Yamaların birleştirdiği yaşamlar
Bir Zümrüt On Üç Kadın, Songül Budak Aslan, Pêri Yayınları, Temmuz 2023

Özgün Enver BULUT

Bazı yaşamlar yamalardan oluşmuş bir giysi gibidir. Yamaların rengine göre o giysiden anlamlar çıkarmak mümkün. Bir çocuğun çizgilerinden onun mutlu mu mutsuz mu olduğuna dair çıkarımlar yapmak da renklere göre olur. Siyah kalem kullanan bir çocuk için teoriler üretilebilir. Belki de son düşünülen şeyin ilk başta sorulması gerekir. “Boyalı kalemlerin içinden, neden sadece siyahı seçtin?” sorusu mesela. Songül Budak Aslan’ın Bir Zümrüt On Üç Kadın kitabını okurken bu iki şeyi düşündüm ilk anda. Yamalı yaşamların aynılığı ve siyah kaleminin dışında kalemi olmayan bir çocuğun çizimleri arasındaki benzerliği. 

Yazarın kendi yaşam öyküsü ile başlayacağını düşündüğümüz roman, bir anda başka bir kahramana doğru kayıyor. Bir söyleşi gibi. İki mahalle komşusunun birbirlerini ölçüp, biçtikten sonra yakınlaşmaları ve koyu bir sohbete dalmaları ile açıyoruz sayfaları. Oysa yer bir mahalle değil. Bir avlu ve avludaki bir bank. Politik bir tutsağın, adi bir mahkumla sohbeti üzerine kurulu örgü. Kahraman, artık ismi Bahar olan kişi. Bahar’ın çocukluğundan başlayan olaylar, anlatımlar; onun yaşamına eklemlenmiş diğer on iki kadınla birleşerek ilerliyor. Yama dediğim yaşamların başladığı ve bittiği yer, Bahar ya da Zümrüt’ün bedeni ve hafızasına doldurdukları. Bütün kadınların ortak özelliği babasız ya da annesiz büyümeleri ve yoksul yerlerde  yaşamaları. Kendilerine ait yaşamlara başkaları tarafından el konulmuş ve düşürülmüş kadınların yaşantılarına tanıklık ediyoruz yazarın sade diliyle. 

İŞKENCE VE BASKI

Bahar’ın anlatımları ile diğer tüm kadınların ona anlattıkları neredeyse bire bir aynıdır. Çocuk denecek yaşta evlendirilen, birinci derece yakınları tarafından istismara uğrayan, satılan kadınların ağır koşullardaki yaşantıları, ellerinden alınan düşleri, umutlarının yok edilmesine tanık olurken, kaybolan ne çok şeyin olduğunu da okumuş oluyoruz. Köle gibi alınıp satılan kadınlar, senetle borçlandırılıp fuhuş batağına sürüklenen kadınlar, çocuk gelinler, çocuk anneler, evlatlarına el konulan kadınlar ve her şeye rağmen sevebilmeye sarılan ve sevebilen kadınlar... Tümü de Bahar’ın ruhuna yerleşmiş ve onun anlatımlarıyla birbirleriyle buluşuyorlar. Romanı okurken yer yer insanın nefesi tükeniyor, zalimliğin sınırlarının bu denli geniş olduğunu anlıyoruz. İşkence ve baskı her yerin vazgeçilmezi. 

Roman kahramanı Bahar’ın anne ve babasının birbirlerine olan aşklarından başlattığı yaşam öyküsü, babasız ve annesiz kalmasıyla birden bire başka yönlere evrilir ve Bahar’ın kahredici yaşam öyküsü bir dönemin ünlü fuhuş merkezi olan Soğukoluk’a kadar uzanır. Soğukoluk Hatay’ın bir zamanlar en gözde eğlence merkeziyken, o eğlence merkezi daha sonraları fuhuş merkezi olur. Ortadoğu’dan ailelerin geldiği ve ünlü otellerin olduğu bu yaylanın zamanla dokusu kaybolur ve kumarhanelerden başlayıp, fuhuş evleriyle dolan bir yer haline gelir. Bahar’ın tanıdığı ve anlattığı insan öykülerinin tamamı ve tanıklıkları bu döneme aittir. 

Bahar’ın yaşamını dinleyen ve notlar alan romanın anlatıcı karakteri, politik bir tutsak olmasına rağmen, politik dilden uzak durarak, sadece anlatıcı kahramanın sözcüklerine sığınır. Yer yer küçük dokunuşlar da yapar. Bahar’ın babası öldükten sonra onlara kol kanat geren Esen’in annesi Ermenidir. Ermeni meslesine ince bir değiniyle adeta olan biteni özetler. Yine politik tutsakların adi suçlara bulaşanların da haklarını koruduklarını yine Songül Budak Aslan’ın sade diliyle okuruz. Hatta Bahar’ın evlendiği insanın Deniz Gezmiş’e olan hayranlığından, doğacak çocuklarının ismini Deniz koymak istediklerini öğreniriz. Romandaki politik dokunuşların tamamı bu kadardır. 

Akıcı ve sade bir dili var Songül Budak Aslan’ın. Bir çırpıda okunan romanı bitirdiğinizde, bir süre dalıp gideceksiniz. Çünkü başka bir dünyaya, başka yaşantılara, onların çaresizliklerine, yalnızlıklarına tanıklık ederken, okuyucu olarak o yaşamlara dokunamamanın ezikliğini yaşayacağınızdan kuşku duymuyorum. Bilinmeyen ve bizden hayli uzak gibi görünen ama bulunduğumuz yerlerden gelişen yaşamlar bunlar. Mahalle baskısının yarattığı korku, gizlemenin yanında, kadın sorununa bir kez daha bakma olanağını gösterir yazar bize. Zalim olan, baskıcı olan aslında içimize yerleşen travmaların sorumlusu olmakla kalmayıp, bütün insanları tutsak alan, düşünmelerini, sorgulamalarını engelleyen ve kader denen alev topunu avucumuza bırakan daha ileri fenalıkların yaratıcısı olarak daha bela taktiklerle yoluna devam eder. 

İÇ HESAPLAŞMALAR

Roman, okuru bir iç hesaplaşmaya götürmenin derdinde. Başka yaşamlarla buluşturma ve bu kadar tesadüf ve örgütlü fenalıkların olabileceğini, bunların sadece filmlerde değil, gerçek yaşamda hem de büyük travmalarla yaşandığını anlatmanın derdinde. Bir ilk roman olmasına rağmen ve aktarımda teknik olarak bazı sıkıntılar olmasına rağmen bir çırpıda okunuyor ve anlatmak istediğini başarılı bir şekilde aktarıyor. Kanımca her isimden bir bölüm olması hem okuma kolaylığı sağlayacak hem de mevcut dağınıklığı gidermiş olacaktı. Ellerine sağlık Songül Budak Arslan’ın. İlk nazar boncuğu bu satırların yazarından ona armağan olsun.