Salgın sonrasında başka bir dünya, kendileri de ya işçi olan ya da emek piyasasına katılmak için eğitim gören gençlerin dinamik, yaratıcı ve üretken gücüyle kurulacak. Sadece yaratıcı güçleri değil, gelecekleri konusunda haklı kaygılar duyan genç insanları er ya da geç önemsetecek olan “hayalleri ve inatları”dır başka bir dünyayı kuracak olan. Bu, ne basit bir temenni ne de bir iyi niyet beyanı.

Yarının sözünü gençlik söyleyecek: Hayaliyle, inadıyla!

Gamze Yücesan Özdemir

Salgın sürecinde toplumun geniş kesimleri kendilerini güvensiz ve korumasız hissetti. Bu süreçte gün yüzüne çıkan eşitsizlikler gençlere de “Merhaba” dediler, “Madem yarınlar sizin, buradan başlayın.” Ve hemen eklediler: “Geleceğiniz mi vardı? Onu salgın aldı…”

Genç kuşakların karşılaştığı umarsızlığı gözlemleyebileceğimiz çok alan var: Sokağa çıkma yasağı konduğu halde çalışan emekçi gençler, internet ve bilgisayar imkânlarına sahip olmadan uzaktan eğitime erişmeye çabalayan yoksul gençler, güvencesiz ve geleceksiz çalışma koşullarında salgında işsiz kalan gençler…

Umarsızlık örnekleri içerisinde en vurucu olanlardan biri de 4 Mayıs akşamıydı. Hayatlarının en güzel ve heyecanlı döneminde evlere kapanmak zorunda kalanlara, birlikte olmanın enerjisini üretebilecekleri dönemde yalnız olmak zorunda kalanlara, bir de onların analarına, babalarına, sevenlerine, arayanlarına, “Üniversite sınavını ertelemiştik temmuz sonuna, şimdi bir ay öne çekiyoruz” dediler. Ve hemen eklediler: “Geleceğiniz mi vardı? Onu salgın aldı…” Salgının yarattığı koşullarda eski sorular oldukları gibi, bütün şiddetleriyle yerinde dururken, yarınlar bir sürü yeni sorular içeriyordu. Sınav takvimlerindeki değişikliklerle gençler fikirlerinin önemsenmediğini idrak etmek durumunda kalıverdiler.

“Fikirleri ne zaman önemsenir?” sorusuna cevap olarak “Aşırı tüketime dayalı, emek gücünün salt maliyet kalemine dönüştüğü, rekabetin her alanı kapsadığı, rekabet edemeyenlerin kenara atıldığı günümüz kapitalizminin çarkları kırıldığında” denebilir. Salgının da sebebi budur, değil midir? Neoliberalizm, onun küreselleşmiş sermaye ilişkileri, örgütlenmesi, kurumları ve piyasaları geleceğe, yarınlara ve dolayısıyla gençliğe düşmandır. İşte tam da bu noktada, salgın sonrası başka bir dünya istiyorsak, bu sözü söyleyecek ve bu söz için eyleyecek olan gençlerdir, gençliğin önemsenme mücadelesidir.

Salgın sonrasında başka bir dünya, kendileri de ya işçi olan ya da emek piyasasına katılmak için eğitim gören gençlerin dinamik, yaratıcı ve üretken gücüyle kurulacak. Sadece yaratıcı güçleri değil, gelecekleri konusunda haklı kaygılar duyan genç insanları er ya da geç önemsetecek olan “hayalleri ve inatları”dır başka bir dünyayı kuracak olan. Bu, ne basit bir temenni ne de bir iyi niyet beyanı. Bunun çok ötesinde, temelleri sağlam bir beklenti.

