Yağmasan da gürle!

ALPER TURGUT

31. Ankara Uluslararası Film Festivali için büyük bir hevesle Başkent'e geldiğimiz gün, aha buyur buradan yak, bak işte Çin’e döndük, resmen Vuhan’a benzedik, vah vah diye endişeyi körüklemeye başlamıştı bile ahali, en pimpirikli halimize seslenerek. Hani pek alışılmadık havada, tam 38 derece sıcakta, soğuk ter dökmedik ama lan acaba mı diye, kendimizi ve çevremizi daha bir itinayla kollamaya çabaladık, gözle görülür bir halde, hiç kuşkusuz. Film festivali için kendinizi riske etmeye değer miydi diyen, yani sual şeklinde geveleyen arkadaşlara inat, ille de sanat olsun, ister çamurdan olsun cevabını verebildim, tamam, sessizlik içerisinde belki, lakin hayli ve haliyle emin.

Mavra yapmayı bir kenara iliştirip, keşke Vuhan gibi, salgın belası karşısında azimli ve disiplinli olabilmeyi becerebilseydik diyerek, karşı atağa geçmek isterim. Covid-19’un insanı sınamayı hayata geçirdiği yer olarak bilinse dahi, Vuhan şehrinin, zorlu sınavı, dünyanın birçok kentinden daha rahat ve kolay geçtiğini söyleyebiliriz üstüne basa basa. Ankara veya Malatya ya da Erzincan, hiç fark etmiyor, bizim kaotik durumumuz bize özgü, elbette sarsak ve yarım yamalak. Muhafazakârlar, sekülerler sürekli tatil yapıyor, durmuyor, doymuyorlar, bu yüzden koronavirüs, hiç geri çekilmiyor, sürekli ve uygun adım ilerliyor diyorlar. Peki, yenilikçi ve ilerici, gelenekçi hakkında ne düşünüyor, nişanı, kınayı bile unutmadınız, nefes almadan düğünden düğüne koştunuz, hopppp salgını coşturdunuz, tastamam. Mesele kafaysa, al birini, vur ötekine denebilir ya da sabır, ah bu ne kahır diye üzülebiliriz takati kalmayan mecalimize.

Tuhaflıklar yelpazesine yeni yeni acayiplikler eklenmeden, resmen gün geçmiyor güzelim memleketimizde. Sosyal medyada, hiçbir vasfı ve donanımı olmadığı halde, kendine uzman, bilirkişi etiketi ayarlamakta beis görmeyen radikal tipler, maske takmayın, dezenfektan kullanmayın diye tepiniyorlar sanal dünyalarında. Oysa bu tehlikeli deneyimsizlik, gündelik hayatta kendine hızla yandaş ve ortak bulabiliyor, giderek çoğalarak, asla durmayarak. Şakaya gelmez, gelemez, on binlerce takipçisi olan cehalet bu, cesaretleri de birbirlerini etkileme halleri de harbiden tanımsız. Aşı olmayın, bu çok zararlı diye ahkam kesen kitle ile aynı zihniyetteler, sadece kendilerini de yakmayacaklar, herkesi, hepimizi ve hatta geleceğimizi yakacaklar, insafsızlar!

Millî Görüş hareketinin lideri Necmettin Erbakan'ın oğlu ve Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Fatih Erbakan, bir televizyon kanalında, İstanbul Sözleşmesi’ne neden karşı olduğunu ifade etmeyi denerken, pek meşhur Fransız feminist ve yazar Simone de Beauvoir'ın erkek olduğunu açıkladı. Ziyadesiyle konuya hâkim ya, tereddüt bile etmedi ve o, biseksüel bir adam dedi. Simone ablamız, yaşasaydı şayet, şaşkınlık içerisinde kalabilirdi bu mühim iddia karşısında veya direkt söverdi, haddini çok aşıyorsun gardaş (bunu söylemezdi sanki) diyerek. 20. yüzyılın en bildik düşünürü Jean-Paul Sartre, zıvanadan çıkabilir, yengen hakkında nasıl konuşuyorsun da diyebilirdi. Eeee filozofluk da bir yere kadar be, yeter bu kadar saçmalık diye gömleğinin kollarını sıvayabilirdi, belki. Bilemeyeceğiz! Kadın spikerin, “Kadın doğulmaz, kadın olunur!” sözünü söyleyen hemcinsini tanımadığı da gözümüzden kaçmadı ya, neyse.

