İşçilik iyi, dekor, kostüm falan gayet iyi, oyunculuklar da iyi. Ama, amaç komediyse yeterince komik değildi film. Başka da bir...

İşçilik iyi, dekor, kostüm falan gayet iyi, oyunculuklar da iyi. Ama, amaç komediyse yeterince komik değildi film. Başka da bir amaç yok zaten gördüğüm kadarıyla
Görsel olarak olmasa da sözel ve ima ettikleriyle neredeyse pornografik bir film “Yahşi Batı”. Girenler, çıkanlar hiç bitmiyor film boyunca.
Ortaokul düzeyi mi desem, ilkokul mu bilemedim. Genel düzey böyle ama arada çok parlak sahneler de var “Yahşi Batı”da.
Filmin baş erkeği ile baş  kadınının (Cem Yılmaz ile Demet Evgar) verandada sohbet ettikleri akşam sahnesi o kadar iyi ki...
Ama, filmden bir espriyle ifade etmeye çalışırsak, bu sahnenin filmin bütünüyle ilişkisi, at şeyiyle kelebek arasındaki ilişkiye benziyor .
Tabii ki abartıyorum, filmi atın şeyine benzetmek gibi bir niyetim yok. Peki neye benziyor “Yahşi Batı”? Gora’ya, Arog’a çok benziyor, Hokkabaz’a ise az benziyor. Ben Cem Yılmaz sinemasında Hokkabaz çizgisinden yanayım. Ama seyircinin çoğu Arog, Gora çizgisinden yana.
Filmin hikayesi biliniyor gerçi ya: İki Osmanlı ajanı padişahtan, ABD başkanı Garfield’e hediye götürmek üzere Amerika’ya ayak basarlar.
Hediye çalınır ve onlar da emanetlerini geri almak için mücadeleye başlarlar. Politik bir öfkesi de var filmin.
ABD başkanının aşağılayıcı davranışları  kahramanlarımızdan hak ettiği cevabı alır. Ah şu filmlerimizdeki gururlu davranışlarımızı gerçek hayatta da görebilsek. İşçilik iyi, dekor, kostüm falan gayet iyi, oyunculuklar da iyi. Ama, amaç komediyse benim için yeterince komik değildi film. Başka da bir amaç yok zaten gördüğüm kadarıyla. Ama film hem kendini satacak hem de Cola-Turca’yı sattıracaktır.
Yahşi Batı’nın aynı zamanda bir reklam filmi olduğunu söylemeyi de ihmal etmemiş olayım.

***

‘Hamburg’da Ruhların Kaçışı’
Soul Kitchen ruh mutfağı demek ama soul aynı zamanda bir müzik türünün de adı, bilindiği gibi. Soul’un iki anlamı da geçerli film için. Ama soul’un ruh anlamı film için biraz sorunlu kanımca. Soul Kitchen gecikmiş bir film. Fatih Akın aslında bu filmi “Duvara” Karşı”dan hemen sonra  yapmak istiyormuş ama başarı onu daha ciddi filmler yapmaya zorlamış. Fakat bekleyince projenin ruhu da kaçmış. Altı yıl süren bekleyişin ardından, baştaki isteğin sadece gölgesi kalmış geriye. Oysa bir Fatih Akın filminin olmazsa olmazı o asi rock’çı, soul’cu, punk’çı ruh, o genç enerjidir.
 Film o enerjiyi yakalamak istiyor ama başaramıyor. “Yaşamın Kıyısında” gibi fazla iddialı bir projenin, Cannes’da yarışmanın, Washington Post’da son on yılın en iyi filmlerinden biri seçilmenin bedeli ağır olmuş. Akın ruhunu “art-house”a satmış, karşılığını da almış almasına ama geri dönmek istediğinde ruhunu bıraktığı yerde bulamamış. E, bir de yaş faktörü var tabii. İnsan yaşlanıyor. Ne demişti Ian Anderson (Jethro Tull): “Too Old To Rock’n’Roll, Too Young To Die” (rock’n’roll  için çok yaşlı, ölmek için çok genç).
Düzeni değiştirmeye çalışmayan ama düzenin sınırları içinde kendine bir özgürlük alanı  yaratmaya çalışan kahramanları var “Soul Kitchen”ın. Zaten Soul Kitchen bu özgürlük alanının ta kendisi olan lokantanın adı. Büyük sermayeye karşı, küçük sermayeden, safkan Alman’a karşı, çok kültürlü bir cemaatten, modern tıbba karşı geleneksel-alternatif tıptan yana “Soul Kitchen”. Ve elbette cinsel kimliklerin özgürce yaşanmasından, cinselliğin önündeki sınırların kalkmasından yana. Ve belki de porno ile normal filmlerin arasındaki ayrımın kalkmasından da yana Akın. Porno oyuncusu Sibel Kekilli’yi “Duvara Karşı”da oynattıktan sonra bu filminde de, Alman pornolarının orji sahnelerini hatırlatan bir sahneye yer vermiş. Ve aslında, niye olmasın? Catherine Breillat da bu ayrıma karşı çıkan etkileyici filmler yapıyor. Mesele neyin, nasıl, niçin kullanıldığında. Fakat Soul Kitchen’ın orji sahnesinin bayağı durduğunu da söylemeliyim.
Film üçüncü kuşaktan bir Yunan-Alman’ın kendisine artık bir gömlek büyük gelen aşkını  ve mekanını koruma çabasını anlatıyor. Zitos’un sevgilisi sarışın ve zengin bir Alman. Mekanı ise hangardan bozma bir lokanta ama kentsel dönüşüm, emlak spekülatörlerinin iştahını kabartmış. Zitos bir yandan sevgilisini diğer yandan mekanını korumak için mücadele veriyor. Bazen başarıyor, bazen başaramıyor.
Soul Kitchen ne yazık ki akılda kalıcı hiçbir yan içermiyor. Karakterler iz bırakmıyor, oyunculuklar vasat, mizansenler kuru ve acısız/tatsız. Klişe desen gani gani. Mutfağından çıkıp müşteri azarlayan kibirli aşçı tipi o kadar tanıdık ki… Kısaca Soul Kitchen’ın soul’u yani ruhu problemli. Bu film ya 6 yıl önce yapılmalıymış ya da hiç. Akın’ın ne kadar iyi bir yazar/yönetmen olduğunu hatırlamak için oturup “Temmuz”dayı yeniden izleyin derim. Che’yi toplumsal değil bireysel özgürlüğün simgesi gören kamyon şoförleriyle, sosyalist değil rockçı isyan ruhunu mükemmel yansıtan bir filmdi “Temmuzda”. O ruh için vakit geçtiğine göre, Akın belki de ayakları daha yere basan başka bir isyankar ruh yakalar gelecekte diye umalım.