Yarın diye bir şey var
Hukukun ortadan kaldırıldığı, asgari demokratik kurulların yok edildiği, insan haklarının sadece muhafazakâr seçmen tabanının giyinme, ibadet etme, dilediği şekilde bir başkasının hayatına müdahale etme hakkı olarak algılandığı bu kapkaranlık günlerin, kendileri dahil hiç kimseye faydası olmayacak
ULAŞ AYDIN - Psikolojik Danışman - @UlasAydin
Eren’i yaz sıcağının tam ortasında Bodrum’da tanıdım. Behçet Aysan’ın kızıydı o, ve bu ülkeye acı yüklü bir hatıranın mirasıydı. Güler yüzü, sıcak kanlılığı, eşsiz bir sabırla karşısındakini dinleyişi, tevazuyla Bodrum’dan Bozcaada’ya kadar eşlik etti bize. Eren bir yazardı, bir şairdi tıpkı babası gibi.
Kar altında geçen soğuk Kars gecelerinde;
kar yağıyor dışarda,
sokak lambasına düşüyor
ve serçeler üşüyor
…
dizeleriyle beklerdik gecenin güne kavuşmasını dost sofralarında, rakı masalarında. Şair babası Behçet Aysan’ın dizeleriydi bunlar. Babasını Sivas’ın vahşetinde katlettiler. Babasını katleden gerici zihniyet, geldi biricik kızını da buldu sonunda. Eren Aysan, FETÖ ile mücadele gerekçesiyle çıkartılan OHAL kapsamında Devlet Tiyatroları’ndaki görevinden KHK ile açığa alındı. Babasını vahşi bir terör eyleminde yitirmiş bir yazara, bir şaire, bir tiyatro emekçisine açık açık terörist muamelesi yaptılar. Darbe girişiminde bulunan teröristlerden ibaret bir cemaate ne istedilerse verenler Eren’i terörizmle yan yana getirmeye cesaret etti. Şu ülkenin geldiği hale bakın… Bütün ülkeye göz göre göre aptal muamelesi yapıyorlar. Devlete egemen olmanın verdiği aşırı özgüvenle tüm rasyonel akıl kırıntılarını yitirmiş bir biçimde muhaliflere saldırıyorlar. Devleti kendi tekellerinde sanıyorlar, devlet kendilerine tapulanmış gibi hareket ediyorlar. Yaptıkları her hukuksuzluk bumerang gibi dönüp kendilerini vuracak, farkında bile değiller. Ülkeyi gerdikçe geriyorlar, sıktıkça sıkıyorlar. Kürt-Türk, Alevi-Sünni ekseninde tüm dinamiklerini kaşıyorlar, tüm dinamikleri üzerinde alenen tepiniyorlar. Sanki ülkeye hükümet etmiyorlar da ülkeyi bir varlık yokluk savaşına sürükleyip kendilerinden olmayan herkesi yok etmek istiyor gibiler.
Yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen ortakları tarafından darbe girişimi gerçekleştirildi, 241 insan yaşamını yitirdi, 2000 insan yaralandı ama onlar bunun faturasını solculara kesti. Darbe girişiminden bugüne çıkartılan KHK 2056 KESK üyesi ihraç edildi. Bunların 826’sı Eğitim Sen üyesi eğitim emekçileri olurken, 531’i de sağlık emekçisi oldu. Şehir tiyatrolarından muhalif tiyatrocular işinden edildi, Burdur Cezaevi’nde bir kolu koparılıp köpeklere atılan Veli Saçılık kış ortasında işsiz bırakıldı, oğlu ve eşi öldürülmüş geride kalan çocuklarına bakmak için çalışan Uğur Kaymaz’ın annesi bile çalıştığı belediyeden tek kalemde KHK ile ihraç edildi. Büyük ve derinden gelen bir toplumsal infialin hemen öncesindeyiz artık. İnsan açlıkla sınanıp yaşarken ölüme terk edilmek isteniyor. Sadece yandaş olduğu için paye dağıtılan liyakatsız, niteliksiz kişiler tarafından darbe girişimi fırsata çevrildi. Sevmedikleri, hoşlanmadıkları, husumet içerisinde oldukları kamu çalışanlarını alenen devletin ihraç mekanizmasına ihbar ettiler. Canlı yayınlarda bağıra çağıra devlet adına tehditler savuran küçük kimseleri saymıyorum bile.
