Sanırım darbe sonrası ilk öğrenci derneği yine yoğun baskılara, kampüs içinde aşağı yukarı otomatik tüfekle dolaşılan, okul içinde karakol barındıran bir yer olmasına rağmen yine ODTÜ’de 1985’te kuruldu.

Yasakçı zihniyet beni oyuncu yaptı
Fotoğraf: BirGün

Cengiz BOZKURT*

Bu yazımda size ODTÜ Rektörlüğü’nün yasakçı zihniyetinin 38 yıl önce beni nasıl oyuncu yaptığını açıklayacağım, çoğu yaşamıyordur ama yine de kendilerine müteşekkir olduğumu bildiriyorum. 

Ben ODTÜ Fizik bölümüne 1984 yılında kaydoldum. İlk olarak 1984-85 yılında İngilizce Hazırlık sınıfına alındım. Derslerimiz çok yoğundu. Her hafta testler, sınavlar, quizler eksik olmuyordu. Girdiğimde 1980 darbesinin üzerinden yalnızca 4 yıl geçmiş hem Türkiye’nin her yanında tabii ki Ankara’da ve Devrimci mirasıyla bilinen okulda da hâlâ etkisini ezici şekilde operasyonlar, tutuklamalar, gözaltılar aracılığı ile hissettiriyordu. Ankara Atatürk Lisesi’ni 1981’de bitirmiş, önce Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik bölümüne girmiş orada okuyamayıp, sınava tekrar girmiş ve ODTÜ’yü kazanmıştım. Liseden, küçük yaşlardan Türkiye’nin en kitlesel sosyalist yapılanması Devrimci-Yol hareketi içinde şekillenmiş bir siyasi duruşum vardı. Sanırım darbe sonrası ilk öğrenci derneği yine yoğun baskılara, kampüs içinde aşağı yukarı otomatik tüfekle dolaşılan, okul içinde karakol barındıran bir yer olmasına rağmen yine ODTÜ’de 1985’te kuruldu. Biz hemen fişleneceğimizi bile bile üye olduk. Okul nüfusu sanırım 18 binler civarındaydı ve dernek kurulur kurulmaz 600’ün üstünde öğrenci hemen üye oldu. Bilen bilir o günün şartlarında hele bir de “mimli okulda” bayağı cesaret gerektiren iyi bir rakamdı. 1980 darbesi öncesi ODTÜ ÖTK (Öğrenci Temsilcileri Konseyi) katılımcı demokrasi anlayışıyla sonraki yıllarda öğrenci derneklerine model teşkil edecek kadar temsiliyet seviyesi yüksek, son derece başarılı bir yapıydı. 

Biraz uzun bir giriş gibi oldu ama dönemin siyasi ortamını size özetlemek zorundaydım. Kıssadan hisse ben aktif halde olan iki topluluğun faaliyetlerine katılmak için başvurdum. ODTÜ Oyuncuları’nın ilanını gördüm ve topluluğa katılmak isteyen yeni arkadaşlar şu gün şu saatte topluluğun barakalardaki mekânına gelsin diye. Gittim, 120 kişi, nerdeyse yarısı yeni katılanlardı. Halıyla kaplanmış yere oturduk, kendimizi tanıttık vs. Sonrasında Çavuş Musgrave’in Dansı adlı oyun çalışılmaya başlandı ve yeniler kısa sürelerle de olsa denendi. Bana da siperde bekleyen asker düştü. Oynadım bir kaç dakika, oynadığımı düşünüyorum. Topluluğun en kıdemlisi Yücel Çelikler hocamızdı. Sanırım ertesi gün rol dağılımını açıkladı. İnanamadım benim yerime başkasını almıştı. Hemen gittim karşısına sebepsiz bir cüretle “sen beni böyle birkaç dakikayla denediğini sanıyorsun ama ben sana gelip bu rolün nasıl oynanacağını bir daha göstereceğim” filan gibi bir şeyler söyledim. Bıyık altından güldü, “tamam bekliyorum” dedi. Provalar başladı ve ben moral bozukluğuyla gitmekten de vazgeçtim topluluğun mekânına.

