Var olan yargı krizi değil, faşizmin ayak sesidir
Fotoğraf: BirGün

Mustafa KARADAĞ

Can Atalay’ı hapiste tutma uğruna çıkarılan kriz esasen bir karşı devrim faaliyetidir. Elbette yargı kurumları tarafından çıkarılan bir krizdir, fakat bu kriz bir tarikat ya da gücün tasfiyesini amaçlıyor diyerek olağanlaştırılamaz. Evet, bir güç söz konusudur, O da Cumhuriyet ve demokrasi değerlerini yok etmeyi hedef olarak koyan siyasi iktidardır. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanının yaptığı hakem açıklaması anılan gücün çok veciz bir ifadesidir. Aynı zamanda yapılmak istenilenin işareti, anayasanın açık ihlalidir.

Cumhurbaşkanı Anayasanın “Yürütme” başlığı altında düzenlenmiştir. Cumhurbaşkanının HSK üyeleri ile Anayasa Mahkemesine üye seçmesi, Yargıtay ve Danıştay Başsavcılarını ataması asla yargı gücünün de başkanı olduğu anlamına gelmez. Nitekim Anayasanın “Yargı”ya ilişkin düzenlemelerinde böyle bir hüküm yoktur. Tam aksine yargıya hiçbir gücün tavsiye ve telkinde bulunamayacağına, baskı yapamayacağına dair düzenleme mevcuttur. Anayasanın 104. maddesi yürütme içinde Cumhurbaşkanının yetkilerini düzenlemektedir. Bunun aksine yorum yapmak Anayasanın güçler ayrılığı ilkelerinin anlaşılamadığının iyi niyetli ifadesidir. Reel siyasetin gösterdiği ise siyasi iktidarın anayasasızlaştırma hedefi doğrultusunda, faşizmin ülke yönetimine egemen kılınması cümlesinden ibarettir.

Cumhurbaşkanının tescilli başdanışmanlarından bir muhteremin milli yargı sözleri faşizm çağrılarının başka bir örneğidir. Zira yargı, milliyetçi değildir, dindar değildir, herhangi bir ideolojiden yana değildir. Türkiye yargısı Anayasasında ifadesini bulan laik, demokratik, sosyal, hukuk devleti ilkelerinin korunmasından yana olmalıdır. Aynı zamanda AKP Genel Başkanı olan Cumhurbaşkanından tutun başdanışmanlarına, parti temsilcilerine kadar hepsinin açıklamaları, gerici ve otokratik bir siyasi yapılanma önermektedir. Somut durum olarak hak ve özgürlük temelli bir karar veren Anayasa Mahkemesinin yerilmesi suretiyle tamda Cumhurbaşkanının Anayasanın 104. maddesini yorumlayan zikriyle paralel  “yargıda birlik” düşüncesiyle milli yargıyı yani faşizmi arzulayan ifadelerdir. Bu zihniyet 2010 “yetmez ama evet”, 2014 “Yargıda Birlik” ideolojisinin devamıdır.  Yargıtay’ın Anayasa Mahkemesini suçlayıcı açıklamaları ayrıca değerlendirilebilir, fakat amaç ve kapsam, bağlam aynıdır

Lafı çok uzatmadan, İstanbul Anadolu Başsavcısından, İstanbul Adalet Komisyonu Başkanına, İstanbul Anadolu Adliyesi Hakimlerinin açıklamalarına konu olan menfaat, tarikat çatışmaları ile Yargıtay, Anayasa Mahkemesi çatışması aynı bağlamda değerlendirilemez. Ortak olan tek şey her iki çatışmadan da Sarayın haberdar olduğudur. Saray ilkinde, kendince hakem olabilir, hakemliği şiddetle arzulayabilir ve bu konudaki hakemlik sarayı ‘güçlendirebilir’.

Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay arasında çıkarılan kavga ise Sarayı hesap sorulamaz ve geri dönüşü çok zor olan bir iktidara götürür. Özlenen iktidar, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin güçlendirilmesi değildir. Amaçlanan doğrudan otokratik, hatta teokratik bir iktidardır. Cumartesi Annelerine yönelik ılıman polis davranışı kimseyi yanıltmasın. Asıl olan emeğe verilen değerdir.

Netice itibariyle muhalefete düşen siyasi iktidarın laik, demokratik Cumhuriyet ilkelerini reddeden politikasına karşı halkı mücadeleye ortak etmek, halkın görevi de demokratik muhalefete destek olmaktır.