Immanuel Wallerstein, kapitalist dünya sistemi perspektifinin önde gelen teorisyeni. Wallerstein, beklenmedik bir biçimde, oldukça...

Immanuel Wallerstein, kapitalist dünya sistemi perspektifinin önde gelen teorisyeni. Wallerstein, beklenmedik bir biçimde, oldukça genç yaşta kaybettiğimiz eski öğrencisi Faruk Tabak’ın anısına geçen hafta sonu İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde düzenlenen anma toplantısının açılış konuşmasını yaptı. Konu, olması gereken konu idi:  bu kriz nereden çıktı, nereye gidiyoruz?
Wallerstein’ı son yıllarda izleyenlerin bildiği temaları içeren bir konuşma idi bu. İlkin, nedenleri üzerinde durdu krizin. Ardından da, geleceğe ilişkin spekülasyonlarını aktardı. Konuşma başladıktan bir süre sonra izleyicilere şöyle bir baktım.  Wallerstein’ın “bu iş [bildiğimiz kapitalizm, yani] bitti” vurgusu salonun yarısını tedirgin etmiş gibiydi. Nitekim, toplantının akabinde konuşma fırsatı bulduğum üç okumuş yazmış dostum da, konuşmayı genel hatlarıyla beğenmelerine rağmen, kapitalizmin sonuna gelindiği vurgusunu beğenmemişlerdi. Kafaları yatmamıştı bu yoruma.  Şimdiye kadar düşen kalkan, toparlanan da kapitalizm değil miydi? Dolayısıyla, bundan sonra toparlanamayacağını söylemek biraz uçukluk olmuyor muydu?
Konumuz, herkesin kapitalizmin bekasına inanç derecesini ölçmek değil tabii. Benim tartışmak istediğim, Wallerstein’ın görüşünün gerekçeleri. Bunlar da ikili. İlki, yani politik ve ekonomik hegemonya boşluğu. ABD’nin hegemonik  gücü azalırken, onun yerini şu anda almış olan başka bir gücün olmayışı sistemi kırılganlaştırıyor. Bu alanın yeni aday ülkesi kim olabilir diye sorulduğunda da, Wallerstein Japonya, Çin ve Güney Kore belki ilerde olabilir demekle yetindi.
Bildiğimiz kapitalizmin sonuna geldiğimizi gerekçelendirirken Wallerstein’ın ikinci ve sanırım daha önemli gördüğü referansı kapitalizmin uzun dönem dalgalanmaları. Rus istatistikçi Nikolai Dmitrievich Kondratieff’in 1920’lerde fiyat ve üretim dalgalanmalarına ilişkin verilere dayanarak yaptığı tahliller ve daha sonraki katkılar Wallerstein’ın görüşünün teorik geri planını oluşturuyor.
50-60 yıllık, A aşamasında yükselen, B aşamasında sönümlenen bir dalgalanmanın tekrarlandığı varsayılıyor uzun dalga teorisyenlerince. Wallerstein da bu görüşe katılmakla kalmıyor, ayrıca epeydir son dalganın uzatmalı B aşaması içinde olduğumuzu iddia ediyor.  Hem hegemonik ülke boşluğundan hem de ekonomik yapısal değişimler yüzünden bu son B aşamasından çıkarak, kapitalizmin yoluna tekrar devamı olanaksız gözüküyor Wallerstein’a.
Şahsen bu görüşe benim bir itirazım yok.  Ama uzun dalgaların neyin dalgası  olduğu ve bu inen binen değişkenin (değişkenlerin ya da) nasıl olup da kapitalizmin kendini yeniden üretiminin önünü tıkadığını açıklamak gerekiyor. Wallerstein’a, bazı Marksistlerin ortalama kâr oranları değişkenini kullandıkları hatırlatılarak, kendisinin, bu dalgalanmaları ampirik olarak gözlemlerken kullandığı kategorinin ne olduğu soruldu. Cevabı hiç de tatmin edici değildi. Petrol fiyatları, tahıl fiyatları, üretim maliyetlerinin yükselmesi vs gibi unsurlardan bahsetmekle yetindi. Benim edindiğim izlenim, mesela E. Mandel ve A. Shaikh arasında geçen tartışmaya nüfuz etmediği veya önemli görmediği şeklinde. 
Oysa o tartışma, Marx’ın uzun dönem azalma eğilimi gösteren kârlılık tezi ile, kâr kitlesi değişimlerini uzun dalga teorisi bağlamında yeniden değerlendiren çok önemli katkıları içermektedir. Ve bence kapitalizmin ritimlerine merak salanların hesaplaşmaları gereken bir alandır. Bir yere varmak isteyenlerin, nerede olduklarını iyice bilmek istemelerinden daha doğal ne olabilir?