Sistem alenen kilitlendi. Devlet, devlet olmaktan çıktı ve tüm kuralları ile kurumlarını muhalefeti yok etmek, iktidarı ebedi ve ezeli bir biçimde var etmek üzerine yeniden kurgulandı. Bu gidiş gidiş değil elbette, Abdülhamit dönemini yaşıyoruz ülkece. Ağır bir baskı rejimi kurulmuş, ifadelerle ve basın hürriyeti ayaklar altına alınmış, muhalif olduğunu kendileri dahil herkesin çok iyi bildiği dernekler kapatılmış, gazeteciler tutuklanmış, cezaevlerinde ağır bir tecrit işkencesi uygulamaya konulmuş, kitaplar ve mektuplar bile yasaklanmış vaziyette.
Genco Erkal’ın, Levent Üzümcü’nün oyununu, Zeytinli Rock Festivali’ni yasaklayan iktidarın kamu görevlileri, bu cümlede geçen “iktidarın kamu görevlileri” tanımlamasının ne denli sorunlu olduğunu elbet bir gün öğreneceklerdir. Kamu adına, kamu için faaliyet yürütenler sırtlarını iktidara, oklarını muhalefete yönlendirmenin hukuk zemininde bir bedeli olacağını mutlaka hesap edeceklerdir. Sanata vurdukları bu OHAL darbesinin, demokrasi ve insan hakları açısından olduğu kadar sosyal yaşam, gündelik hayat, kültürel düzey açısından da ciddi tahribatlara neden olacağını geç de olsa fark edeceklerdir. Devlet aygıtını hesaplaşma aleti olarak kullanmanın bu ülkeye yapılabilecek en büyük kötülük olduğunu artık ilkokullara kadar inen kutuplaşma ve ayrışmayla yüzleştiklerinde anlayacaklardır. Sorun şu ki o zaman geldiğinde pişmanlıklarını dinleyebilecekleri bir kişi bile bulabilecekler midir acaba? Hiç sanmıyorum. Sadece iktidara muhalif olduğu için yurttaşlarına düşman ceza hukuku uygulayan bu irrosyanel akıl, memleket üzerindeki ölü toprağı serpildiği gün, tüm gerçeklerle tek tek yüzleşecektir.
Hukukun ortadan kaldırıldığı, asgari demokratik kurulların yok edildiği, insan haklarının sadece muhafazakâr seçmen tabanının giyinme, ibadet etme, dilediği şekilde bir başkasının hayatına müdahale etme hakkı olarak algılandığı bu kapkaranlık günlerin kendileri dahil hiç kimseye faydası olmayacak. Açılan bu hukuksuzluk koridorunun sonu yok. 70 yaşında dilbilimci Necmiye Alpay’dan, dünyaca ünlü yazar Aslı Erdoğan’dan, Veli Saçılık’tan, Candan Badem’den, Cumhuriyet gazetesi yazarlarından, Eğitim Sen’li öğretmenlerden, KESK’li memurlardan ve elbette Eren Aysan’dan çıkartılmaya çalışılan bu öfkenin varacağı yer toplumun en geniş kesimlerinde süreklileşmiş ve sessiz bir öfke birikimi olacak, en sonunda da bu öfke patlayacak. Yeni Türkiye, şort giydiği için otobüste, hamile olduğu için parkta saldırıya uğrayan kadınların öfkesini biriktiriyor. Dini vakıf ve derneklerin yurtlarında istismar edilen, yakılarak öldürülen çocukların öfkesini biriktiriyor. Madenlerde, inşaatlarda fıtrat kabul ettirmeye çalıştıkları iş cinayetleriyle katlettikleri emekçilerin öfkesini biriktiriyor. Yalnızca muhalif olduğu için, solcu olduğu için, ilerici olduğu için açığa alınan, ihraç edilen, çocuğuna bir lokma ekmek parası bulamayacak hale getirilen kamu emekçilerinin öfkelerini biriktiriyor. Vatandaşla devleti arasında derin ve kırılgan bir öfke fayı oluşturuluyor. İnsanı insan olmaktan kaynaklı bütün haklarından azade makina yerine koyan bu faşizmin gideceği yer bu fayın kırılması olacaktır.
