Yaşamın Özge yorumu
Düşsel olmayan düşün içinde bunun karşıtı için yürüyorum. Işıktan bir merdivenin basamaklarından ışıklı bir gerçeğe doğru yükseliyorum yavaş yavaş.
TACİM ÇİÇEK
Karımın sesini duyuyorum. Beynime çakılan bir çivi gibi: ‘Kalk haydi, maaş almaya gecikecek ve bana kızacaksın sonra.’
Uyanmak istiyorum ama yapamıyorum nedense, başım ağrıyor, zonkluyor, bedenime asileşiyor. Karım aynı tümceyi yineliyor birkaç kez. Önce gözlerimi açıyorum. Gördüklerim karşısında şaşkına dönüyorum. Düş olmalı. İçinde yaşadığım ortamın bu değişimi düş olmalı... İçinde yaşadığım bu yapı paralardan oluşmuş, duvarlarıyla, çatısıyla, penceresiyle. Dokunuyorum ürkerek.
Yapının paradan duvarları taş kadar sert. Gözlerimi ovuşturuyorum; çimdikliyorum kendimi.
Karımın tuhaf bakışlarına aldırmıyorum. Gördüklerimi ona sormak istiyorum, saçma bulur diye vazgeçiyorum bundan. Çünkü oldukça rahat dolaşıyor, sofrayı kuruyor masaya. Çocuklarla ilgileniyor bir yandan da. Gördüklerimi görüyor olması olası değil. Yaşadıklarımı görse, bir an için durmaz burada. İnanıyorum buna.
Odanın içindeki eşyalar da paradan yapılmış. Kimisi de doğal malzemelerden... Bana doğal görünenlerin karımın getirdikleri olduğunu anlıyorum birden. Birlikteliğimizden sonra aldıklarımız ise paralardan yapılmış. Gördüklerim gitgide biçim değiştiriyor karşımda. Onların, odadakilerin beyin hücrelerinden yapılmış olduklarını görüyorum. Televizyon, radyo, teyp, masa, sandalyeler vs. vs. vs... Hücrelerimden, canımdan, beynimden oluşmuş tümü...
Zorlukla doğruluyorum yattığım yerden, gördüklerim daha da aptallaştırıyor beni, odanın içindeki kanepelere kayıyor gözlerim, annemin ellerini görüyorum bunlarda. Onun ellerinden akan terlerin kanepelere, örtüye dönüştüklerini görüyorum, şaşkınlığım artıyor. Yüzümü avuçluyorum çabucak. Sabahın mahmurluğu olmalı, ya da akşam içkisinin ağırlığı. Belki konuşmalarımızın soyut bir görünüşü diye geçiriyorum içimden.
Bir anlam veremiyorum. Yataktan kalktım, dışarı fırladım. Temiz havayı içime çekip o kâbustan kurtulmalıydım. Mutfağa geçtim. Gördüklerim burada da var, her şey paradan, hücrelerimden, beynimden... Çıldıracak gibiyim. Ayrı ayrı hücrelerin, paraların karışımı olan bu yerleşim yerimizin ayrıcalığını neden göremiyordum şimdiye kadar, bunu düşündüm, yanıt bulamadım. Karmakarışık düşler içinde bocalıyordum ki ayaklarıma kaydı gözlerim, kâğıt ve demir paralardan bir zemin üzerinde yürümekte olduğunu gördüm. Hayır hayır yürümüyorum, kayıyorum, ayaklarımın altında sanki bir paten var, nasıl bir düş bu? Kapatsam gözlerimi diyorum içimden, yaşadıklarımdan kurtulur muyum diye... Yapıyorum bunu ama olmuyor, kurtulamıyorum hiçbirinden.