Nereye baksam, cehaletin pis sarhoşluğuna kapılmış tipler görüyorum, her şeyi bilmek ne korkunç bir yük, bilginin ağırlığı bir insanı, yerle yeksan edebilir, şüphesiz. Şakası bile kaldırılamayacak bir durum, farkındayım. Bilgi sorumluluk demektir, bilgi bedel demektir, bilgi mutsuzluk demektir. Oysa her şeyi bildiklerini düşünenlere odaklandıkça, sınırsız bir saadet içerisinde oldukları anlaşılıyor, affedersiniz seviyorlar sallamayı, uluorta atmayı, mevzuyu sulandırmayı, algı ile oynamayı. Bilmek iyidir, bilgi önemli ve değerlidir, bin bir emekle, ilmek ilmek ilerlemekle, pencereni açabilir, daha geniş ve daha derin görmeyi deneyebilirsin. Ancak cühela için böyle bir dert ve tasa yok, o alanın profesörüne de ders verebilir, uzmanına işi, bir güzel öğretebilir, ustasına, yanıldım bu hususta dedirtebilir, öylesi bir özgüven, tehlikeli ve tehditkâr.

Evlere kapatıldığımız, pandemi koşullarını iliklerimize dek hissettiğimiz, devlet kadar kendi kendimizin ve sevdiklerimizin gardiyanı olduğumuz o uzun süreçte, yakın ve uzak çevremizden bu denli salgına dair hastalık haberleri gelmiyordu, şimdi herkesin bir akrabası hasta, bir arkadaşı hastanede, çemberin giderek daraldığını, kıskaca alındığımızı bariz anlar olduk, ne yazık ki. Sakınmayı unuttuk, virüsü ciddiye almayı bıraktık, eğlencenin vahşi çağrısına dayanamadık, özgürlüğümüzü bir minicik düşmana teslim etmeyi reddediyoruz dedik, ayvayı yedik!

Ankara, festival yapılabileceğini, şehre bir film değil, birçok film gelebileceğini bizlere gösterdi, temizlik, mesafe, korunma, özenilmiş bir işçilik ile güvenli bir alana dönüşebilmişti, mabedimiz sinema salonları, bu eşsiz tutkumuzdan vazgeçmeyeceğimizi göstermek ve görmek açısından müthiş bir duruş oldu bu, kesinlikle. Salonda, bir seyircinin maskesinin burnunu tam kapatmadığını gören başka bir izleyici, usulca uyarısını yaptı, lütfen dedi, diğeri de hay hay diye maskesini olması gereken yere yerleştirdi. Sinemaseverlerin, hele hele festival takip edenlerin bilinçli olması, memnuniyet verici, gerçekten.

Birçok filmin masada kaldığını, çekilemediğini, onca projeden vazgeçildiğini veya geleceğe itelendiğini görmek ve bilmek asap bozuyor. Önümüzdeki aylarda, olası bir evlere kapanma halinde, insanları daracık alanda oyalayabilmek adına, aptal kutusu televizyonları işler durumda tutmak lazım. Bol bol dizi çekilmesi, tam da bu sebepten, ancak birçok emekçinin risk altında olduğunu duyuyoruz, arada hastalığa yakalananlar olunca setlerin aksadığını, ancak kimsenin aman işimden olurum, ekmeğimi kaptırırım gerekçesiyle şikâyetçi olmadığını da biliyoruz. Hakkını arayamıyor insanlar, asıl bela bu, dünya değişecek ama haksızlık yine de sürecek, hadi oradan!