Anderson son filmi Astreoid City ile 2023 Cannes Film Festivalinde Nuri Bilge Ceylan, Wim Wenders, Ken Loach, Aki Kaurismäki gibi isimlerle yarıştı.

Wes Anderson’un renkli ve kaotik dünyası: Asteroid City

Emine Uçar İlbuğa - Prof. Dr., Sinema Eleştirmeni.

Wes Anderson, kısa filmlerden, uzun filmlere animasyondan yapımcılığa sinemanın farklı alanlarında yenilikçi, renkli ve karnaval tadında filmlere imza atan, filmsel mekân, nesneler ve ünlü oyuncuların canlandırdığı karakterleri, simetrik çerçeve kullanımı, kamera çekimleri ve siyah/beyaz, renkli geçişleriyle Amerikan bağımsız sinemasında kendine özgü sinema stilini yaratan bir yönetmen. 2014 Berlin Film Festivalinde Büyük Budapeşte Oteli ile Jüri Büyük Ödülünü daha sonraki yıl ise Müzikal ve Komedi dallarında Altın Küre Ödülünün sahibi olan Anderson’un The Royal Tenenbaums (2021), Moonrise Kingdom (2012) ve Grand Budapest Hotel olmak üzere üç filmi BBC’nin yüzyılın en önemli 100 filmi arasında gösteriliyor. Peki Wes Anderson sinemasını bu denli özgün ve kalıcı kılan şey ne?

Bir yandan filmdeki karakterleriyle özdeşlemeyi kıran, basit olay örgüsü, Antonioni, Jean Luc Godard gibi yönetmenlere gönderdiği referanslarla modern sinemanın sınırlarında dolaşıyor öte yandan asimetrik ve simetrik kareleri, Hollywood yıldızlarının içinde yer aldığı zengin kadrosu, kaotik ve gösterişli dilsel yapının hâkim olduğu postmodern sinema arasında gidip geliyor ve gişe rekorları kıran filmleriyle kendi sadık izleyicisini yaratmaya devam ediyor. 

Anderson son filmi Astreoid City ile 2023 Cannes Film Festivalinde Nuri Bilge Ceylan, Wim Wenders, Ken Loach, Aki Kaurismäki gibi isimlerle yarıştı. Asteroid City, diğer filmlerinde olduğu gibi renkli, kalabalık oyuncu kadrosu, çocuksu, mimiksiz karakterleriyle klasik sinemanın beklentilerinin ötesinde izleyiciyi büyüleyen ancak anlaşılması kolay olmayan bir film. Binlerce yıl önce dünyaya çarpan bir asteroid’in bıraktığı krateri görmek ve bilimsel bir yarışmaya dahil olmak için okullardan öğrenciler öğretmenleriyle ya da aileleriyle çölün ortasında kurulmuş olan Asteroid şehrine geliyorlar. Asteroid City adlı bu kurgusal şehir hem asteroidin bıraktığı kalıntıları görmek için gelen turistler hem de yarışmaya katılmak için gelenler nedeniyle giderek daha cazip hale gelir. 

Film yazarın (Edward Norton) Asteroid City’i adlı oyununu yazarken, aynı anda sahne düzenlemesi, oyuncuların ön çalışmaları ve Bryan Cranston’un sunduğu eski siyah beyaz bir televizyon şovu ile başlıyor ve siyah beyaz televizyon görüntüleri ile filmin pastel ağırlıklı renkleri arasında dönüşümlü geçişlerle devam ediyor. Anderson izleyicinin hikâyeyi anlamasına ve öyküsel bütünlüğün yakalanmasına, kalabalık oyuncuların yer aldığı filmde karakterler arasında özdeşleşmenin kurulmasına izin vermiyor. Yönetmen kurgusal mekândaki ayrıntılar, nesneler, karakterler arası ilişkiler, geçmiş ile bugün arasında hızlı gidiş gelişler, Amerikan bürokrasisini karikatürize ettiği sahneler, zarif ve sessizce insanlar arasına inen ve önlerinde duran krateri alıp gökyüzüne süzülen uzaylısıyla büyük bütçeli bir filme imza atmış. Anderson’un senaryosunu Roman Coppola ile birlikte yazdığı Asteroid City’de yönetmen filmi anlama ve içine dahil olma çabasıyla izleyicinin ilgisini sürekli kılmayı başarırken, Tom Hanks’in renkli kıyafetleriyle uyuşmayan belindeki tabancası, çocuksu davranışları, Tilda Swinton, Adrien Brody ve Jeffrey Wright gibi ünlü oyuncuların mimiksiz, tekdüze konuşmaları, Sovyet matruşka bebekleri gibi iç içe geçmiş öyküsü, karmaşık anlatı dili, renkli görüntü kompozisyonuyla, abartılı bir komedi filmi olarak her bir detayı önemli ve basit anlatı kalıplarından uzaklaşan karmaşık anlatı yapısıyla izleyici üzerinde büyülenmişlik ile tuhaf bir anlaşılmamışlık duygusu yaratıyor. Bununla birlikte Wes Anderson sinemasına gelen izleyicilerin de klasik bir film beklentisi içinde olmayacaklarını bilerek bir meta bulmaca filmin içinde kaybolacakları kesin.

Sonuç olarak filme adını veren Asteroid City gerçek boyutta inşa edilmiş ve her bir nesnenin özenle hazırlanarak yerleştirildiği kurgusal bir mekânda simetrik olarak yaratılan görüntüler ve 1950’lilerin planlı bir Amerika şehrinde, arka planda yük taşıyan trenlerin geçtiği, nükleer atom bomba denemelerinin yapıldığı sessel ve görüntüsel imgeleri ile gerçek dünyaya atıfta bulunurken öte yandan nostaljik göndermeleriyle sık sık 1950’lerin Hollywood sinemacılarına ve filmlerine de saygı duruşunda bulunuyor.