İktidar partisi mensuplarının mevcut tablodan memnun olduğunu düşünebiliriz, zira bu gerilim üzerinden iktidarını tahkim etmeyi amaç edinmiş vaziyette görünüyorlar. Lakin yaratılan bu korkunç atmosferin ülkeyi bir girdabın içine mahkum edeceğini ve sonuçlarının çok ağır olacağını -kaldıysa eğer- sağduyu sahibi kamu yöneticileri görmeli. Devlet kenti yurttaşlarına karşı bu denli öfkeyle hareket etmez, etmemeli. Devlet, zor aygıtlarının birilerinin hesaplaşma aracı olarak kullanılmasına müsaade etmez, etmemeli. Devlet kadife eldiven giymiş bir demir yumruk gibi hukuku silah olarak kullanmaz, kullanmamalı. Bu durum ülke ile yurttaş arasındaki bağı zayıflatır, aidiyet ilişkisini ortadan kaldırır. En kötü senaryolardan birisi budur. Ortak vatanda, barış içerisinde bir arada yaşama iradesinin yok edildiği bir atmosferde ülke her türlü tehdide açık hale gelir. Türkiye Cumhuriyeti sınırları masa başlarında cetvelle çizilerek kurulmuş bir ülke değil. Türkiye Cumhuriyeti İsmail Saymaz’ın muhteşem deyimiyle Selanikli yetimlerin yoksul Anadolu halkını bucak bucak örgütlemesiyle, o örgütlülüğü askeri bir direnişe çevirmesiyle, yıkımların, savaşların, sancıların ertesinde kurulmuş bir ülke. Bu ülkenin rejimi bu mücadelenin ardından ilan edilmiş. Laiklik bu kavganın sonunda kazanılmış. “Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesidir” sözü bu bedelin ardından Mustafa Kemal tarafından söylenmiş. Kolay değil öyle iki satır yazıyla bu memleketin değer üreten aydınlarını, yazarlarını, gazetecilerini tutuklamak; akademisyenlerini işten atmak, şairlerini açığa alıp yoksulluğa mahkûm edip açlıkla tehdit etmek. Ortada 14 yıllık bir iktidar varsa, 93 yıllık Cumhuriyet, 150 yıllık aydınlanma tarihi var.
Sonsöz niyetine;
Eren Aysan’ın açığa alınmasında iktidarın bu kör faşizmi kadar; iktidardan rol kapan kamu yöneticilerinin kişisel husumetleri olduğu da görülüyor. Güç zehirlenmesine uğramış bu kimselerin, tüm haksız, hukuksuz uygulamaları hukuk devleti yeniden tahkim edildiğinde kendilerine döneceğinden hiç şüpheleri olmasın. Türkiye’yi çiftlikleri gibi gören, devleti intikam aracına dönüştürenlerden, kirpiğine gözyaşı düşmüş herkes için ayrı ayrı yargı önünde hesap sorulur. Bu memleketin barış içerisinde bir arada yaşama iradesine, elinde devlet sopasıyla kimsenin saldırmaya hakkı yok. Yarın diye bir şey var, dost da düşman da bunu böyle bile.