gibi arttı. Bireyleri bir arada tutan sosyal destek ağları buharlaştı. Yapılan araştırmalara göre, madde bağımlığına giden süreçte, artan yoksulluk, aile içi ihmal ve istismar, kriminojen (suç üreten) çevre, maddelere kolay erişim, özenti ve merak, okul sisteminden kaynaklı sorunlar, sosyal medya gibi etkenler kritik rol oynamaktadır. 

Bu bapta bir parantez de Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesine ayırmak gerekir. Uzun yıllar bölge illerinin bir kısmında çeşitli projeler dolayımıyla yaptığımız çalışmalar bölgede uyuşturucu sorununun nedenleri, artışı ve niteliğine da önemli ipuçları sağladı. Son 30-40 yıl zarfında bölgede yaşanan çatışmalı ortam beraberinde işsiz ve mesleksiz bir kayıp nesil gerçeğini ortaya çıkardı. Yoğun ve kontrolsüz göçe maruz kalan Diyarbakır, Şanlıurfa, Batman, Gaziantep gibi illerde göç, çarpık kentleşme, işsizlik ve yoksulluk verileri geometrik artış gösterdi. Benzer biçimde söz konusu verilerin artışıyla suç, şiddet, boşanma, intihar ve uyuşturucu kullanımının yaygınlaşması arasında güçlü korelasyon bulunmaktadır. Bölge illerinde uyuşturucunun üretimi, kullanımı ve ticareti bu dönemde artmaya başladı.  

Uyuşturucu madde bağımlılığı gibi çok katmanlı ve karmaşık bir sorunla mücadele, salt yasal yaptırım ve polisiye tedbirlerle mümkün değildir. Etkili önleme, koruma ve rehabilitasyon çalışmaları, bilim (akademi), politika ve uygulama arasındaki bağın güçlendirilmesiyle mümkündür. Ülkemizde bağımlılık yapan maddelerle etkin mücadele için zorunlu olan çalışmaların yetersizliği dikkat çekmektedir. Madde kullanımına iten toplumsal sorunların çözümünde sistematik bir politikanın takip edilmediği görülmektedir. Soruna önleyici ve bütüncül bir çözüm geliştirebilmek için eğitimden kopma, işsizlik, yoksulluk, mahalle baskısı, sosyal dışlanma sosyal medyanın olumsuzlukları gibi yapısal faktörlerin ortadan kaldırılması gerekmektedir. 

Tüm araştırmalar ve veriler ergen/gençlerin madde bağımlılığı konusunda risk grubunda olduğunu göstermektedir. Okullar gençlerin birincil sosyalleşme alanını oluşturmaktadır. Okul ortamları ve çevresi öğrenciler için güvenli ortamlar haline getirilmedir. Bunun için okul aile birliklerinin kurumsal kapasitesi güçlendirilerek aktif desteğinin alınması şarttır. Okul yönetimleri, rehberlik servisleri yoluyla, okul terkleri, okul devamsızlıkları ve okul başarısızlığını azaltacak etkin ve sürdürülebilir çalışmaları devreye sokmalıdır. Bilhassa dezavantajlı bölgelerde çaresiz ve yalnız kalan aile ve bireylere özel destek verilmelidir. Farkındalık, bilgilendirme ve bilinçlendirme eğitimlerinin tüm risk gruplarında aralıksız sürdürülmesi yaşamsal önemdedir. 

Dezavantaljı bölgelerde sosyal destek merkezleri (psiko-sosyal rehabilitasyon, danışma, yönlendirme merkezleri, mesleki eğitim merkezleri, spor merkezleri, okuma ve geliştirme merkezleri vb) yaygınlaştırılmalıdır. Bu merkezlerde hizmet verecek meslek elemanlarının sayısı artırılmalıdır.  

Uyuşturucuyla mücadeleyi “tek merkezden” yönetecek “uyuşturucu madde ile mücadele müsteşarlığı ve/veya başkanlığı” gibi bir yapılanmaya gidilmesi zaruridir. 

Hükümet, yerel yönetimler ve sivil toplum ortak bir anlayış içinde çalışmalıdır. Afetin yerelliği ilkesi göz ardı edilmeden, uyuşturucu salgını bir “sosyal afet olarak” görülmeli ve belediyelerin bu alandaki çalışmaları güçlü bir biçimde desteklenmelidir. AMATEM’ler, yatak sayısı, donanım, insan kaynağı açısından yeniden yapılandırılmalı ve yaygınlaştırılmalıdır. 

Bağımlı ailelerine kurumsal destek sağlanmalıdır. Madde kullanımı salt bireysel bir olay değildir. Sorunun art alanında aile içi çatışmalar, ihmal ve istismar, iletişimsizlik, problem çözme ve uzlaşma eksikliği, dışlanma, parçalanma, kaçış, depresyon, içe kapanma ve travmalar yer almaktadır. Bu nedenle, bağımlılık bir bütünsellik (birey, aile ve toplum üçgeni) içinde ele alınmalıdır.  

“Denetimli serbestlik sistemi”ndeki boşluklar giderilmelidir. Ceza infaz kurumlarında tedavi, rehabilitasyon ve mesleki eğitim hizmetleri yoluyla tutuklular topluma yeniden kazandırılmalıdır. Tedavi ve rehabilitasyon süreçlerinin tümüne aileler mutlak suretle dahil edilmelidir. Özendirici ve yönlendirici medya ve sosyal medya içerikleriyle etkin mücadele yapılmalıdır.