Orijinal hikâye, yaratıcının yaratığı ile ilişkisini melankolik ve trajik bir sonla bitiriyor, Çağan Irmak da öyle. Uyarlamaların sonları yeni bir ilişki kurabilmeyi beceremediğimiz takdirde kendimizi bile yok edeceğimizi söylerken metinleri ilginç kılan bu sona varana kadar tartışmanın nasıl yapıldığı da elbette.

Yaratılan dizisi ve Frankenstein cazibesi

Murat TIRPAN / Akademisyen, Sinema Eleştirmeni

İngiliz yazar Mary Shelley tarafından yazılan iki yüz yıllık Frankenstein hikâyesinin tüm tartışması “yaratan yarattığı ile ne yapacak?’” (ya da tam tersi) sorusu etrafında döner. Hem Çağan Irmak’ın yeni dizisi Yaratılan hem de bu aralar Netflix için çekileceği ilan edilen Guillermo Del Toro’nun yeni Frankenstein filmi gösteriyor ki bu soru ve bu hikâye cazibesini hiç yitirmiyor. Nasıl yitirsin ki, mesela son dönemin en önemli tartışma konusu insanoğlunun yarattığı yeni Frankenstein, yapay zekâ ile ne yapacağı değil mi?

Orijinal hikâye, yaratıcının yaratığı ile ilişkisini melankolik ve trajik bir sonla bitiriyor, Çağan Irmak da öyle. Uyarlamaların sonları yeni bir ilişki kurabilmeyi beceremediğimiz takdirde kendimizi bile yok edeceğimizi söylerken metinleri ilginç kılan bu sona varana kadar tartışmanın nasıl yapıldığı da elbette.

Öncelikle romanın yaratıcının yaratığına karşı olan sorumluluğu, yaratığın kendi varoluşu üzerindeki düşünceleri ve yalnızlığı, sonunda da ikisinin de olan bitenin sonuçlarına katlanması gibi derin ahlaki soruları tartıştığını vurgulayalım. Bu yaratıcı-yaratılan ilişkisi dediğim gibi günümüzde sıkça tartıştığımız yapay zekâ ve onunla ne yapacağımız meselesini fena halde anıştırmıyor mu? Slovaj Zizek zamanında orjinal hikâyenin Fransız Devrimi ve onu yaratanların yarattıklarıyla ilişkisini anlattığından dem vurmuştu, ben de diziyi izlerken Osmanlı’da geçen bu hikâyenin ölmüş bir imparatorluğu canlandıranlar ya / ya da yeni bir ülke kuranlar ve bu yarattıklarıyla ne yapacağını bilemeyenler arasında kurulabilecek bir ilişki hakkında düşünmüştüm. Irmak’ın dizisi de özenle bu toplara girmekten kaçınsa da bu bağlamda okunabilirdi. Ama bu politik tartışmayı yapmayı belki de başka bir zamana bırakarak günümüz insanının yarattığı bu yeni yapay mahlûk ve onunla ilişkisi üzerinde konuşmanın daha geçerli olduğunu düşünüyorum.

Bütün o (aslında gayet başarılı) Osmanlı setini unutun, hikâye tamamen yarattığımızla ne yapmalıyız hikâyesidir, onunla yaşamayı nasıl becerebiliriz ya da ondan nasıl kurtulabiliriz.. Yapay zekânın yaratılan varlıktan ne farkı var? Frankenstein’ın ya da İhsan’ın da tıpkı AI gibi dilimizi zamanla öğrendiği düşünülürse bir de. Sonumuz bu ikili gibi trajik mi olacak, birbirimizi yok mu edeceğiz? Frankenstein’ın sonları bu soruya elbette Irmak’ın sevebileceği melankolik finaller vermekte.

Mary Shelley’nin orijinal Frankenstein romanının sonunda, Victor Frankenstein yaratığından intikam almak için onu takip eder. Romanın sonunda, ikisi de Kuzey Kutbu’nda, birbirlerinden ayrılmış şekilde trajik bir sona doğru ilerlerler. Victor ölür ve yaratık, onun ölümünden dolayı pişmanlık duyarak kaybolur. Ancak çoğu film uyarlamalarına bakıldığında, hikâyenin sonu genellikle değişiklik gösterir. Örneğin, 1931 yapımı klasik Frankenstein filminde, yaratık ve yaratıcısı arasındaki çatışma bir rüzgâr değirmeninde son bulur ve yaratık binanın içinde yanarak ölmüş gibi gösterilir. Bu, orijinal romandaki daha karmaşık ve melankolik sona göre oldukça farklı ve nettir. Bride of Frankenstein (1935) adlı devam filminde, yaratık için bir eş yaratılır, ancak eş yaratığı reddeder. Bunun üzerine yaratık, kendisi, yaratıcısı ve eşiyle birlikte laboratuvarı havaya uçurur. Bu son, yaratığın yalnızlık ve umutsuzluk hissini vurgular. Mary Shelley’s Frankenstein (1994) adlı film ise Shelley’nin romanına daha sadık bir uyarlamadır. Film, Victor ve yaratığın Kuzey Kutbu’nda karşılaşmasıyla sona erer. Victor ölür ve yaratık onun cenazesinde duygusal bir konuşma yapar, ardından kendini denize atar.

