Kırlangıç Bayırı Çocukları sadece çocuklara değil, yetişkinlere de zor ve kaygılı zamanlarda ebeveyn olmayı, hayata çocuk gözüyle bakabilmeyi, umudu, yaşamı devam ettirebilme inadını ve daha pek çok ayrıntıyı lirik bir dille anlatıyor.

Yalnızca ihtiyacı olanı aldığımız özgür ve mutlu bir hayat umudu

Elif ERDAĞI

İngiltere kırsalında, herkesten uzakta, doğal yaşamın hüküm sürdüğü, tarlada doğal yiyecekler yetiştirip yediğiniz, çağlayan ırmaklarda yıkanıp doğan güneşe dokunacak kadar yakın yaşadığınız, dilediğiniz gibi yazıp çizdiğiniz ve size karışan kimsenin olmadığı bir yer düşünün. Kulağa ne kadar hoş geliyor, değil mi?

Kasedi biraz geriye saralım. Ailesiyle Roma’da hayatını sürdüren 13 yaşındaki Isabella, rutin bir günün ardından ve biraz sonra olacakların hayatını nasıl değiştireceğinden bihaber eve döner. Metro istasyonunda bir bomba patlamış ve şehirde resmen bir savaş başlamıştır. Isabella, annesinden gelen telefonla, babasıyla birlikte birkaç parça eşyalarını yanlarına alarak şehri terk etmek zorunda kalmıştır. 

Babasının doğup büyüdüğü kırsala geldiklerinde kendilerini en az savaş kadar korkunç bir gerçeğin beklediğinin farkına varan tek isim Isabella’dır. Büyümenin sadece yaşla alakalı olmadığını ve küçük yaşta büyümek zorunda kalmanın en iyi örneğini gösteren Isabella’nın “çocuk” heyecanına, umuduna, sevincine, korkularına da tanık oluyoruz. Tüm bunların ötesinde Isabella, şehir hayatından, çocuk kimliğinden tamamen sıyrılarak, yeni bir kimliğe bürünüyor. Gün gün, büyümek zorunda kalıyor.

Romanda “savaş” ve “göç” temaları ön planda işlenirken, Isabella ve babasının yolculuğuyla tüm bu kavramların çok ötesine geçiyoruz. Isabella’nın, Roma’dan yalnızca eşyalarını alıp “göç etmek” zorunda kalan bir çocuk olmanın çok ötesine geçerek göçün yalnızca “evden eve taşınmak”tan ibaret olmadığını bizlere her sayfada bir bir gösteriyor. 

İlk bakışta distopik bir kurgu olarak görünen Kırlangıç Bayırı Çocukları aslında oldukça güncel bir tabloyu yansıtıyor. Şehirlerin bombalanması, Isabella’nın babasıyla evlerini terk etmek zorunda kalışları, yerleştikleri yeni yerde yaşayan Rowan ve Kelda’nın ailesinin hatta tüm köyün bir salgın yüzünden yitip gitmesi… Uzak dediğimiz dünyaların, distopik dediğimiz ihtimallerin artık çok yakınımızda olduğunu gözler önüne seren bir roman.

“Herkes için mutlu sonlar uyduruyorum. Tıpkı doğum günü pastasındaki mumları üflediğinizde, gökkuşağı veya kayan bir yıldız gördüğünüzde tuttuğunuz dilekler gibi.”

Romanın gerçekliği sadece karanlık gelişmelerden ibaret değil; aksine, en önemli vurgularından biri de umut. Isabella her ne olursa olsun, başına her ne gelirse gelsin umut etmekten hiçbir koşulda vazgeçmiyor. Umudun her zaman var olduğunu, sadece şiirlerde ya da şarkılarda işlenen bir duygu olmadığını, insanı böylesi karanlık zamanlarda en çok ayakta ve hayatta tutan şey olduğunu roman sayfalarında adım adım hissediyoruz. 

Kırlangıç Bayırı Çocukları sadece çocuklara değil, yetişkinlere de zor ve kaygılı zamanlarda ebeveyn olmayı, hayata çocuk gözüyle bakabilmeyi, umudu, yaşamı devam ettirebilme inadını ve daha pek çok ayrıntıyı lirik bir dille anlatıyor. 

Yazarın, sonsözde de ifade ettiği gibi, “yalnızca ihtiyacı olanı aldığımız, özgür ve mutlu bir hayat” umuduyla!


KIRLANGIÇ BAYIRI ÇOCUKLARI
Julia Green   
Çeviren: Azade Aslan
Günışığı Kitaplığı, 2024