Çoğu zaman görmezden gelinen ve olağan karşılanan ve yok sayılan şiddet biçimleri ve ayrımcılıkla mücadeleyi de önüne koyan bir sözleşme İstanbul Sözleşmesi.

Yaşamak için mücadele
Fotoğraf: Depo Photos

Ekin ÖZTÜRK

Avukat

2011’de iktidar tarafından büyük büyük şovlarla imzalanan bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi, aradan geçen 10 yılın ardından 2021 yılında aynı iktidarın temsilcisi tarafından feshedildi ve biz bunu gece yarısı Resmi Gazete’den öğrendik.

Yüzbinlerce kadının bileşeni olduğu onlarca kuruluş, yüzlerce kadın tarafından Cumhurbaşkanı kararının iptali istemiyle dava açıldı.

2022, açılan davaların gruplar halinde görüldüğü, binlerce kız kardeşin Danıştay önünde tek ses haykırdığı duruşmalarla geçti.

“BİR KİŞİ DAHA EKSİLMEYECEĞİZ!”

O davalar karara bağlandı, bir kısım hakimlerin karşı oylarına, kararın açıkça hukuka aykırılığının vurgulandığı Danıştay Savcılık görüşlerine rağmen “çoğunluk” oylarıyla davaların reddine karar verildi. Yine “çoğunluk” oylarıyla temyiz talepleri reddedilerek kararlar kesinleşmiş oldu.

Açılan bir kısım davanın ise daha yeni görülecek duruşması, dava açıldıktan 2, davaların bir kısmı kesinleştikten 1 yıl sonra; sözleşmenin feshinden bugüne 1200’den fazla kız kardeşimiz öldürüldükten sonra bu ay görülecek.

Yargılama pratiğinin abesliği, ülkemizin olağanı haline geldiğinden baştan sona dökülen bu sürece değinmek niyetinde değilim. Bu sürpriz de olmadı elbette ama bunu bile bile neden bu kadar dava açıldı, dilim döndüğünce açıklamaya çalışacağım. 

Pek çok insan ezberledi artık ama kısaca hatırlatalım kendimize, ne diyor İstanbul Sözleşmesi?

• Kadınlara yönelik şiddetin önlenmesinin temel koşulu gerçek eşitliğin sağlanmasıdır. Çünkü şiddetin temelinde tarihten gelen eşitsiz koşullar yatar.

• Bu eşitsiz koşullar şiddeti beslediği ve erkeklere kadınlar üzerinden ayrımcılık yapmasına ve baskı yaratmasına sebep olduğu gibi, bu ayrımcılık ve baskı daha da eşitsiz koşullar yaratmakta ve kadınları toplumsal yaşamdan dışlamaktadır.  

• Bu eşitsiz koşulların ve şiddet döngüsünün yarattığı ve beslediği ayrımcılık ve baskı; kadınların ve kız çocuklarının en temel insan haklarının ihlaline yol açmaktadır.

• Kadınlar üzerinde süre gelen bu ayrımcılık ve şiddet döngüsü toplumsal olarak kadınları erkeklerden ast bir konumda baskılamakta, bu konumu beslemekte ve yaygınlaştırmaktadır. Bu durum da toplumsal bir cinsiyet rejimi yaratmaktadır.

• Yaratılan bu toplumsal cinsiyet rejimi gerçek anlamda eşitliğin sağlanmasının önüne geçmekte, yaratılan ve şiddet eliyle sürdürülen kadınların toplum içindeki konumlarının olağanlaştırılmasıyla toplumsal yaşamda yer alma, sosyal ve ekonomik haklarının ihlaline yol açmaktadır. Bu durum da yeni bir eşitsizlik döngüsü yaratmaktadır.

Tüm bunlarla birlikte, esasında artık yüreği kör olmamış kimse tarafından mazur görülemeyecek fiziksel şiddet ve saldırıların yanında; çoğu zaman görmezden gelinen ve dahi olağan karşılanan ve yok sayılan şiddet biçimleri ve ayrımcılıkla mücadeleyi de önüne koyan bir sözleşme İstanbul Sözleşmesi.

