Geçen hafta birçok gazete ve internet sitesinde küçük bir haber vardı.

Geçen hafta birçok gazete ve internet sitesinde küçük bir haber vardı. Ankara’da bir restoranın yöneticisi, yabancı bir kadını durup dururken kovmuş ve gerekçe olarak da “prensip olarak yabancılara hizmet etmediklerini” söylemiş.

Kovulan, Türkiye’ye Antalya’da bir ev almak için gelen Gürcistan vatandaşı Viktoria Nazarova adında bir kadınmış. Yanında da bir Türk arkadaşı, üstelik avukat olan Gökhan Gedik varmış.

Habere göre, sadece kadının yabancı olduğu gerekçesiyle servis yapılmamış. Kendisini “müdür” diye tanıtan kişi “Buraya o...lar giremez” diye bir de demeç patlatmış.

Haberde, gazetecinin “Uygunsuz bir davranış mı sergilediler, neden çıkardınız?” sorusuna müdürün, “Öyle bir şey olsa kafalarını kırar atarım” dediği, restoranı arayan Gedik’i de “Neden buraya gazeteci gönderiyorsun, kendin gelsene!” diye tehdit ettiği yazıyor.

Haberi yazan gazeteci, ne dayılık yapma meraklısı bu “müdür”ün, ne de Ankara Bahçelievler’deki restoranın adını veriyor. Keşke konuyu daha ayrıntılı yansıtabilseydi. Avukat Gedik’in niyetinin dava açmak mı, yoksa olayı yutup geçiştirmek mi olacağı da haberde yok.

Bu arada şaşkın ve mağdur durumdaki kadın ise, Türkiye’de ev almaktan vazgeçerek ülkesine dönmüş.

*      *      *

Haberi, “Ne olmuş canım, münferit bir olay, adam sende” gibi bir tepkiyle geçiştirebilirsiniz tabii.

Ama bu sözde müdürü “antika” veya “Türkiye’de ender rastlanan bir tip” olarak niteleyemezsiniz.

Bizde bunlardan çokça var. Yabancılara düşman olanlar, yabancı kadınlarda - özellikle de onlar eski sosyalist ülkelerdense - mutlaka fuhuş izi arayanlar haddinden fazla.

Ama bunların önemli bölümü artık “adam olmuş gibi davranıp ses çıkarmamasını” öğrendiler. Kimisi tepki görmekten çekindiği için, kimisi turizm veya benzeri bir maddi getiri hatırına, kimisi çevresinde artık birçok yabancı kadın ve bu arada gelin gördüğünden dolayı…

Ama bu adam, restoran gibi herkese açık bir işletmenin yöneticisi, üstelik de dağ başında falan değil, başkentte böyle bir şey yapıyor. Hem medyanın, hem kamuoyunun, hem de ilgili devlet kurumlarının şimdi onun “halini hatırını sorması” gerekmez mi? Bu rezil ayrımcılık (“yabancıya prensip olarak hizmet etmemek”), başörtüsü ayrımcılığından çok mu farklı?

*      *      *

Geçen ay ilginç bir dava, zamanaşımı nedeniyle sonuçlandı.

Olayı başlangıcı oldukça banal. Uzun yıllardır Türkiye'de yaşayan yatırım uzmanı Ekaterina Klopiçeva ile Çevre Hastanesi'nin sahibi Dilek Aşıcıoğlu, 5 Kasım 2003 günü araba park etme, yol vermeme gibi bir nedenle tartışmışlar. Bu sık rastlanan bir durum. Ama Aşıcıoğlu, Rus asıllı Klopiçeva'ya, hem de 7 yaşındaki oğlunun önünde, “Nataşa” ve “Rus o...u” diye hakaret edince işin rengi değişmiş.

“Her Rus fahişe değildir. Ben Rusya'da heykeli dikilen bir kozmonotun kızıyım, saygın bir işkadınıyım”  diyerek 50 milyar liralık tazminat davası açan Klopiçeva, çıkan kararı yeterli görmemiş. Yargıtay’dan defalarca dönen davada mahkeme, Dilek Aşıcıoğlu’na 2 bin TL tazminat ve (ertelenmeye tabi olan) bir ay hapis cezası vermiş. Klopiçeva, “Bu ceza, sanık için caydırıcı değil, hatta kendisinde ’2000 TL veririm, herkese o...u derim’ izlenimi uyandırabilir” diye tepki göstermiş. Dava, 5 Nisan 2011’de zamanaşımı nedeniyle düşmüş.

*      *      *

Arşivlerime bakıyorum. 2008 Şubatı’nda Sabah gazetesinden bir haber: Mimar Rus kız arkadaşı ile Taksim'de bir otelde yer ayırtan finans uzmanı Mehmet Alan'ın rezervasyonu “Davetliniz Rus” denilerek iptal edilmiş. O da, “Evleneceğim kişiye nasıl Nataşa muamelesi yaparsınız?” diye şikayetçi olmuş.

