Uzaktan eğitim kız çocuklarına daha mı uzak?
Okulun sadece akademik değil, sosyal ve duygusal bir karşılığı da var. Birçok çocuk için okul, değer verildiği, sevildiği, onay gördüğü, kendini bir birey olarak hissettiği tek yer olabiliyor.
AYŞE ALAN
“Akıl ve içgüdüyle doğdun, duygu ve istekle
Ve kadın, tıpkı erkek gibi eksiksiz insan”
Küçük Feministin Kitabı,
Sassa Brugren
Mart ayından beri devam eden uzaktan eğitim sürecinde, online öğretime erişim açığı, kız çocuklarını etkileri yıllarca devam edecek dezavantajlı bir duruma sürükledi. Elbette bu, önceden tahmin edebilecek, önlem alınması gereken bir sorundu. Tıpkı evlere kapanma ile kadının ev içi emek yükünün ve aile içi şiddetin artacağını tahmin edebildiğimiz gibi. Kim bilir bu süreçte kaç kız çocuğu çoktan eğitimden koptu. Kim bilir kaç tanesi bir daha okula dönemeyecek, kaçı erken yaşta evlendirilecek… Kim bilir kaç tanesi ev içi emek, kardeş bakımı gibi cinsiyetçi rollerin getirdiği yüklerin altında ezilmeye devam edecekler.
Uzaktan eğitimin başlangıcından itibaren eğitimdeki eşitsizliklerin daha da derinleştiği sıkça dile getirildi. Bu eşitsizlik, internet erişiminin olmaması, hanedeki çocukların kendine ait cihazı olmaması yüzünden online derslere gerektiği kadar ya da hiç katılamaması gibi sorunlarla kendini gösterdi. Dokuz ay geçmesine rağmen eğitim şansı sadece EBA TV’nin yayınlarına bağlı binlerce çocuk var. Ancak bu eşitsizliklerin daha yakından bir fotoğrafını çekersek, orada özellikle birden fazla çocuklu hanelerde kız çocuklarının ikinci plana atıldığına tanık olma olasılığımız oldukça yüksek.
KRİZDE İLK GÖZDEN ÇIKARILANLAR
Çünkü biliyoruz ki yoksulluk en çok kadınları ve çocukları vuruyor… Çünkü biliyoruz ki krizler toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılığın arttığı ve ne acıdır ki olağan süreçlerin aksine, daha görünmez olduğu ve daha çok yok sayıldığı dönemler oluyor. Nitekim pandemi sürecinde kadınların işlerini kaybetme oranı erkeklere göre daha yüksek. İşini kaybetmeyenler ev içi emeğe ayırdıkları zaman ile çalışma hayatını dengelemekte zorlanıyor ve ağır bir iş yükü altında eziliyor. İnsan, “Kadınlar ve kız çocukları krizde ilk gözden çıkarılacak olanlar mıdır?” diye düşnmeden edemiyor.
Bu, küresel bir kriz. Dünyanın tüm yoksul bölgelerinde benzer sorunlar yaşanıyor. Belli ki yaşanmaya da devam edecek. Çocukları Kurtarın Vakfı (Save the Children) tarafından hazırlanan bir rapora göre, dünya çapında yıl sonunda evlenmeye zorlanan kız çocuklarının sayısına 500 bin çocuk daha eklenecek. Pandemiden önce her yıl evlenmeye zorlanan kız çocuğu sayısı ortalama 12 milyon iken pandeminin başlangıcından 2025’e kadar, bu sayıya 2,5 milyon çocuğun daha eklenmesi bekleniyor. Ülkemizde de eğitime erişemediği için okuldan kopmuş olan kız çocuklarının evlendirilme oranının artacağını rahatlıkla öngörebiliriz.
Zorunlu eğitim kız çocukları için gerçekten çok önemli. Çocuğunu okula gönülsüz olarak gönderen, okula gitmek yerine tarımda, ev içi işlerde çalıştırmak, ya da erken yaşta evlendirmek isteyen aile sayısı az değil. Bu noktada, eğitimin akademik içeriğinin ötesine bakmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Okulun çocuk için üzerine çok az kafa yorduğumuz bir anlamı, bir değeri var. Okul, dezavantajlı çocuklar için bir korunma alanı. Çocuk işçiliğinden, ev içi emekten, aile içi şiddetten, istismardan uzak olabilecekleri bir yer. Ayrıca çocuklar okulda, yaşadıkları sorunlarla ilgili, aile dışındaki sorumlu yetişkinlerden yardım alabiliyorlar. Bunu sadece yaşadıkları şiddet ve istismar gibi sorunlardaki destek olarak düşünmeyelim. Okulun sadece akademik değil, sosyal ve duygusal bir karşılığı da var. Birçok çocuk için okul, değer verildiği, sevildiği, onay gördüğü, kendini bir birey olarak hissettiği tek yer olabiliyor.
İşte tüm bu mekanizmalar kız çocukları için çok önemli ve bu yoksunluk onları uzun vadede çok daha derinden etkileyebilir. Keza biliyoruz ki bugün bu ülkede bir kadın, eğitim almak, başarılı olmak, özgürleşmek istiyorsa çok güçlü olmalı. Çünkü aşması gereken çok engel var. İşte bu yüzden ailesinin okula gitmesini istemediği ya da herhangi bir sıkıntıda eğitiminden vazgeçilecek ilk çocuk olarak gördükleri kız çocukları, şimdi çok daha güçsüz.
Peki, bu mesele sadece ülkedeki gelir adaletsizliği ve yoksullaşma ya da ailelerin bilinçsizliği ile açıklanabilir mi? Muhafazakar politikalar kadınlar ve kız çocuklarını evde; iş yaşamına katılmış olsalar da evin merkezinde görmek istiyor. İktidarın savunduğu ve desteklediği ailede, yoksulluğun çözümü, erkeklerin geçindirdiği evler. Bu evlerdeki kadınlarsa git gide yoksullaşıyor. İstanbul Sözleşmesi’ne yapılan saldırıları bir de bu açıdan değerlendirmek yerinde olacaktır. Konu her gündeme geldiğinde geniş bir yelpazede tepkilerle karşı karşıya kalıyoruz. Bu sözleşmenin uygulanmasına karşı çıkanlar ve destek vermeyenler konuyu bir de kız çocuklarının geleceği açısından görebilmeli. Konu ekonomi olunca kadının istihdamının ne kadar önemli olduğunu vurgulayanlar, kadını eve hapseden bir zihniyetin bunu sağlayamayacağının ayırdına varmalı.