Çünkü İstanbul Sözleşmesi aynı zamanda; toplumsal olarak kadınlara yüklenen cinsiyet rollerini yıkmaya, bu rollerden kaynaklı doğumdan itibaren kadınların önüne engel olan eşitsizlikleri ortadan kaldırmaya ve dahi kadınlara yönelik bu eşitsiz koşulları ortadan kaldıracak pozitif ayrımcılık ilkesi geliştirmeye, kadınların ekonomik bağımsızlıklarını edinmelerinin önündeki engelleri kaldırmaya yönelik yükümlülükler öngördüğü için de temel öneme sahip.

Çünkü diyor ki sözleşme; yalnızca fiziksel değil şiddet ekonomik olarak da gerçekleşebilir ve bu şiddet biçimi kadınların erkekler karşısındaki konumunu baskılanmasına, kişisel varlıklarının gelişmesine ve korunmasına ve söz haklarının bulunmasına yönelik bir baskı ve eşitsizlik oluşturur.

Özetle; kadınlar üzerinde yıllardan beri süre gelen baskı ve ayrımcılık şiddete, şiddet eşitsiz koşullara, eşitsiz koşullar daha çok baskı ve ayrımcılığa yol açmaktadır. Bu döngüyü kırmanın yolu ise toplumsal bir cinsiyet rejimine, kadının eşitsiz konumuna ve şiddete karşı mücadeleden geçmektedir.

BUNA KARŞI ÇIKABİLİR MİSİNİZ?

Mantık sınırları çerçevesinde düşünen, etrafında olan biteni gören, her gün katledilen kadınları gören, şiddete uğrayan kadınları gören, eğitimden sağlığa çalışma hayatına kadınların yaşadığı tüm baskıları gören, bu eşitsizliği gören, en basitinden kız çocuklarının eğitime ulaşma olanaklarının oranlarını bilen bir insanın, kadınların her şeyi bırakın “vatandaş” sayılmasının bile yıllarca süren mücadelelerine dayandığını bilen azıcık tarih ve sosyoloji bilgisine sahip bir insanın buna karşı çıkabilmesi mümkün mü? Değil.

Şöyle mümkün; diyorsanız ki hayır kadınla erkek eşit değildir, diyorsanız ki kadınlar çalışmasa da olur, diyorsanız ki kadınlar sadece çocuk yapıp evde otursun, diyorsanız ki kadınlar şiddet görsün, diyorsanız ki kadınlar katledilsin, mesela diyorsanız ki kadınlar etek giyiyorsa, kadınlar gülüyorsa, kadınlar dışarı çıkıyorsa diri diri yakılabilir o zaman mümkün.

Bir silginin dahi üretilmesi için dahi onlarca mevzuat varken; “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin” kurallar öngören bir mevzuatın ortadan kaldırılmasının sebebi nedir? Bizim yaşamımız bir silgiden daha mı değersiz de yaşamlarımızı koruyan bir sözleşme feshediliyor biz bunu bilmek istiyoruz.

Elbette biliyoruz bir kağıdın üzerinde yazılı kelimeler değil katlimize engel olan; eşit, özgür ve korkusuz yaşamamızı sağlayacak olan. Ama şunu da biliyoruz, biz vatandaş olabilmeyi bile mücadelemizle kazandık. Bırakın bir mahkeme salonunda savunma yapmayı, sokağa tek başına çıkabilme “hakkını” dahi mücadelemizle kazandık, yerkürenin başka coğrafyalarında hala bunun için mücadele ediyor kardeşlerimiz.

Bunun içindir “erkek” adaletle dahi mücadelemiz. Her yerde, her alanda, hep birlikte bir kez daha haykırmak için.

“Asla yalnız yürümeyeceksin, asla yalnız büyümeyeceksin!”