Siyasal İslamcı tek adam rejimi sermaye yanlısı sınıfsal tercihleri ve kutuplaştırıcı politikalarıyla eşitsizlikleri bile isteye derinleştirmiştir.

Yalanlarınızdan bıktık, niyetiniz malum!

Esen Karaküçük - Eğitimci

Bir doğal afet gibi “yıkıcı” diye tanımlanabilecek gerici ve piyasacı bir zihniyet ile karşı karşıyayız. Hak ve özgürlüklere dair ne kadar alan varsa, bu alanların tümünün siyasal İslamcı iktidar ve işbirlikçilerince her geçen gün biraz daha daraltıldığına tanık oluyoruz. Çemberin merkezinde ise en zayıf halka olan çocuklarımızın “eğitim” hakkı var. 

Eğitimin öznesi öğrencidir. Bilimle, sanatla beslenen çocukların hayatı anlamaya yönelik sorular sormasının önünü açan eğitim, bir özgürleşme eylemidir.

“Bilim” gerçekliği anlamayı, “felsefe” sorgulamayı, “mantık” doğruluğun peşinden gidebilmeyi sağlar. “Eleştirel eğitim” yaratıcılığı destekler. Ancak okullarda bu derslerin önünü kesen AKP iktidarının okullaşma politikaları, müfredat, sınav sistemi değişiklikleri, piyasalaşma ve gericileşme uygulamaları tüm bu “iyi” sonuçların yerine, önümüze oldukça karanlık bir tablo çıkarıyor. Bu tablodaki büyük resimde eğitime erişim olanaklarına sahip olamamış yoksul aile çocukları, gelecek umutlarını yitirmiş mutsuz, kaybolmuş bir gençlik, ya da diplomalı işsiz genç insanlar görüyoruz. Bu karanlık tabloya başka ağır sarsıntılar da yansıyor; Sınıfsal, dinsel, etnik, cinsel farklılıklara bağlı olarak gelişen baskı, ayrımcılık, istismar ve sömürü biçimlerinin sosyal hayattan, bazan da yaşamdan kopardığı gencecik insanlar ile onların aileleri tablonun en karanlık ve kasvetli bölümünü oluşturuyor. 

21 yılda nasıl oldu da böylesine kör karanlığa saplandık? Anayasa’ya ve 1739 Sayılı Milli Eğitim Kanununun 12. Maddesine göre Milli Eğitim’de laiklik esastır. Ancak laikliğe yönelik gerici saldırılar yıllar içinde adım adım ve planlı bir şekilde örüldü; 12 Eylül’de temelleri güçlendirilmeye başlanılan gericilik üzerinden Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi zorunlu dersler arasına alındı. 2012’de 4+4+4 yasası ile eğitimde gerici adımlar atıldı. MEB ile tarikatlar arasında protokoller imzalandı. Dindar ve kindar nesil yetiştirme politikaları, Sünni, Hanefi öğretinin AKP döneminde yoğunlaşması, tarikat ve cemaatler ne istediyse siyasal İslamcı iktidar tarafından yerine getirilmesi, kaçak denetimsiz kuran kurslarının yaygınlaştırılması iktidarın attığı önemli adımlar oldu. “ÇEDES” kapsamında öğretmen olmayan imam, vaiz, kuran kursu hocaları “manevi danışman” adı altında okullarda görevlendirilmeye başlandı. Bu protokol ile eğitim sisteminin ve yaşamın tüm alanlarının laiklikten tamamen uzaklaştırılacağını, çocukların tarikat ve cemaatlere devşirilerek ağır darbeler alacaklarını söylemek kâhinlik olmayacaktır. ÇEDES uygulaması acilen yürürlükten KALDIRILMALIDIR! Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, 2014’de müsteşar olduğunda da geçtiğimiz 11 Temmuz tarihinde de karma okullara karşı olduğunu, kız okulları açılabileceğini yaldızlı ve dolaylı söylemlerle ifade ederek, cinsiyete dayalı ayrımcı tutumunu açıkça sergilemiştir. Cevabımız şudur; Yalanlarınızdan bıktık, niyetiniz herkesçe malumdur. İstanbul sözleşmesinden çekilip kadınları şiddete karşı korunmasız hale getirerek haklarını çiğneyenlerin, 4+4+4 yasası ile kız çocuklarının örgün eğitimden kopuşlarının ve çocuk evliliklerin önünü açanların “kız çocuklarının okullaşma oranını artırma” niyetleri olduğu iddiası gerçeklikle bağdaşamayacak büyük bir yalan ve kitleleri yanıltma çabasından başka bir şey değildir. Laiklik, Cumhuriyet Değerleri, demokrasi, eğitimde eşitlik ilkesi, insanca yaşam hakkı ihlal edilmektedir. Karma ve zorunlu eğitim devlet güvencesindedir. Vazgeçilemez. 

