Yapı dayanıklılığına ilişkin sorular: Risk mi, rant mı?

Prof. Dr. Uğurhan AKYÜZ*

6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun 31 Mayıs 2012 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğü girmiştir. Kanunun ilk maddesinde “Bu Kanunun amacı; afet riski altındaki alanlar ile bu alanlar dışındaki riskli yapıların bulunduğu arsa ve arazilerde, fen ve sanat norm ve standartlarına uygun, sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini teşkil etmek üzere iyileştirme, tasfiye ve yenilemelere dair usul ve esasları belirlemektir.” denilmektedir. Buradan da anlaşılacağı üzere kanun esas amaç riskli yapıları tespit etmektir. Peki riskli yapı nedir? Bu da aynı kanununda şöyle tanımlanmaktadır; “Riskli yapı: Riskli alan içinde veya dışında olup ekonomik ömrünü tamamlamış olan ya da yıkılma veya ağır hasar görme riski taşıdığı ilmî ve teknik verilere dayanılarak tespit edilen yapıyı ifade eder” denilmektedir (Madde 2.1.d). Bu kanun çeşitli zamanlarda birçok değişikliğe uğramakla beraber halen geçerlidir.

Kanunda riskli yapı iki şekilde tanımlanmış; ekonomik ömrünü tamamlamış olan, yıkılma veya ağır hasar görme riski olan. Ekonomik ömrünü tamamlamış olmak oldukça muğlak bir tanımdır. Kesin tarihi bilinmemekle birlikte Roma İmparotoru Hadrian (MS117-138) zamanında yapıldığı bilinen Pantheon tapınağının kubbesi donatısız betondandır. Üstelik zemini balçıktır. Roma deprem riski çok yüksek olan bir yer olmamakla birlikte yaklaşık 5 büyüklüğünde birçok deprem, birçok sel felaketi yaşamış olan yapı 1900 yıldır sapasağlam ayaktadır. Bu örnekten anlaşılacağı üzere yapıların taşıyıcı sistemlerinin ekonomik ömürleri olmaz. Depremler elbette yapıların riskini artırır, güçlendirme ihtiyaçlarının ortaya çıkması durumunda güçlendirme/yeniden yapma maliyetleri çalışılır ve en uygun olan yapılır. Ama bunun ekonomik ömürle bir ilişkisi yoktur. Yapıların ekonomik ömrü ancak su tesisatlarının, ısıtma tesisatlarının eskimesi ile ölçülebilir belki.

Gelelim yıkılma veya ağır hasar görme riski olan binaların nasıl tespit edileceğine. 18 Mart 2018 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan “Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği” (TBDY-2018) halen ülkemiz için geçerli olan deprem yönetmeliğidir. 400’e yakın sayfadan ve 17 Bölümden oluşan bu yönetmeliğin 15. Bölümü “Deprem Etkis Altıda Mevcut Bina Sistemlerinin Değerlendiriilmesi ve Güçlendirme Tasarımı İçin Özel Kurlalar”ı içermektedir. Ancak, riskli yapılar Deprem Yönetmeliği’ne göre değil, 6306 sayılı kanunun uygulama yönetmeliği kapsamında 21 Haziran 2019 yılında yayınlanan “Riskli Yapıların Tespit Edilmesine İlişkin Esaslar” (RYTEİE-2019) çerçevesinde belirlenmektedir. 6306 sayılı kanun kapsamında RYTEİE-2019 Madde 1.3’de “Bu Esaslarda verilen yöntemler, bina deprem performans değerlendirmesi ve güçlendirmesi amacıyla kullanılamaz. Bu Esaslarda verilen yöntemlere göre riskli bulunmayan binaların, depreme dayanıklı tasarım esaslarını sağladığı sonucu çıkarılamaz.”, denilmektedir. Burada büyük bir çelişki vardır, yıkılma veya ağır hasar görme riski olan yapıları tespit etmeye çalışacaksınız ve yapı riskli çıkarsa depreme karşı dayanıksız diyeceksiniz, ancak yapı risksiz çıkarsa depreme dayanıklı demeyeceksiniz.

Türkiye Deprem Tehlike Haritası “tdth.afad.gov.tr” internet adresinde herkesin ulaşımına açıktır. Haritada renk kırmızıya yaklaştıkça deprem riskinin yüksek olduğu, beyaza yaklaştıkça deprem riskinin düşük olduğu yerler gösterilmektedir. Haritadan görüleceği gibi, Ankara deprem riskinin nispeten düşük olduğu bir bölgededir. Ancak RYTEİE-2019 yürürlüğe girdikten sonra Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na yapılan başvurularla riskli olup olmadığı tespit edilmesi istenen yapıların yüzde 99’dan fazlası riskli çıkmıştır. Bu oran ne mantıken ne de bilimsel olarak mümkündür. Nitekim 6 Şubat tarihinde üst üste 7’den büyük iki deprem yaşayan eski binaların %99’u yıkılmamıştır. Bu sebepten dolayı 6306 sayılı kanun risk mi, rant mı tartışmalarını beraberinde getirmektedir.

Türkiye maalesef açık bir deprem laboratuvarıdır. “Maalesef” dememiz yaşanan can kayıplarından, ekonomik kayıplardan, sosyolojik ve psikolojik etkilerden dolayıdır. Depremler tıpkı savaşlar gibi insanları onlarca yıl, hatta tüm yaşamları boyunca acı şekilde etkiler. İnşaat Mühendisliği akademik camiası bu açık laboratuvarı akıllı bir şekilde değerlendirmiş ve depreme karşı tasarım, mevcut bina değerlendirmesi, mevcut bina güçlendirmesi yöntemlerini TBDY-2018 ile sunmuştur. Deprem yönetmelikleri, bu risklerin yaşandığı ülkelerde yaklaşık 10 yılda bir yenilenirler. TBDY-2018’de elbet yenilenecektir.

Türkiye açık deprem laboratuvarını, madem elimizde böyle bir şey var, bilimsel şekilde kullanmaya devam etmeliyiz. Depremin etkilediği 11 ilde 6 Şubat’ta 7’den büyük iki deprem atlatan ve gözlemlendiği kadarıyla çatlak dahi almayan yapılar var. Bu yapıları bağımsız bir kurum RYTEİE-2019 çerçevesinde değerlendirebilir. Yıkılan yapılar elbette bir kusurları olduğu için yıkılmıştır. Ayakta kalan, çatlak dahi olmayan yapılar riskli yapı tespit esasları çerçevesinde risksiz çıkarsa RYTEİE-2019’un bir doğrulaması yapılmış olur, risk mi, rant mı tartışmasının da önüne geçilir. Ama ayakta kalan yapılar da riskli çıkarsa o zaman RYTEİE-2019 gerçekten riskli yapıları tespit edecek şekilde yenilenir.

Eğer aklımızı ve bilimin gereklerini kullanmazsak biz bu deprem dersini daha çok tekrar eder ve her seferinde sınıfta kalırız. Ama bu felaketleri aklın ve bilimin ışığında değerlendirir ve bunları bir fırsata çevirirsek deprem dersini geçer ve bundan sonra acılar yaşamayız. Dünyada bunu yapan deprem ülkeleri var, bizde de bunu yapabilecek yeterli sayıda akademisyen, tecrübeli ve ehil inşaat mühendisi var, yeter ki isteyelim.

 * İnşaat Mühendisliği Bölümü

Yapı ve Deprem Mühendisliği Laboratuvarı ODTÜ