Peki, bir gün Batı, uçağıyla, topuyla ve elbette “demokrasi” nutuklarıyla Türkiye’ye saldırırsa ne yaparsınız?

Peki, bir gün Batı, uçağıyla, topuyla ve elbette “demokrasi” nutuklarıyla Türkiye’ye saldırırsa ne yaparsınız?

Onu da destekler misiniz?..
 
 
*      *      *

Tamam, Libya konusunda kafalar biraz karışık. Tamam, orada kimin kim olduğu, kimin desteklenmesi gerektiği konusunda güvenilir bilgi az. Tamam, hükümetin Libya politikası ve operasyonda oynamak istediği rol tam anlaşılmıyor…

Ama…

Bu kadar mı “balık hafızalı” ve aptalız? Libya operasyonu ile Afganistan’dan Irak’a kadar “benzer filmler” arasındaki bağlantıyı kuramıyor muyuz?

Taliban ve Saddam’la Batılı ülke yönetimleri arasındaki vaktiyle herkesin bildiği sıkı bağları unutmamız mı gerekiyor? Ya Kaddafi’nin yakın zamana kadar sarmaş dolaş olduğu Batılı dostlarını?

Libya’nın “stratejik önemi” ve “doğal kaynakları” meselesi de az buçuk mürekkep yalamış olan herkesin malumu…

Askerî operasyonun neden Bahreyn’e veya Yemen’e değil de, Libya’ya karşı olduğu defalarca soruldu. Cevap var mı? Yok. (Bir tek “dış politika acemisi” bir cevap denemesi dışında: “Başka yerlerde yapmaması kötü, ama oralarda yapmadığını hiç olmazsa Libya’da yapıyor; o da bir şey” türünde bir garabet… Ya da “Batı kötü de, ötekiler – ‘Doğu’ - iyi mi?” tarzı güvensiz bir savunma...)

Şu ya da bu şekilde, “çifte standart” meselesi, neredeyse yerlere serilmiş ve doğal görülmeye başlamış bir aleni rezalet durumunda…

Velhasıl, sonuç olarak Libya konusunda bildiklerimiz ve anladıklarımız o kadar da az değil yani…

Eee?.. O halde kafa bulandırma çabalarının pupa yelken ilerlemesi ve buna karşı şaşkın ve kararsız kalınması ayıp olmuyor mu?

 
*      *      *

Savaş sürüyor Libya’da, beyler! Tomahawk füzeleri, B-2 bombardıman uçakları cirit atıyor. Cirit de değil, bomba atıyor. Her gün asker-sivil yüzlerce insan ölüyor…

Seçim öncesi popülarite sıkıntısı olan Sarkozy yönetimindeki Fransa’ya, koltuğuna daha tam yerleşemeyen Cameron’un İngiltere’sine, onların bir adım gerisinde durmasına rağmen üzerlerine düşen en büyük gölgenin sahibi olan Obama liderliğindeki ABD’ye savaş gerekebilir. İtalya’dan tutun, zavallı Katar’a kadar (şimdilik küçük) bir “sürü”yü de yanlarına, ya da dilerseniz, altlarına koyalım…

Haritalarla oynama ve menfaatleri yeniden şekillendirme zamanı! Oyunun dışında kalanların kucağına, “dışarıda kalmanın avantaj ve/veya dezavantajlarından bir buket” düşecek.

Peki, hangisi daha çok olacak acaba? Avantajlar mı, dezavantajlar mı?

Pardon, ne dediniz? İlkeler mi?..
 
 
*      *      *

Türkiye operasyona karşı gibi. Ama Ankara hiçbir şeyin “dışında kalmaya dayanamıyor”. En büyük korkumuz, “dünyada olup biten önemli süreçlerden dışlanmak”.

“NATO’nun Libya’da ne işi var ya!” diye kükreyen Başbakanımız, sonradan pek de somut bir anlam taşıdığı izlenimi vermeyen birkaç şart ile (“harekât bir an önce bitirilsin”, “sivillere zarar verilmesin” gibi) oraya gitmek gerektiğine karar verdi. Konu Meclis’in gündemine getirilmeden önce Libya açıklarına askerî gemilerimizi çoktan göndermiştik.

Başbakan “Türkiye, asla ve asla Libya halkına silah doğrultan taraf olmayacaktır” diye haykırdıktan sonra, operasyonun deniz kuvvetleri içinde görkemli bir yer kapladık. Herhalde öteki askerî güçler, gerekirse silah yoluyla işlevlerini yerine getirirken, bizimkiler sahile “çiçekler atacak”…

Ancak haksızlık etmeyelim, AKP iktidarı tüm bu çelişkili ve sallantılı tutumlarına karşın, Batı’nın çizgisinde uslu durmayan ve yarın ne diyeceği belli olmayan bir kızgınlığı da içinde frenleme “noktasında”… Yarın kimin ne yapacağını görüp değerlendireceğiz; bakalım “Sarkozy’ye posta atma, ama ittifaka sadık kalma aşamasına kadar” mı gelip duracağız, yoksa şimdi cebimizde gizleyerek utangaçça sıktığımız yumruğumuzu çıkarıp masaya indirecek miyiz?
 
 
*      *      *
 
Biz bunları yazıp söylerken, birileri de ortalara atlayıp debeleniyor, hükümeti “acilen gerçek patrona bağlılığa” yöneltmeye çabalıyor.