Gazetede, son 5 yılda en az 60 bin, belki de 200 bin Rus kadının Türk erkeklerle evlendiği yazıyor. “Nataşa denmesi kişilik haklarına aykırılık sebebiyle manevi tazminat nedenidir” deniyor.

*      *      *

Arşivlerimde daha ilginç bir örnek var. 2007 sonunda Hürriyet gazetesinde içimi burkan bir haber:

“Fuhuş Baron’u Ejder Toprak ile Murat Doğan İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ... 28 mağdura fuhuş yaptırmak, yağma ve hürriyetten yoksun kılmak suçlarından toplam 24 yıl ve 18 yıl 7 ay hapis cezalarına mahkûm edildi. Mahkeme, Toprak ve Doğan’ın Rusya uyruklu İrina Ryabchenko’ya tecavüz suçlamalarından ise beraatlerine karar verdi. Kararda şöyle denildi: ... yabancı uyruklu kadınların Türkiye’ye ne amaçla geldikleri bilinen bir gerçek olduğu, ... mahkemenin vicdani kanaati oluşmadığından sanığın beraatine karar verildi.”

Haber burada bitiyor. “Özkökvari demokratik gazetecilik” örneği sergilenerek haberin altına şu not düşülmüş:

"Yabancı uyruklu kadınların..." diye süren cümle yazı işlerinde dün çok tartışıldı. Mahkemenin “yabancı kadınlar” sözcükleriyle bir genelleme yapıp yapmadığı konusunda net bir kanaat oluşmadı.”

Yani bu gazeteci arkadaşlar, hakimlerin karara yazdığı ve rahatlıkla “Türkiye’ye gelen yabancı kadınlar fahişedir” olarak algılanabilecek cümleyi beraat ettirmişlerdi.

*      *      *

Zaten yabancı düşmanlığında ve özellikle de yabancı kadınları aşağılama eğiliminde, başı çekenlerden biri de Türk medyası değil midir?

Yıllarca “Nataşa edebiyatı”nın yaygınlaşmasının baş sorumlularından birinin gazeteciler olduğu görmezden gelinebilir mi?

Onca evlilik ve Türk-Rus çocuk varken bile birçok üst düzey medya yöneticisi utanmadan bu konuyu tepe tepe kullanmıştır.

Köprülerin altından çok su aktıktan sonra, çoğu bu hatalarından sessizce vazgeçmiş görünüyor.

Ama elbette hiçbiri geçmişte kullandığı “Nataşa edebiyatı”ndan dolayı kamuya açık özür dilemeyi aklından bile geçirmiyor.


***


Sıradan insanlar tiyatrosu

Kafka bir kitabında, geri planda kalmış insanları merak ettiğini yazar. Tiyatroda yalnızca tek bir sahnede görünen, daha önce hep o sahneyi bekleyen, sahne bittikten sonra da kaybolup giden insanların hayatını anlamaya çalışır.

Kimdir bu insanlar? Ne yapar, nasıl yaşarlar? Neler düşünür ve hissederler? Sorunları, amaçları, hayalleri nedir? Aşkları ve özlemleri var mıdır? Ya nefretleri? Kompleksleri ve korkuları?

*      *      *

Her gün hayatımıza şöyle bir girip çıkan insanlar kimdir?

İşyerinde uzak bir köşede oturan, okulun kantininde rastladığımız, bizimle otobüs durağında bekleyen, gittiğimiz bar ve restoranlarda gördüğümüz ama tanışmadığımız insanlar kimdir?

O sıradan insanlar gerçekten de öylesine sıradan mıdır? Aralarında çok özel olanları yok mudur? Yakından tanışsanız iyi dost olacağınız kimse çıkmaz mı onların içinden?

*      *      *

Koca şehirlerde, öbek öbek insanların arasında yaşıyoruz yalnızlığımızı. Kalabalıkların içinde biz de sıradanlaşıyoruz. Her şey dev bir çarkın dişlisine dönüşüyor usulca.

Çevremizdeki sıradan insanlardan bazıları daha çok çarpıyor gözümüze zamanla. Kimisi sevgili, kimisi eş, kimisi dost oluyor bize. Özel duygular yaşıyoruz onlarla.

Bazen fazla uzun sürmüyor bu durum. Seçimlerimizde her zaman haklı çıkmıyoruz. Onlar yeniden sıradanlığa dönüyor.

*      *      *

Oysa hayatın önümüze kadar ittiği cımbızla tutup başka birilerini seçseydik her şey bambaşka olmaz mıydı?

İşyerinde, okulda, otobüs durağında, barda veya restorandaki sıradan insanlar arasından bulup çıkarttıklarımız farklı olsaydı? Başka sevgili, eş ve dostlarla hayatımız çok farklı renkler kazansaydı?

*      *      *

Çok mu geç?

Yoksa kendinize bir şans daha verme fırsatına sahip misiniz?

O halde daha dikkatli bakın hayatınıza şöyle bir girip çıkan insanlara.

Sizin tiyatronuzda yıllardır tek bir sahneyi bekleyen insanlardan hiç olmazsa birinin, sahne bittikten sonra kaybolup gitmesine izin vermeyin.