İstemime beynim asileşiyor gibi, gözlerimi etkilemiyor ve onu kepenklerini indirmeye zorlayamıyor. Yandaki odaya kaydım. Giyinmek için dolaba yürüdüm. Kapısını açtım, oldukça sert. Dolaptakiler de para ve hücrelerden... İçinden yüzüme hiç alışık olmadığım bir esinti vuruyor. Üzerime, genellikle giydiğim elbisemi geçirdim. Onun her zamanki görünümü yoktu. Soluk ve aldatıcı bir griye bürünmüştü. Acılı seslerin yumağını oluşturan, karşılığı ödenmeyen beyinciklerin ve terlerin birleşimiydi. Karımın sesi bir tuhaf artık, anlaşılmaz bir vızıltı gibi. Ama dediklerini anlıyorum... Yüzüme serptiğim suyun alışılmışlığı da, doğal yapısı da yok, küçücük canlıların birleşimi gibi bir şey. Nasıl anlatsam gördüklerimi?! Suyun yapısını oluşturan elementlerin tanıdıklığı yok sanki.
Tıraş olmalıyım. Banyoya geçtim. Aynanın bile yapısı başka. O da paralardan yapılmış. Ama kendimi içinde görebiliyorum. Tıraş makinesi, jilet... Kısacası her şey paradan ve hücrelerden oluşmuş. Yüzüme vurdukça güleçliğimin yerini tanımadığım bir görünüm alıyor aynada. Hangisi benim? Güler yüzlülüğüm bir maske mi? Kendimi tanıyamıyorum artık. Burada daha fazla kalamıyorum. Yüzüme aceleyle bir su vurup, odaya geçiyorum hemen.
Karım daha söyleniyor, çocuklar başka başka bakıyorlar. Sanki ‘ne oldu sana’ der gibi. Aldırmıyorum ama yaşadıklarımı anlamayacakları için değişik bir gözle bakmaları beni rahatsız ediyor. Duyularım bile bana sırt çevirmiş. Masaya yanaştım. Masa da beyinden... Masadaki yiyecekler de... Kendimi yemek istemiyorum. Masanın üzerindeki her şey beynimden çıkarılmış ve önüme getirilmiş. Aslında yemeliyim, benden alınanı karşılamam için ama içim çekmiyor, yapamıyorum bunu. Masadan kalktım hemen.
Dışarıya çıktım. Günlük güneşlik her yanım. Derin bir iç çekiyorum. O da ne, doğal çıplaklığımla ortalık yerdeyim. Hemen içeri girdim. Karıma sordum: ‘Giyinik miyim?’ Bir acayip bakıyor bana, sonra ekliyor: ‘Her zaman giydiklerin üzerinde ya...’ Uzaklaşıyorum oradan. Düşümün bir uzantısı diyorum ve aldırmıyorum. Ya başkalarının gözünde de... Karım çıplaklığımı görmedi diyorum sonra, biraz tedirgin de olsam yürüyorum. Boyun bağımın uzadığını görüyorum. Dağları tepeleri aşıyor, ufka kadar... Orada bu bağlardan çokça görüyorum. Bir anlam veremiyorum. Aman dediğimde bağın kaybolduğunu görüyorum düşünmemeye çalışıyorum böylece bağımı.
Çevredeki yapılardan tümü paradan... Bizim yapı gibi bunu gördüm. Biraz rahatladım o yüzden. Kimi başka başka şeylerden yapılmış ama... Bunları anlayamıyorum... Bilmediğim şeyler çünkü. Yola indim. Yolun da paradan, belin hücrelerinden, terlerden, etten, gözyaşlarından yapılmış olduğunu gördüm. Yolda yer yer kan var kırmızı kırmızı... Ürküyorum. Paradan yol çökecekmiş gibi duruyor önümde. Dipsiz bir kuyuya düşeceğimi sanıyorum. Boğulacak gibi oluyorum. Ürküyorum ve bekliyorum. Benim gibi çıplak birini görüyorum, yaklaştıkça üzerinde paralardan bir elbise olduğunu... Bana başıyla selam veriyor ve beni geçerek yoluna devam ediyor. Sonra ben de arkasından yola koyuldum. Yol hiç çökmüyor, şaşkınım ve bakmıyorum yola.