Sonuçta yaratığın sonu farklı uyarlamalarda değişir. Bazı filmlerde trajik bir figür olarak gösterilir ve ölümüne sebep olanlarla empati kurmamız istenir. Bazılarında ise daha çok korkutucu bir varlık olarak betimlenir ve yıkımı hak etmiş gibi gösterilir. Oysa orijinal hikâye daha çok iki karakter arasındaki ilişkiye odaklanarak ilerler ve biter. Sonunda yazar insanlık, yaratıcılık ve sorumluluk gibi konulara derinlemesine odaklanır. Victor Frankenstein’ın yaratığına karşı sorumluluğunu yerine getirememesi, onun trajedisinin merkezindedir. Yaratık, Victor’dan bir eş istemiş, ancak Victor bunu reddedince yaratık, Victor’un en sevdiklerine zarar vererek intikam almıştır. Romanın sonunda, Victor ölür ve yaratık, pişmanlık ve üzüntüyle onun cesedinin üzerinde ağlar. Yaratık, yalnızlık ve dışlanmışlık hissi içinde kutuplara doğru yol alır ve kendi sonunu hazırlar. Shelley, insanın yaratıcılığının sınırları ve ahlaki sorumlulukları üzerine yoğun bir şekilde düşündürür.

Bütün bu sonlar Blade Runner, Terminatör, Her vb gibi birçok “yaratılan” temalı filmin her şekilde melankolik bitişlere sahip olduğunu hatırlatıyor bize. Yaratılan’ın sonu da, hem Mary Shelley’nin orijinal romanının sonu hem de bazı film uyarlamalarıyla ilginç paralellikler gösteriyor. Bu son, özellikle Shelley’nin eserindeki ve Mary Shelley’s Frankenstein (1994) film uyarlamasındaki sonlarla benzer yönler taşıyor. Her iki durumda da, yaratık ve yaratıcısı trajik bir sona doğru sürükleniyorlar.

Shelley’nin romanında, Victor’un ölümü ve yaratığın pişmanlıkla son yolculuğuna çıkması, yaratıcılığın ahlaki sorumlulukları ve yaratılanın yalnızlığı üzerine yoğun bir vurgu yapar. Yaratılan’ın sonunda da, yaratık, yaratıcısını normal hayatından kopararak, ikisinin de donarak ölmesine sebep olur. Bu, yaratıcı-yaratık ilişkisindeki kopuşun, her ikisi için de yıkıcı sonuçlar doğurabileceğine dair güçlü bir mesaj vermektedir. Ahlaki açıdan bakıldığında, sorumluluk, pişmanlık ve yalnızlık temalarını işleyen bu son daha çok yaratık ve yaratıcının kaderlerinin iç içe geçmişliğine ve trajedisine odaklanır. Bu açıdan bakıldığında, romanın orijinal ruhuna sadık kalındığını söylemek çok mümkün.

Ancak Irmak’ın filmi bu trajik sona doğru ilerlerken karakterlerin ilişkileri ve özellikle doktorun yarattığına karşı hissettiği sorumluluk, dehşet, korku ve endişe gibi kavramı yeterince tartışamıyor. Mesela bahsettiğimiz birçok bilimkurgu örneğindeki gibi sofistike bir tartışma ile sona ulaşmıyor. Dizinin tüm set ve plastik işçiliğindeki, görsel tasarımındaki özen burada ne yazık ki eksik. Sanki Irmak çok sevdiği melodram-melankoli temasına en çok yakışacak şeyin yani finalin çekiciliğine kapılıp bu ilişkiyi daha da deşecek bölümler çekmemiş. Başlangıç ve final arası bölümler bu konuda çok şey vaat etmeyen kısımlar. Bu dizinin kötü olduğu anlamına gelmiyor elbette, gayet izlenebilir bir iş, ama iyi bir fırsatı kaçırdığı anlamına geliyor. Amacım diziyi incelemek olsaydı birçok olumlu yanından bahsedebilirdim, ben burada bu önemli tartışmanın doyurucu olmamasının hayal kırıklığını yaşıyorum sadece.

Günümüzde, teknoloji ve yapay zekâ gibi alanlarda hızla ilerliyoruz. Frankenstein hikayesi, bu tür bir yaratıcılığın etik ve ahlaki sorumluluklarını sorgulamamızı sağlayabilir. Teknolojinin hızlı gelişimi, bize Victor Frankenstein’ın yaratığına karşı olan sorumluluklarından kaçışının sonuçlarını hatırlatabilir. Ayrıca, Frankenstein’ın sonları genellikle doğa ile insan yapımı yaratıklar arasındaki çatışmayı betimler. Günümüzde, teknolojinin doğal dünyayı nasıl etkilediği ve bu etkileşimin sonuçları üzerine düşünmek, bu hikâyenin sonlarından çıkarılabilecek önemli bir tema olabilir.
Frankenstein’ın, orijinal eserin karmaşık temasını farklı yollarla yorumlamak bildiğimiz üzere son derece zengin olanaklar yaratır. Hâlâ Frankenstein yaratmaya devam ediyor ve hâlâ onunla ne yapacağımızı bilemiyoruz. Bazen kaçıyor, dehşete düşüyor bazense onunla savaşıyoruz. Eğer doğru tartışmazsak kim bilir, sonumuz Victor gibi olabilir.