Google Play Store
App Store

Romanyalı yazar Razvan Nicula’nın öyküleri ilk kez Türkçe’ye çevrildi. Nicula’nın ‘Uçurum’ adlı kitabında öykü kahramanları psikolojik durumlarıyla öne çıkıyor. Mezarcı Sam, yazar Felix Lugg, araştırmacı Florian Volupto, ressam Paul Dagda, otopsici Algos Lagnia… Hepsi hayatın anlamını sorgulamaya devam ediyor.

Yaşamın anlamı bir şeylere hayat vermektir

Kadir İNCESU

Romanyalı yazar Razvan Nicula’nın ‘Uçurum’ adlı öykü kitabı İfet Tosun’un çevirisiyle Usar Yayınları tarafından yayımlandı. Öykü, şiir ve roman türünde eserleri bulunan Nicula’nın öyküleri ilk kez Türkçeye çevrildi. Nicula ile ‘Uçurum’ ve yazın anlayışı üzerine konuştuk.

Kendisini ölümden kurtaran Adrian’a karşı, sevgi ile nefret arasında gidip gelen Sam’ı anlattığınız öyküde dikkat çektiğiniz, yaşamın anlamını iki kahramanınızın gözünden değerlendirir misiniz?
İnsan, çocuk sahibi olmamış, bir ağaç dikmemiş veya bir kitap yazmamış ise görevini tamamlamamış ve anlam kazanmamıştır şeklinde bir deyim vardır. Bu düşünceye göre hareket edecek olursak yaşamın anlamı bir şeylere hayat vermektir; konuşan türden bir canlı, sallanan türden bir ağaç veya bir kitabın kapakları arasındaki öyküler. Bu nedenle Adrian karakterini kullanarak, etrafında çokça ölüm olan kişilerin aslında yaşama daha çok değer verdiklerine yönelik bir paradoks yaratmayı amaçladım. Yaşadığımız zamandan bağımsız olarak bazı mesleklerin örneğin doktorlar, din insanları (papaz, imam, brahman) ve bir meslek eklemem gerekirse; cenaze işleriyle uğraşan tacirler, cenaze taşıyıcıları ve mezar kazıcılar, barış döneminde de savaş döneminde de anlamlı oldukları söyleniyor. Oysa yalnız adam olan Adrian, tam da yaşam amacını yerine getirmek için mesleğinin anlamından feragat ediyor. Sam’i kurtararak dünyaya bir hayat veriyor. Aksine, kurtarılan kişinin perspektifi uzlaşmaz bir hal alıyor, sevgi - nefret olarak yansıyan ikili duygu buradan geliyor. Sam için yaşamın anlamı hayat değil ölümdür zira dünyada ölümden daha net bir şey yok. Ölümüne hayat vererek anlam kazanıyor.

Dünyayı büyük bir mezarlık olarak gören Sam, sonsuzluğu neden ölümde arıyor?
Çünkü sonsuzluğun illüzyonu çoğu kişinin tanımadığı bir çeşit mutluluk duygusu doğurabilir. Fakat aynı zamanda sonsuzluk hayattan başka bir anlama gelemez. Antik yazarları düşünün, binlerce yıl sonra hala anılmakta olan Homer’ı mesela. Bu kapsamda yazarlarla ilgili kendilerine rağmen hayatta kalma şansına sahip oldukları ifade edilebilir. Çoğumuzun durumunda olduğu gibi zamanın geçmesiyle mezar taşımızdan silinse dahi ismimiz unutulmadıkça yaşarız. Oysa Sam, ölümü net ve sürekli bir sonsuzluk olarak algıladığı için onu, yalnızca derinleştiği çaresizliğinden kurtuluş olarak değil aynı zamanda yaşamaya başlaması için kalan tek seçenek olarak görmektedir. Ölüm ile birleşmek sadece fiziksel yok olma değil, sonsuzluğa karışma ve hatta yeni bir hayatın başlangıcı anlamını dahi taşıyabilir; belki daha iyi veya daha acısız.

