Her gün bir işsizliğe uyanmak yeniden... Edirne'de bir Roman o

Her gün bir işsizliğe uyanmak yeniden... Edirne'de bir Roman olmak ve belediye başkanının karşısına çıkıp "Hırsızlık yapıyorum, bana bir iş verin çalmayayım, ellerinizden öpeyim" demek... Kamuda çalışan emeklilerin maaşlarının kesilmesi için yasa çıkarıp, kendisi çifte maaş alan bir başbakan tarafından yönetilmek... "Eziliyoruz, ötekileştiriliyoruz" diyen Diyarbakırlıların, futbol sahasında bir başka "öteki"ni, ekmeğini Konya'da arayan siyah futbolcuyu tekmelediğini izlemek, İspanya'da ırkçıların maymun sesleriyle protesto ettiği bir başka siyah futbolcuya burada "yılın sporcusu" ödülü vermek... 'Babam ve Oğlum'un gördüğü ilgiyle mutlu, umutlu olmak ve Ağca'nın çıkıp girmesiyle, Hamas'ın gelip gitmesiyle yatıp kalkmak günlerce... Bir çiftçinin, protesto ettiği başbakandan iki gün sonra özür dilemesine, ardından kaçırılıp tehdit edildiği için öyle davrandığını söylemesine tanıklık etmek... "Abi, yeter artık! Seni taşıyamıyoruz" diyen mektuplara karşın, bir bakanın ipe hâlâ unakıt-masına şaşıramamak... Hürriyet'in övgüyle emekliye ayırdığı Vali Kemal Yazıcıoğlu'nun, "DAL olarak bilinen... çok sayıda gencin hayatını işkence sonucu yitirdiği" yerden sorumlu olduğunu Sabah'taki bir köşe yazısıyla anımsamak... İşte böyle bir şey, Türkiye'de yaşamak!

Böyle bir şey olunca yaşamak, doğal tabii bunalmak. Basıp gitmeyi arzulamak şiddetle. Başka diyarları, başka hayatları özlemek... Doğaldan da öte, kaçınılmaz belki. Biraz da bundan olsa gerek, önceki günkü "Bisikletle Gelen Adam" yazısına gelen tepkiler.

İstanbul'da vapurdan aradı Kemal, "Bizi alıp bambaşka hayatlara götürdün" diyerek. Yaşar Hanım, "Ne ilginç dostluklarınız var" dedi. Kadir Cangızbay hocam, belediyenin yolların içine ettiğini, Ankara'da bisiklete, motosiklete binmenin tehlike demek olduğunu anlattı. Nahide, bir keşif gezisinde Mikael'e çıraklık yapıp yapamayacağını sordu.

Veee... Bisikletsever okurumuz İsmail Demi-ray, Edirne'den yazıp Meriç Nehri kenarında bira ve fıstık eşliğinde güneşin batışını seyretmeye davet etti, "Yazınız beni ve benim gibi bisik-letseverleri fazlasıyla mutlu etti" diyerek.

"Trakya'yı, Bodrum'a kadar Ege'yi, orta kısmında küçük bir yer haricinde boydan boya Karadeniz'i gezdim basit fakat emektar bisikletimle. Güneşin doğuşunu seyrettiğim dağlardan ine çıka, akşam güneşin batışını denizin üzerinden seyrettim... Söke ovasında, çocuklarına değil ayakkabı lastik bile alamayan Güneydoğulu pamuk işçilerinden yufka ekmeği isteyince, birçoğu aynı anda ikramda bulundu... Gezdiğim yerlerde karşılaştığım insanlarla derin bir sohbete dalınca ne güzel bir yakınlık doğuyor... 42 yaşındayım. Üç yıldan beri bisikletimle geziyorum. Arkadaş bulamadığım için şimdilik tek başıma. Önümüzdeki yıllarda karış karış memleketimizi gezmeyi düşünüyorum. Gezmenin, görmenin, hissetmenin en iyi yolu yürüyerek ve bisikletle gezmektir. Eminim gelecek yıllarda birçok insan bisikletle gezecek memleketimizi."

Dışarda müthiş bir rüzgâr var. Kimbilir, belki biraz dağıtır memleketin sıkıcı havasını. Hem, bakın, bahar da uç verdi. Doğa delirtmeye başladı kanlarımızı. Ankara'da hayvanat bahçesinin ayıları kış uykusundan uyanıp güneşe atmışlar kendilerini, Antalya kırlarında çiçekleri dolaşmaya başlamış arılar.

Vallahi, dolaşmak lazım İsmail kardeş! Bisiklet ya da at sırtında, yürüyerek ya da yatağı içinde eski bir kamyonetle benim gibi... Memleketi, hatta bütün memleketleri dolaşmak, dolaşıp başka hayatlara dokunmak lazım. Mikael gibi, gidip Patagonya, Sibirya yerlilerini tanımak, Massailerle yiyip içmek, Roman çadırlarına konuk olmak lazım. Korkmadan dokunmak lazım insanlara.

İster Arap ister Danimarkalı, ister Türk ister Kürt, ister siyah ister sarı olsunlar bütün insanların sıcak olduğunu öğrenmek için dokunmak gerek başka hayatlara. Yaşamak insan sıcaklığını aramaktır bence. "Bir orman gibi kardeşçesi-ne yaşamak" ancak başka hayatlara dokunarak mümkün belki. Yaşamak, zaten biraz da başka hayatlara dokunabilmek demek, değil mi?