Siyasal İslamcı iktidarın eğitimde dinselleştirme politikaları piyasalaştırma, özelleştirme uygulamalarından bağımsız değil. Her iki politikanın da uygulanması 12 Eylül’den sonra hız kazandı. Neoliberal politikalar uygulanırken, dinselleştirme adımlarında olduğu gibi yaldızlı söylemlerle kitleler ikna edilmeye çalışıldı. 1982 Anayasasında “ kazanç amacı gütmeyen vakıflar tarafından devletin gözetim ve denetiminde yükseköğretim kurumları kurulabilir” şeklinde yer alan ifade ile eğitimde özelleştirme uygulamasına geçiş yapılmış oldu. 2000 Yılında vakıf üniversitesi sayısı 19 iken, 2022’de özel okul sayısı 14.179’a ulaştı. Kamuya ait kaynaklar, araziler kamu okulları yerine, sermaye ve tarikat çevrelerine sınırsızca, insafsızca aktarıldı. Kamu okulları hiçbir zaman AKP iktidarının görüş alanına girmedi. Özel okulların tümü kamulaştırılmalıdır. 

MEB’nın Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliği’nde yaptığı yeni bir değişiklik ile piyasalaştırma ve dinselleştirme politikalarının önü iyice açılmış olacak. Özel okulların belediyeler ile örgün eğitim programlarına destek amaçlı ücretsiz kurs açabilmesine yönelik protokolün Milli Eğitim Müdürlükleri üzerinden imzalanmasını sağlayan bu değişiklik ile hafta sonu kursları adı altında sermayeye, tarikatlara, yandaşlara ait okullara kamu kaynakları sınırsızca aktarılabilecek, eğitim materyalleri adı altında bu kesimlere ait yayınevleri de kamu kaynaklarından nemalanacak. Ayrıca bilim, dil, sanat alanlarında bazı önemli dersler kaldırılır veya ders saatleri azaltılırken, MEB’nin yeni kararıyla zorunlu seçmeli haline de getirilen din derslerinin sayısı haftada 4 saate kadar artmış olacak. Bu uygulama öğrencinin ders seçme, kendi yetenek ve ilgi alanları doğrultusunda ilerleme, geleceğini belirleme hakkının ihlali olup, Anayasa’ya ve Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliği’ne göre suç oluşturur. 

Örgün eğitimden kopan öğrenci sayısı ifade edilenlerin çok üzerinde. 1,5 milyon öğrenci açık öğretimde, yüz binlerce yoksul aile çocuğu meslek liselerinde olduğu için nitelikli bir örgün eğitim alamıyorlar. Meslek Liseleri çocuğu işçileştirmenin, patronu daha zengin hale getirmenin aracı oluyor. Depremde kaybolan, mevsimlik işçi olan, çalışan yüzlerce çocuk da örgün eğitimden kopmuş durumdadır. MESEM adı altında okuldan koparılan, sermaye için çok ucuz işgücü haline getirilen, 1,5 milyon öğrenci bulunmaktadır. 

Siyasal İslamcı tek adam rejimi sermaye yanlısı sınıfsal tercihleri ve kutuplaştırıcı politikalarıyla eşitsizlikleri bile isteye derinleştirmiştir. Derin yoksulluğun, işsizliğin, sınav merkezli rekabet içeren sistem tahribatlarının, deprem, salgın afetlerinin felakete dönüşmesinin, çocukların geleceklerinin ve yaşamlarının çalınmasının, siyasetin dinselleşmesinin, laikliğe ve yaşam alanlarına yönelik gerici saldırıların ve hak ihlallerinin esas itibariyle yaratıcısıdır, sorumlusudur. 

Ne var ki laikliğe saldırılar arttıkça, toplumda laikliği savunma ve direnme eğilimlerinin, sekülerleşmenin arttığını unutuyorlar. Laiklik ve temel yaşam hakları örgütlü bir toplumsal mücadele ile mutlaka kazanılacaktır.