Fotoğraf: BirGün

Bir hafta sonra ODTÜ Rektörlüğü’nün “Marksizm propagandası yapılıyor” gerekçesiyle ODTÜ Oyuncuları’nın kampüs içindeki tüm faaliyetlerini durdurduğunu ve barakalardaki mekânını kapattığını duydum. Ondan 10 gün kadar sonrada Yücel’le Konur Sokak’ta tesadüfen karşılaştık ve bana yine müstehzi bi ifadeyle “hani gelip gösterecektin nasıl oynanır, ne oldu” dedi. Ben de “ee topluluk kapanmış, neyi nerde göstereceğim” dediğimde, Metropol Sineması kompleksi içinde “Metropol Oyuncuları”nı kurduklarını, kampüsten şehre inerek Fransız devrimini anlatan Marat Sade adlı Peter Weiss’in oyunu çalıştıklarını, dört Fransız soytarısı olduğunu birisini benim oynayabileceğimi söyledi. Havalara uçtum ve sahne üstündeki ilk oyunuma koşa koşa gittim. Sonrası malum hikâye, sahne tozu yutma ve hepinizin bildiği oyunculuk ateşiyle her şeyi yakıp, geride bırakıp günümüze kadar gelen 38 yıllık oyunculuk kariyerim. Her şey rektörlük sayesinde oldu.

1987 yılında kampüsümüze geri döndük ve yıllar sonra ODTÜ Tiyatro Şenliği’ni düzenledik. Yine aynı yılın 1 Mayıs 1989 gösterilerinde ise, İstanbul’da, 17 yaşındaki işçi Mehmet Akif Dalcı dahil üç silahsız, savunmasız insan katledilmişti. Onun kampüs içindeki korsan protesto gösterisine katılıp topluluğumuzun yeni mekânı Mimarlık Anfisine geri dönerken yolda “abi derdi ne bu insanların ya” diye bir soru, “ne bileyim oğlum, rahat bir taraflarına batıyo işte” diye bir cevap duydum. Okula dışardaki hayattan, baskıdan bihaber bizim gibi sağdan soldan politize olmamış sayısız apolitik genç girmiş ama baskılar durmak bilmemişti. Darbenin retoriği “huzur ve güven”di. Bunları tesis ettiklerine iddia ediyorlardı ama on binlerce insan hâlâ cezaevlerinde tutuklu halde inanılmaz koşullarda yatmaya devam ediyordu. Bunu protesto etmeliydim. Tek başıma boynuma yafta asıp, üzerine “huzuru kendi huzurum, güvenliği de kendi güvenliğim sandım” yazdım ve 2,5 saat boyunca yemekhanenin hemen altındaki duvarın üstünde kımıldamadan bekledim. Topluluktan arkadaşlarım ellerimi ve gözümü bağladığım siyah çaputun bir parçası yapıştırılmış yaka kartlarını isteyenlerin yakalarına iğneliyorlardı. “Huzurluyum, güvendeyim” yazıyordu kartlarda. Hazırladığımız 500’e yakın kart bir çırpıda bitmiş, 2,5 saatin sonunda duvarın üstünden inmeye karar verdiğimde dizlerim kilitlenmiş uzun bir süre açamamıştık.

Ben 6 yıllık güzel ve yoğun kampüs hayatım boyunca 3 topluluğun faaliyetlerine aktif katıldım. ODTÜ Oyuncuları, ODTÜ Dağcılık ve Kış Sporları Topluluğu ve ODTÜ Sualtı Topluğu (SAT). Kamplara katılıp ömür boyu süren dostluklar edindim. Öğrenci iradesine karşı duran yasakçı zihniyet zaman içinde kaybolur gider diye düşünürken nerdeyse tam 40 yıl sonra varlığını sürdürmeye çalışıyormuş. Geçen okuduğum bir haberde ODTÜ Rektörlüğü ODTÜ Oyuncuları, Dağcılık ve Kış Sporları Topluluğu dahil 17 öğrenci topluluğunun faaliyetini yasaklamış. Her şey yeniden gözümün önünden aktı, gitti. Aynı benim örneğimde olduğu gibi kim bilir ne olumlu gelişmelere vesile olmuşlardır, haberleri bile yoktur. Yasakçı, baskıcı zihniyet 40 yıl önceki gibi hâlâ işbaşındaysa ona karşı duran demokratik, katılımcı öğrenci iradesi de 40 yıl sonra yine aynı kampüste. Ne yaparsanız yapın bir türlü kökünü kazıyamadınız, kazıyamayacaksınız; bu da size dert olsun. Bilmeden de olsa bana oyunculuğun kapılarını açtığınız için hassaten minnettarım. Hayatıma renk kattınız. 

Baskıya, yağmaya ve terk edilmeye yaşamla karşılık veririz. - Gabriel Garcia Marquez

*Oyuncu.