Henüz yapılaşmanın kıyıları teslim almadığı 60’lı yılların Burgaz’ında geçti çocukluğumuz yaz mevsimleri. Okullar kapanır kapanmaz...

Henüz yapılaşmanın kıyıları teslim almadığı 60’lı yılların Burgaz’ında geçti çocukluğumuz yaz mevsimleri. Okullar kapanır kapanmaz soluğu kampta alır, güz gelip okullar açılıncaya dek uzunca bir tatil yapardık. O yıllar Mudanya’nın Burgaz sahillerinde hemen hemen hiç yapılaşma yoktu. Sahil boyunca 8-10 kamp ve her kampta 40-50 çadır olurdu. Geceleri sahilde ateş başı sohbetler ve haftada bir iki gece toplu eğlence ile geçerdi. Komşuluk ilişkileri, dayanışma, neredeyse ismi konulmamış bir komün yaşamı hakimdi. Eylül geldiğinde balıkçılar ağlarını sahile çekerdi. Ağ çekileceği günler sabah tüm kamp halkı beşte kalkar balıkçıları karşılardık. Onlarca kişi çoluk çocuk, genç ihtiyar hep bir ağızdan bağıra çağıra ağları kıyıya çekerdik. O ne cümbüştü bilemezsiniz. O zamanların tertemiz körfezinde o kadar çeşitli balık vardı ki. Balıkçılar satışa gelecek olanları sandıklar, diğerlerini biz kamp halkına emeğimiz karşılığı bırakırlardı. Bu emek karşılığı bırakılan balık az buz değildi. Öyle ki oniki kiloluk yağ tenekelerine balık basar tüm kış çıkarır çıkarır yerdik. Biz çocuklar ağlarla gelen denizatlarını serçe parmağımıza dolar eğlenirdik. Kimi zaman da tuttuğumuz denizatlarını kışın sınıfa götürür hiç denziatı görmemiş diğer çocuklara gösterir, kendimizce hava atardık. O dönemler gerek denizatlarının gerekse yüzlerce balığın ağ içinde sıkışmışlığını ve çaresizliğini pek düşünmezdik. Zaten bize öğretilen bunun gerekliliğiydi. Yani insanın yaşamını idame ettirmesi için bu gerekliydi. Daha sonraki yıllarda Sait Faik’in Sinarit Baba’sını okuduğumda balıklar için bu gerekliliğin anlamını sorgulamaya başlamıştım.
Bir haftalık tatil süresince yine denizle iç içeyim ve her dalga sesi, yosun ve iyot kokusu beni o günlere götürüyor. Aradan yarım asıra yakın geçen sürede, bugün küresel ağlar ve bu ağlar ile insanın ilişkisini çok daha sık sorgular olduk. Bir dönem rakı şişesinde balık olmaya öykünen insan günümüzde küresel ağlar içerisinde balık konumuna gelmiş durumda. Günümüzde bilişim-iletişim ağları bir yandan insana hizmet sunar, yaşamını kolaylaştırırken diğer yandan da insanı teslim almakta. Yine insanlığı sanal ortamda WWW(World Wide Web) olarak adlandırılan ağ dışında olmazsa olmaz kabule götüren bir başka ağ daha örülmekte; WWC(World Wide Capitalism). Kapitalizmin küresel ağı. Ve bu ağ içine gereklilik lafzıyla çekilen milyarlarca insan. Küresel kapitalizmin mutlak olarak dikte ettiği siyasi, iktisadi, hukuki bu ağ giderek dünyayı sarıyor. Hem de dünyayı yok etme pahasına..
Enerjide bir geçiş yüzyılı olan 21. yüzyılda insanlık fosil yakıtlardan hızla uzaklaşmak, yerine yenilenebilir enerjiyi hızla koymak zorundadır. Dünyanın geleceği, enerjide bu geçişin en kısa zamanda gerçekleşmesine bağlıdır. Türkiye de dünya genelinde olduğu gibi bu konuda bir hayli ağır davranmakta. TBMM nin gündeminde olan yenilenebilir enerjiye yönelik (teşvikleri içeren) yasa tasarısı bir sonraki döneme bırakıldı. Tasarının yasalaşmasını öteleyen en önemli isimlerden biride bakan Ali Babacan’dı. Bu gönüllü entegre neferi için gerekçe tamda WWC ağı ile örtüşen bir gerekçe idi. “Bu teşvikler Dünya Bankası’nı kızdırır.Teşvikler daha düşük olmalıdır.” diyen Babacan’a göre yenilenebilir enerjiye de pek gerek yoktu.
Dünya Bankası’ndan azade bir yasa yapamayan bir ülkenin bağımsızlığından söz edilebilir mi?
İnsani değerler yerine, parayı koyan çağ dışı kafa yapısına göre bağımsızlık anlayışı oldukça farklı. Zira onlara göre artık dünyanın bütün ülkeleri birbirine bağımlıdır. Mutlak bağımsızlık diye bir şey yoktur. İşte bu gereklilik ve mutlaklık küresel kapitalist ağ içerisinde dünyanın ezilen insanlarını çaresiz balıklara dönüştürmektedir. Ve her zaman için gözardı edilen ise ağı kimin çektiğidir. Hal böyle iken özellikle içinden geçtiğimiz süreçte “isyan,devrim,özgürlük” haykırışının önemi büyüktür. Bir slogan, bir haykırıştan öte, şimdi görev hızla bu ağı parçalayacak örgütlenmenin oluşturulmasıdır.