Murathan Mungan’ın, ‘Cenk Hikâyeleri’nin arka kapağında yazdığı gibi “hiçbir yeniden’in kolay olmadığını” söylesem

Murathan Mungan’ın, ‘Cenk Hikâyeleri’nin arka kapağında yazdığı gibi “hiçbir yeniden’in kolay olmadığını” söylesem, bunu fazlasıyla bilsem de ‘yeniden’ merhaba sevgili okur. Fark eden olmuştur, bir aydır BirGün’den ses vermiyordum. Bengi Yıldız’ın, Sabah gazetesine göre çok ayıp bir şey yaparak Bodrum’a gittiğini öğrendik ama ben tatilde değildim; daha başka, daha mutlu bir yorgunluğun, yoğunluğun içindeydim.

Her şey ve herkes birer birer azalırken yeniden merhaba! Domatesler gittikçe tatsız, sular gittikçe kirli, Tuna Kiremitçi ulusal solculuktan (!) bahsediyor olsa da “tek başına mutlu olmak utanılacak bir şeydir” diye seslenen Camus’nün sesiyle merhaba!

Koca ramazan ayı geride kaldı, bayram geçti gitti, ‘komşusu açken tok yatmayı’ günah sayanlar, halen aynı eşitlikçi eşikte duruyor mu yoksa o aç yatan komşular önümüzdeki ayları da aç olarak geçirmeye devam edecek mi; bunu düşünenlere merhaba.

Dünya nimetlerinin yüzde elli yedilik kısmını, aynı gökyüzünü paylaşan insanların sadece yüzde üçü krallar gibi tüketirken, ramazan boyunca sola çekip nedense antikapitalist takılan tuhaf İslamcı arkadaşlar şevval, zilkade, zilhicce ve diğer aylarda da ağızlarından düşürmedikleri ‘vicdan’ kelimesini tekrarlamayı sürdürecekler mi merak içindeyim.
Ben ortalarda yokken geçip gidenlerin arasında bir de Somali vardı tabii! Somali’deki insanlar beter bir kuraklık illetine yakalanmış, o yüzden aç, bunun asıl sebebi küresel kapitalizm falan değil; hem zaten dünyada sağ-sol mu kaldı, komünizm insan doğasına aykırı diye düşünüp, ertesi gün tatlı uykusunu bölüp sabahın köründe dört duvar arası bir ofise kapanmayı doğası sanan saflara merhaba, sıklaşın!

İtalyave İngiltere’nin eski sömürgesi olan Somali’de, 1969’da kurulan yönetimin 70’liyıllar boyunca eğitim, sağlık alanlarında kaydettiği gelişmelerin ardından 80’lerin başında Afrika’da uygulanan IMF-DB yapısal uyum programlarından sonra yaşananları kime hatırlatalım? Bu 'programlar' nedeniyle ülkede çöken yerli tarıma kader mi diyelim, çiftçi ekim dikim işlerini cenabetken yapmıştır diyerek paçamızı kurtaralım mı?

Daha önce yaşadığı kuraklıklara rağmen kendi yağında kavrulabilen Somali’nin neoliberal vahşet karşısında ekonomik yönden istikrarsız kılınmasını başbakanın ‘teğet’ mantığıyla açıklamak, bunu oralarda ‘show’ malzemesi yapan kanaat önderi büyük sanatçılara izah etmek mümkün müdür? Misal, bölgede 1991 yılında ABD destekli bir iç savaş zemini hazırlandığı; söz konusu savaş boyunca yaşanan açlık nedeniyle 200 bin insanın öldüğünü söylesek… Sayın hoca efendi neden o zamanlar bu işleri de yağmur duası önerileriyle çözmedi acaba? Sorsak ya kendilerine, Burberry fularlarını türban eyleyenlerin o bitmeyen sivrilmiş kırmızı kibirlerine karşı da bir duası var mıdır; zamanında etmiş adamız, az çok biliriz, onlar için de edelim!

Daha neler olmadı ki ben buralarda yokken. Can Yücel’in mezarı faşistler tarafından parçalanırken bunun karşısında süt dökmüş kedi şairler, Türkçe şiiri sağcılara peşkeş çekenler, AKP’li belediyelere sürtünerek yaşayanlar, sivillikten bahsettiği halde oradan buradan fonlanıp evcilleşenler, ellerinde şarap şişeleriyle Beyoğlu’nu inletecek bir yürüyüş bile yapamadı, yapamadık. Oysa Can Baba’ydı mezarı parçalanan! Can Baba’dan gayrı elimizde ne kalmıştı. “O çocuklar” demişti bir şiirinde şair, “o yapraklar, o şarabi eşkıyalar” demişti, “onlar da olmasalar benim gayrı kimim var” demişti; demek ki pek kimsesi kalmamış, anladık. Hiç inanmadığı halde İslami cenaze töreniyle camiden uğurlanan devrimciler garip gelmiyor da yaşamı boyu dindar olmamış birinin mezarına şarap dökülmesi elin itini kopuğunu niye ırgalıyor!

İşte hal böyleyken yeniden merhaba! Kadıköylü Hulki Baba’yı sonsuzluğa uğurlamışken, hiç tanışmadığım ama çok sevdiğim Didem Madak terk eylemişken dünyayı… Sadece o mu, Seyhan Erözçelik de çekti gitti dünyadan geçtiğimiz ay; daha Emirgan’da birlikte nargile içecek, hatta Nilgün Marmara’nın şiirlerini o kadar da çok sevmediğimi söyleyecektim, en azından buna cesaret edecektim…

Tam da yeniden düşük yoğunluklu çatışma günlerine dönmüşken, umudu hiç elden bırakmadan merhaba! Turgut Uyar’ın şiirinde andığınca, “başarısız bir mevsim geçmiş”, yani bir sürü çocuk ölmüşken… Kendi toprağı olmayan yoksullar, bir karışından fazlasını görmediği ‘vatan’larını koruyorken; onlara merhaba!

Bu vatanın ekmeğini yiyenler makamında konuşan kimi yokuş aşağı sözcülerinin; yalamak için postallardan postal beğenen Taraf’ların; Türk diye, bayrak diye, kan diye inlerken askerliğini tecil ettirmek amacıyla torpil yollarında bin dümen çevirenlerin arasından; vatanın ekmeğinin henüz daha bedava olmadığı günlerden merhaba!

Tekrar buluştuk sevgili okur. Sayılı gün ne olacak… Doktordu, hastaneydi, geçtiydi, geçmediydi derken ilk çocuğum Nar’a merhaba dedik. Uykusuz gecelerin, hastane odalarının; kitapların, şiirlerin, kaynatılmış biberonların, çocuk bezlerinin arasından Nar’haba! Görüşeceğiz!