Her zamanki ulu yapının önündeyim yine. Durdum. Ona baktım bir süre. Yapının kimi yerinde ter, gözyaşı, kan ve üzüntü var. Yapının içinden kuş şarkılarına benzer sesler geliyor. Oysa önceleri, bu şarkıların tümü çok sesli bir koronun verdiği doğal sesler gibi, her birini ayrı ayrı algılardım. Şimdi karmaşık geliyorlar bana. Çekine çekine girdim içeri. Duvardaki resimlerin kan hücrelerinden oluştuğunu görüyorum. Acılarını, seslerini, yaşadıklarını yaşadım bir an için. Sonra yandaki odaya geçtim. Kendimin küçük küçük kopyalarını buldum odada. Benim birer kopyam olan bu küçüklerin öyle olmadıklarını görüyorum ilk defa. Çoğu acılı, çoğu kendi dünyasını yaşıyor içinde. Kimi kuşların peşinden koşuyor. Kimi çiçeklerin sevdalısı... Kimi özlemini giderecek anlaşılmaz tutkunun içinde. Kimi dağların koyaklarında bir gül arıyor. Daha detaylı görüyorum. Önlerindeki araçların onlara yabancılığını, tuhaflığını ilk kez görüyorum. İçleri para değil, içleri kapkara ve üstleri para bunların. Aramızdaki bağın bu araçlardan, önce bana, benden onlara geçtiğini görüyorum şimdi. Uzaklaşmak istiyorum. Dışarı koşuyorum. Yola iniyorum. Bir aracın acı freniyle irkiliyorum ve bu araca biniyorum.
Araçtakilerin kafaları benim gibi bedenleri ayrı ayrı. Kimi mark, kimi dolar, kimi frank... Onları düşünmek istemiyorum. Bir uzaklığa vardırıyorum gözlerimi. Tarlalar görüyorum, yerli yabancı paralardan oluşmuş yüzeyleri. Kimi anlaşılmaz kavgaların artığı... Bir sessizlik oluyor birden, dönüyor gözlerim aracın içine. Araçtan inen hayal kişiler görüyorum. Uzanan ele, ceplerinden bir şeyler veriyorlar. Usunun parçaları her birinin, iniyorum araçtan. Verdiğim şeye bakı yorum, usumun bir parçası bu. Ölecek gibi oluyorum, uzaklaşıyorum oradan.
Yapıları başka başka yerleşim alanı bana hep aynı görünüyor, yaşadığım birim gibi. Önce et satıcısına gitmek istiyorum. Yarısı para olan satıcının yere kadar eğildiğini görüyorum, güler yüzünün arkasında, karşısındakini kandırmanın sinsiliği var, şaşkınım. Etler canlı canlı. Doğal olmayan vitrininde, doğal olmayan şeyler var. Uzaklaşıyorum. Yeşillikçinin, giysicinin ve diğerlerinin gerçek olmayan maskelerini görüyorum bir bir. Gerçek yüzler yok, takvim yaprağı gibi sürekli değişiyor yüzleri onların. Boğazım yanıyor, bağırmak istiyorum. Çalışan makinelerde kedimizi biçimlendirdiğimizi algılıyorum, irkiliyorum bundan. Posamıza karşılık aldıklarımızın beynimizin birer parçası olduğunu görüyorum.
Aldıklarıma karşılık verdiğim us parçasının onların elinde paraya dönüştüğü gerçeği bir bıçak gibi saplanıyor sol yanıma. Benlere bakıyorum. Yaratılan yerlere bakıyorum. Bir ışık görüyorum. İnsanı düşünden uyandıracak denli etkili ve güzel. Doğal olana bir yol gösterir gibi yayılıyor dört yanıma. Düşsel olmayan düşün içinde bunun karşıtı için yürüyorum. Işıktan bir merdivenin basamaklarından ışıklı bir gerçeğe doğru yükseliyorum yavaş yavaş. Önceki bakışımın doğal olmadığını anlatıyor bu ışık, mutlanıyorum. Işıklanan bedenimin beyinsel işlevinin doğallaştığını görüyorum. Sahteliklerin, haksızlıkların dünyasına karşı ellerimin birer öldürücü araç olduğunu da görüyorum...