Neymiş efendim, Soğuk Savaş’la birlikte ulus-devletler hiyerarşisi ve paylaşımı da sonuçlanmış ve emperyalizm dönemi bitmiş. Bugün Libya’da olanları emperyalizm kalıpları ile değerlendirmek yanlışmış...

Neymiş efendim, operasyonda “Türkiye fotoğrafta yokmuş”, bu durumda Batılı müttefiklerine “pürüz çıkartan”, “oyun bozan”, “mızıkçı”, hatta “Kaddafi’nin utangaç müttefiki” görüntüsünde olurmuş.

Laflara bakın!

Bunlar, daha önceden de benzer şeyler yazmadılar mı? Dün Irak’ta Bush’u desteklediler. Hiç mi ders çıkarmadılar? Hiç mi yüzleri kızarmadı sonradan? Obama’ya can simidi gibi sarıldılar. Bush’tur, Obama’dır, Sarkozy’dir; fark mı eder zaten!..

“Demokrasi” onlar için en güçlü bir “operasyon gerekçesi”. İçerde kendi karşıtlarına yönelik saldırılar ve türlü hukuksuzluk içeren davalarda…

Dışarıda “patronlarının ibresi” nereyi gösteriyorsa, orada…

Salla bombaları! Kırk küsur yıldır zulmünü bir türlü görmek istemediğin topraklara dal, daha düne kadar (ve bugün de, ve yarın da) umurunda olmayan ezilen insanları “kurtar”…

“Bizim liberallerin savaşkanlığı” taktire şayan!..

İçerde sözde militarizme savaş, dışarıda militarizmden güç alarak dünyayı hallaç pamuğu gibi savur!

Hükümet tekliyorsa “gazı ver”!.. Bazen ona “bölge liderisin, aslansın-kaplansın!” de!.. Bazen de “Sen niye bir Katar ve BAE gibi davranmıyorsun be adam!” diye akıl öğret!..

*      *      *

Hani, yazıya “şıklık olsun” veya “sıkı bir yöntemdir” diye eklemek için değil… Sahiden merak ediyorum:

Bir gün Batı, uçağıyla, topuyla ve elbette “demokrasi” nutuklarıyla Türkiye’ye saldırırsa, bu “liberal tayfa” ne yapar?

Onu da destekler mi?..
 
 
*****
 

Hayatı sadeleştirmek…

İnternetten gelen sahibi belirsiz, ama yararı reddedilmez iletilerden birini daha paylaşmak istiyorum. Hayatı sadeleştirmek üzerine, Leo Babauta imzasıyla, sanırım Kuraldışı Dergi’nin sitesinden alınma ilginç bir bölüm:

“Sadeleşmenin gerçek maksadı ve ilk kuralı elzem olanı tanımlamaktır; gerçekte neyi sevdiğini, senin için asıl neyin önemli olduğunu bulmandır. Sonra da dikkatini dağıtan başka ne varsa hayatından çıkarırsın, sadece gerçekten önemli olanlara odaklanırsın.

“Hayatınızı ayrıntılarla israf ediyorsunuz…
Basitleştirin, basitleştirin.”
Henry David ThoreauHayatımızda o kadar inanılmaz bir kalabalık var ki; kendi eşyalarımızdan, her gün çeşitli vesilelerle uğradığımız bilgi bombardımanına ve maruz kaldığımız duygusal ve görsel karmaşaya kadar korkunç bir kalabalıkta yaşıyoruz. Sonuç mu? Kendimizi, gerçekte bizim için hiçbir anlamı olmayan bir yığın işi yaparken buluyoruz.

Sokrates der ki, ‘Sorgulanmayan hayat, yaşanmaya değmez.’ Hayatta benim için gerçekten önemli olan ve hayatıma değer katan ne var? Neyi seviyoruz, neyi önemsiyoruz?

Benim için en önemli şey ne? Ne yapmaktan hoşlanıyorum? Ben karımla ve çocuklarımla olmayı seviyorum, yazmayı seviyorum, okumayı seviyorum, başkalarına yardım etmeyi seviyorum. Belki siz bisiklete binmeyi seviyorsunuzdur ya da müzik dinlemeyi.

Hayatımda sürekliliği olan şeyler neler; her ay, her hafta, her gün yaptığım ne var ve bunların hangisi benim için gerçekten önemli? Akşamları çocuklarla bara takılıyorsanız ve sizin için o kadar da önemli bir eylem değilse, sizin için asıl önemli olan şeyi yapmanıza engel oluyor demektir. Demek ki bara takılmak sadeleştirmeye aday olabilir.

Eşyaların hepsi de gerçekten elzem mi? Evim yanarsa, yeniden almak isteyeceğim birkaç şey ne olurdu? Geri kalanından kurtulun gitsin.

Aynı kavramı hayatınızdaki başka her şeye uygulayabilirsiniz; işiniz, her gün okuduğunuz gazeteler, izlediğiniz diziler, hayatınızdaki insanlar. Hangisi elzem, hangisini seviyorsunuz, hangisine önem veriyorsunuz, bulun ve geri kalanından kurtulun.

Sadeleşmek bomboş bir hayat yaşamak demek değildir. Yaşanacak alan yaratmak demektir.”