Çünkü gençlik üretken ve yaratıcı güçtür. Bu üretkenliği ve yaratıcılığı öldüren geleceksizlik ve güvencesizliğe karşı gençlik mücadelesi belirleyici olacaktır. Bugün eğitim imkânlarına ulaşmak çoğu genç için oldukça zor. Üniversiteye gidebilenleri ise büyük bir işsizlik bekliyor. İş bulabilenler ise sermayeye ve ağır çalışma koşullarına teslim oluyor. Tersanelerde, madenlerde gençler iş cinayetleriyle karşı karşıyalar. Eğitimi erken yaşta bırakanlar var. Erken yaşta kentlerde çalışmaya başlayanlar, mevsimlik tarım işçisi olarak okula hiç gitmemiş ya da okulu terk etmek zorunda kalmış olanlar var. Gençler üretkenliklerinin ve yaratıcı güçlerinin ellerinden alınmasına izin vermeyecektir.. Yarının Türkiye’sinde gençler kendilerini geliştirebilecekleri bir eğitim ve çalışma yaşamı talebini yükseltecekler.

Çünkü gençlik harekettir. Gençlik sürekli devinir ve yarını kurmak için hareketlidir, ateşlidir. Bugün salgınla birlikte gençlerin direnme kararlılığını çalmak istiyorlar. İtaatkâr, boyun eğen, renksiz, yılgın ve solgun bir gençlik yaratmaya çabalıyorlar. Tüm bunlara karşı gençliğin diliyle söyleyelim: #direngençlik. Sınav sürecinde deneyimledikleri belirsizliğe ve önemsenmemeye karşı da şöyle yükselttiler seslerini: #gelecekbizizgideceksizsiniz.

Çünkü, gençlik devrimci romantizmdir. Devrimci romantizm hayalperverliği, insana olan inancı ve en önemlisi hesapsızlığı devrimcilikle birlikte düşünmektir. İsyan ile devrimi, hayal ile inadı birleştirmektir. Duygusal ve naif olabildiği kadar öfkeli ve hiddetlidir de. “Mümkün”ün sınırlarını zorlar. Hayatı tadı tuzu kaçmış olarak yaşamaz. Büyülüdür, neşelidir. Gençleri başka hangi özellikler ve sıfatlar tanımlayabilir? Ve salgın sonrasının ülkesini başka hangi nitelikler kurabilir?

Çünkü gençlik memlekettir. Gençlik dünden bugüne bu topraklarda bir memleket düşünü var etmek için halkıyla, insanlarıyla birlikte bir mücadele örmüştür.

Onların bu memleket düşüyle kurulacak yarınlar. Yarını anlamak için gençlerin özgürlük mücadelelerinde ve devrimci anlarda yer alışına bakmak yeterlidir.

Tarihimiz böyle deneyimlerle örülüdür: Emperyalistlere karşı bağımsızlık mücadelesinde en önde olanlar, baskıcı iktidarlar karşısında ayağa kalkanlar, halkının özgürlüğü ve ülkesinin bağımsızlığı uğruna darağacına giden fidanlar… Emek mücadelesinde saf tutan, ‘80 koşullarında özgürlük mücadelesi veren, Haziran’da sokağa duran, gericiliğe sırtını dönenler… Deniz’lerin anmasında kaldırdıkları pankarttaki şu sözler yarınları kuracak: “Sayenizde Gençlik Hiç Aldanmadı.”

Gençliğin ve memleketin birlikteliğini 19 Mayıs ile selamlayalım. 101. yılında. 19 Mayıs 1919’da başlayan anti-emperyalist, bağımsız bir ülke mücadelesi, salgın sonrasını düşünürken çok daha anlamlıdır. Çünkü salgın ve bu süreçte yaşananlar, memleketin durumunu ve ihtiyaçlarını çok daha net bir şekilde gözler önüne serdi. Nazım Hikmet’in yeni bir ülkenin kuruluşunu anlattığı Kuvayi Milliye Destanı’nın efsane dizelerini hatırlayalım: “Ve kahreden yaratan ki onlardır, destanımızda yalnız onların maceraları vardır.” Büyük ustaya saygıyla bitirelim: Ve gençlik ki hayalin, inadın sahibidir…