Size de kahramanınız Felix gibi ‘ne için’ yazdığınız sorulsaydı, yanıtınız ne olur?
Bu soru farklı kapsamlarda ve çokça soruldu; ne yazık ki özlü bir cevabı hem tehlikeli hem de verilmesi çok zor olarak görüyorum. Her zaman buna ilişkin şunu desteklerim: görkemli olmak için yazanlar evde otursa daha iyi yapar. Ün kazanmak için yazanlar vazgeçseler daha iyi olur. Yazmanın kibir ile ilgisi olmaması gerektiği konusunda kesin kararlıyım. İhtiyaca ilişkin olabilir. Yazmadan nefes alamadığım için yazdığımı söyleyecek olsam doğal olmamakla suçlanabilirim. İnsanlar için yazdığımı söylesem idealizm ve kendini beğenmişlik ile suçlanabilirim. Şu an, ışığını ve mantığını kaybeden bir dünyada okuyuculara bir öykünün, gerçeklikten kaçışın keyfini yaşatma umuduyla yazdığımı ifade edebilirim. Fakat bu da bir yalan olabilir mi, bilmiyorum. Gene de mantık ve her türlü gerekçeyi bir yana bırakıp yalnızca ruhum ile cevap verecek olursam kısaca cevabım şu olur: çünkü yazmayı hissediyorum, çünkü yazmak benim bir parçam ve o olmadan kendimi tamamlanmamış hissederim.

Ana kahramanlarınızın hepsinin erkek olması bir tesadüf mü?
Dilerseniz tesadüf diyebiliriz. Kesinlikle kadının önemini azaltıcı veya kadın karakter yaratmak adına isteksizce bir düşünce söz konusu değildir. Uçurum’un içinde iki öykü daha yer alması gerekirdi; bunlardan birinin ana karakteri bir kadın olacaktı. Fakat bazen öykülerin kendilerini yazdıklarını da düşünüyorum ve yazılmak istemeleri de gerekir. O vakit, var oldukları şekilde vazgeçtiğim iki düşünce volümün nitelik ve doğasını karıştırabilirdi ve onu, olmasını istediğim şeyden uzaklaştırabilirdi. 2020’de çıkan öykü volümü Venerarium’da ana karakteri kadın olan bir öykü var fakat her defasında volümlerin şekillendirilmesinde yalnızca öykülerin gücünü değil volümün bütünlüğünü de göz önünde bulunduruyorum. Hiçbir surette bir tedirginlik veya daha da kötüsü kötü niyet söz konusu değildir; hele ki kadının ilk hayat veren olduğu düşüncesini kararlılıkla kucaklarken.

Öykülerinizde ‘ölüm’ olgusu öne çıkıyor. Bu durumu nasıl açıklarsınız?
Doğası itibarıyla bu kitabın karanlık bir volüm olmasını amaçladım. Modern demokraside ölüm cezası dünyanın çok devletinde yasakken metaforik olarak ‘Uçurum’da ölüm çoğu açıdan kurtuluş anlamını taşıyor. Daha doğrusu çoğu açıdan öykülerde anlatılan hayatların ceza niteliğinde olduğu ifade edilebilir; karakterlerin yaşadıkları şoklar, kısa veya uzun süreli ızdırap, acı, kararsızlık, korku. Mutlak çaresizlik, zihinsel anlamda bir çeşit mutlak felç yaratıyor. Psikolojik seviyede her karakteri kendi travmaları, ızdırabı, hayalleri ve gerçekleşmeyen arzuları ile algılama denemesinde ölüm, her öykü için en doğal son olarak gözüktü. Öyle ki kitapta vurgulamak istediğim özelliği gözetince insan için en karanlık ve en ürkütücü bilinmeyenlerin başında tartışmasız olarak ölüm geliyor.

Not: Çeviri için Arzu Ören’e teşekkür ederiz.